Prof.Dr.Kenan ERDOĞAN

Prof.Dr.Kenan ERDOĞAN

[email protected]

İZMİR MEVLEVİHANESİ ŞEYHİ MEHMET NURETTİN DEDE

03 Ağustos 2010 - 15:57

İZMİR MEVLEVİHANESİ ŞEYHİ MEHMET NURETTİN DEDE

(1858?-4 Aralık 1920)

 

 

                                                                                                          Kenan ERDOĞAN*

 

İzmir Mevlevîhânesi’nin ikinci şeyhi olan şair, bestekâr ve musikişinas Mehmet Nurettin (Nuri) Dede, İzmir’de doğmuştur[1].  Şâir de olduğu söylenen, İzmir Mevlevîhânesi’nin kurucu şeyhi Hacı Hafız Akif Dede[2] (1803-Eylül 1888)’nin oğludur. İyi bir neyzen (ki ilk ney derslerini ağabeyi Nurettin Efendi’den almıştır) ve tanınmış bir müzisyen olan Neyzen Cemal Efendi[3](1873-1945)’nin ağabeyi; 600’den fazla bestesiyle, yetiştirdiği besteci ve icracı talebelerle 20. yüzyılın büyük müzisyenlerinden olan Rakım el-Kutlu[4](1871-1948)’nun ise dayısıdır. Yine ünlü neyzen ve şair Neyzen Tevfik[5] (Kolaylı, 1879-1953)’in müzik ve tasavvuf kültürünü edinmesinde ve yetişmesinde gerekli ortamı hazırlayan önemli bir isimdir.

İlk tahsilini daha çok aile ve dergâh çevresinde gören Nuri Efendi, Hoca Fikri Efendi’den Farsça öğrenmiş[6], büyük bir ihtimalle babası ve başka hususi hocalardan da çeşitli dersler alarak tasavvuf konusunda kendisini yetiştirmiştir. Şairi yakından tanıyan Ermenekli Hasan Rüşdü, hatıralarında Nuri’nin Farsça’yı iyi bilmesinin yanı sıra Arapça’yı da anladığını ifade etmektedir[7].

İzmir Şairleri Antolojisi yazarı Hüseyin Avni Ozan’a göre Mehmet Nuri Efendi, 18 yaşında iken, Konya Mevlevî şeyhi Çelebi Sadreddin Efendi tarafından Namazgâh semtinde babasının yaptırdığı İzmir Mevlevîhanesi’ne şeyh tayin olunmuştur[8]. Ancak bu 18 rakamı, Hizmet gazetesinde (nr. 184, 4 Eylül 1888) babasının ölümüyle ilgili haber ve “Reşadetlü Şeyh Nuri Efendi’nin (şeyh) tayin edilerek meşihatnamesinin (şeyhlik tayini-izin- belgesi) 7 Ekim günü kendisine verildiği bildirilen” haberle(aynı gazete, nr.194, 9 Teşrin-i evvel/Ekim 1888) çelişmektedir[9].

Mehmet Nurettin Efendi, şeyhliğe tayininden on bir yıl sonra 1899 Eylülünde tutuklanmış, yapılan tahkikat neticesinde Tevfik Nevzat, Tokadîzade Şekip, Abdülhalim Memduh ve Taşlıoğlu Ethem’le birlikte Bitlis’e sürülmüştür. Sürgüne sebep olan jurnal, olayın soruşturulması ve mahkemedeki tutanaklar, sürgün hadisesinin safhaları ile ilgili bir hayli bilgi bulunmaktadır[10].

Başbakanlık arşivindeki soruşturma evrakından, sürgüne gönderilenlerin ve yakınlarından bazılarının anlattıklarına göre buna bu sürgüne sebep olarak; gizli bir cemiyet kurarak[11] Avrupa’daki Jön Türkler’le muhabere etmeleri ve onlara para göndermeleri[12], Abdülhamit aleyhtarı Jön Türk gazetelerini getirterek onları okumaları ve yaymaları, padişah aleyhindeki konuşmaları, Hizmet gazetesinde Girit muhacirleri konusunda yazdıkları yazılar gösterilmektedir[13].

 Gizli bir cemiyet kurulduğu şüphesiyle açılan soruşturma evrakından ve Ermenekli Hasan Rüştü’nün hatıralarından anlaşıldığına göre jurnalciliğiyle meşhur nafia başkatibi hafiye Mustafa Bey, Şair Eşref’in de izinli bulunduğu bir akşam, evinde bir ziyafet tertip eder. Davetlileri içeri aldıktan sonra Sultan Hamit idaresinin kötülüğünden bahsetmeye başlar. Tokadîzade Şekip, Abdülhalim Memduh ve Şeyh Nuri Efendi de konuyla ilgili bir şeyler söylerler. Şair Eşref, her ne kadar serbest düşünceli biri olsa da Mustafa’nın hafiye olduğundan şüphelendiği için ihtiyatla konuşur ve kaş göz işaretiyle diğer arkadaşlarını uyarmaya çalışırsa da buna muvaffak olamaz. Bu arada jurnalci Mustafa, dolaba sakladığı iki yahudiye, bu konuşmaları dinlettirerek ilerde bire yüz kattırarak şahitlik ettirecektir.

Mustafa Bey, ertesi gün Şeyh Nuri’nin Hisar Cami civarındaki odasına gelir. Yine onu tahrik ederek padişah aleyhinde konuşturmak isterse de buna muvaffak olamaz.

Giden jurnaller sonucunda Mehmet Nurettin Efendi, Abdülhalim Memduh, Taşlızade Ethem, Tokadîzade Şekip Bey, avukat Tevfik Nevzat Bey hükumet konağında alıkonularak Tatar Şakir Paşa ve vali Kamil Paşa tarafından soruşturulurlar[14]. Mustafa ve bu iki yahudi, adıgeçen şahısların Abdülhamid’i kötülediği ve ona hakaret ettiğini, ayrıca Hisar Cami civarında sebilinde, Şeyh Nuri Efendi’nin Abdülhamit aleyhinde ileri geri konuşarak dedikodu ettiğini söylerler. İlgili kişiler tabiî ki bu yardım, görüşme, hakaret ve isnat edilen suçları kabul etmezler.

Bu son konuyla ilgili, Mevlevîhâne’de misafir olan ve şeyhin yanında bulunan şair Ermenekli Hasan Rüşdü’ye vali Kamil Paşa’nın sorusu şudur: “Hisar Camii şerifi civarındaki sebilinde Mevlevî Şeyhi Nuri Efendi bir takım ağır tefevvühatta bulunmuş, o sırada sen de yanında imişsin. Mustafa Bey (hafiye) de varmış. Şeyhin bu tefevvühatını sen de işitmişsin, ne dersin?”

Ermenekli Hasan Rüşdü, Kamil Paşa’nın bu sorusuna şöyle karşılık verir: “Mustafa Bey, şeyhi tefevvühata sevk ve teşvik için orada hayli çalıştı. Fakat Nuri Efendi metanetini muhafaza etti, Mustafa Bey’in teşvikine kapılmadı[15]”.

Meşhur hiciv şairi Eşref’in de o gece orada bulunduğu için tanık olarak dinlendiği bu soruşturma sonucunda, telgrafla idari ceza verilmesi istenildiğinden üç saat sonra gelen telgrafta Abdülhalim Memduh, Mevlevî şeyhi Nuri, Taşlızâde Ethem, Tevfik Nevzat ve Tokadîzâde Şekib’in Bitlis’e, Hasan Bey’in ve üç arkadaşının ise Kastamonu’ya sürgün edilmesine karar verilir. İlk olarak Nurettin Efendi, arkasından birer ikişer gün fasıla ile diğerleri türlü eziyetlerle ayrı ayrı sürgün edilir[16].

Bitlis’te gidenler orada idareciler ve eşraf tarafından iyi karşılanır ve yardım görürlerse de havasıyla imtizaç edemezler. Sekiz ay kaldıktan sonra Şeyh Nuri dışındakiler uyumsuzluk, yokluk, hastalık ve maddî sıkıntılardan, saraya çektikleri ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını bildiren bir telgraf sonunda affedilmişler ve dönmüşler; vehim ve ihtiyatla telgrafla gönderilen dilekçeye imza koymayan Nurettin Efendi ise on dört ay daha Bitlis’te kalmış ve ancak 1901 Haziran’ında İzmir’e dönebilmiştir.

Şair Eşref’in, dostu Şeyh Nuri Efendi’nin bu sürgünü için şu kıtayı yazdığını görüyoruz:

            Sen sen ol her gördüğün âdemle etme ihtilât

            Hânumânın bir kuru isnâd edip de yıkmasın

            Boynuna takmazdan evvelce oku kerrât ile

            Nüshası Şeyh’in de evrâk-ı muzırra çıkmasın[17]

İzmir’de yaşayan çeşitli fikir, sanat ve siyaset adamları hatıralarında Nurettin Efendi’nin şairliği ve şahsiyeti yanında sürgün edilmesinden de bahsederler.

Bezmi Nusret Kaygusuz, hatıralarını yazdığı “Bir Roman Gibi” adlı eserinde “Nurettin Efendi, arif, şair, serbest fikirli, çok yakışıklı ve nurlu bir zattı. Bazı manzumeleri İzmir dergilerinde münteşirdir” der. Yine Nuri Dede’nin de aralarında bulunduğu dostlarıyla, zaman zaman Ekmekçibaşı Kıraathanesi’ne gittiklerini ayrıca16 Şubat 1331’de Dr. Ethem, Tokadîzâde Şekip, müftü Said Efendi, Resmolu Midhat ve Mevlevî Şeyhi Nurettin gibi bazı münevver zevatın huzurunda Hatice Baise hanımla evlendiğini anlatır[18].

Zamanında “üstad” olarak tanınan sürgün arkadaşı, bedbaht ve bedbin şair Tokadîzâde Şekip de, sürgünden başlayarak hayatının çeşitli safhalarında Nurettin Efendi’yle nasıl beraber olduklarını çeşitli yazı ve hatıralarında anlatmıştır. Hakkında yapılan bir araştırmada, bu cümleden olarak Nurettin Efendi’nin sürgündeki durumu ve İstanbul’a çekilen telgrafı imzalamaması sonucu on dört ay daha sürgünde kalması, “külah-ı Mevlevî” şiiri, nazireleri ve bununla ilgili Hüseyin Rifat’ın evinde çıkan tartışma, dostlarıyla İzmir rıhtımında Kramer Gazinosu’nda, Frenk Mahallesi’nde Haylayf Pastanesi’nde beraberce yiyip içip muhabbet ettikleri, kendisiyle beraber Nurettin Efendi’nin de İttihat ve Terakki’ye üye olduğu, İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin merkez yönetim kurulu üyeliğine seçildiği, ancak çeşitli sebepler ve görüş ayrılığı yüzünden faaliyetlerine katılmadığı.. gibi birçok bilgiyi bulabiliyoruz.  Uzun bir süre Nurettin Efendi’nin şeyh olduğu İzmir Mevlevîhânesi’ne devam edip buradan, Mesnevî ve Mevlânâ’dan feyz ve ilham alan birçok şiir, hattâ “Derviş Sözleri” adlı şiir kitabını yazan ve fakat Allah’a inandığı kadar rüyaya da inanan Şekib, gördüğü bir rüyayı Nurettin Efendi’ye yorumlatmış ve şeyhin de “Mevlevîlikte nasibinin olmadığını” söylemesi üzerine oradan ayrılarak Kadiriliğe bağlanmış ve daha sonra da tamamen farklı bir çizgiye yönelmiştir[19].

M. Kâmil Dursun da hatıralarında, Nurettin Efendi ile yakın dostlukları olduğunu söyleyerek onun sürgününü anlatır ve İzmir çevresinde şiirleriyle ve besteleriyle şöhret kazanmış bir kimse olduğunu yazar. Ayrıca kendisi Şeyh Efendi’nin başlattığı “külâh-ı Mevlevî şiirine bir de nazire söylemiştir. Nurettin Efendi de, Kâmil Dursun’un evlendikten 19 sene sonra doğan kızı Mübeccel için, bir tarih düşürerek dostluğunu göstermiştir[20].

Nurettin Efendi’nin hayatı hakkında çeşitli yayınlardan ve gazetelerden en geniş ve ayrıntılı bilgiyi toplayan Ömer Faruk Huyugüzel, Nuri Dede’nin Meşrutiyet’e kadar, ne yapıp ettiğinin bilinemediğini, İzmir basınında bu dönemde onun herhangi bir şiiri ve yazısının yayınlanmadığını, kendi köşesinde küskün bir hayat yaşamış olabileceğini yazar. Kim bilir belki de Eşref’in tavsiyesiyle “insanlarla ihtilat etmekten çekinerek” onlara güven duygusunu kazanması uzun bir süre alacaktır.

Ancak kısmen daha özgür bir ortamın oluştuğu II.Meşrutiyet’ten sonra Nuri Dede, İzmir basınında yeniden görünmeye başlar. Bir Mevlevi dergahı post-nişini olarak İttihat ve Terakki’nin bazı eğitim faaliyetleri içinde o da vardır. Ege bölgesindeki medreselerin eğitim sisteminin ıslahı için 1910-1912 yılları arasında “mutemer-i ilmî” adıyla düzenlenen kongrelerin hem düzenleyicileri hem de katılımcıları arasında adına rastlanmaktadır[21].

Nuri Efendi’nin bir başka önemli faaliyeti ise 1. Dünya Savaşı sırasında kırk kişilik bir Mevlevî gönüllüler grubu oluşturarak cepheye göndermesidir. 26 Kanun-ı sani 1330/ 8 Şubat 1915’te çıkan 5680 numaralı Âhenk gazetesinin haberine göre Nuri Efendi’nin oluşturduğu kırk kişilik bir Mevlevî gönüllü grubu, yapılan bir törenden sonra Uşak treniyle Konya’ya doğru yola çıkmıştır[22].

Nuri Efendi’nin İzmir işgalinin öncesi ve sonrasında da boş durmadığı ve bazı faaliyetlere giriştiği anlaşılmaktadır. Başlangıçta Jön Türkler’le ilişkileri yüzünden İttihatçılara yakın olan, hattâ belki de bu yüzden sürülen Şeyh Nuri Efendi, zamanla cemiyetin yanlış politikaları sebebiyle herhâlde onlardan uzaklaşarak İtilafçılara yaklaşmıştı. Bu nedenle olsa gerek ki İzmir’deki ittihatçı kadro, önce İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti üyeleri içinde yer alan ve büyük kongre hazırlığı öncesinde İstanbul’a gönderilen heyet içinde de bulunan[23] Nuri Efendi’yi ve birkaç kişiyi, işgale karşı kurulan direniş ve örgütlenme çalışmalarında itilafçılara yakın gördükleri ya da aktif olarak çalışmalara katılmadıkları için bir nevi darbeyle dışarıda bırakarak olumsuz bir tavır içine girmişlerdir[24]. Moralızade Nail’in Mütarekede İzmir Olayları’nda verdiği bilgiye göre ise, İzmir’in Yunanlılar’a ilhakına engel olmak ve Anadolu’nun sesini itilaf devletleri temsilcilerine duyurmak için 23 Kasım 1918’de kurulan Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin çalışmalarına katılan ve cemiyetin Garbî Anadolu Kongresi’nin genel merkez üyeliğine Ali Nazmi, Tokadîzade Şekip, İbni Hazım Ferit ve Moralızade Nail’le birlikte seçilen Şeyh Nuri Efendi, cemiyetin sekreterliğine eski ittihatçılardan Cami Baykut’un, veznedarlığına da Moralızade Halit’in getirilmesine içerleyerek devamı kesmiş, bunun üzerine cemiyetin, Yunanlıların Ege’ye çıkmalarına engel olmak için İstanbul ve Paris’te itilaf devletleri temsilcileriyle görüşmek üzere kurulan heyetten de çıkarılmış ve yerine de başka üye alınmıştır. Moralızade Nail Bey’e göre Nuri Efendi, bu konuda cemiyete engel olmuş ve çalışmaları akamete uğratmıştır[25].

Nuri Efendi’nin İzmir’in işgali sırasında başka çalışmalarına da rastlıyoruz: O da işgalden sonra müftü Rahmetullah Efendi başkanlığında belediye başkanı Hacı Hasan Paşa, Nuri Efendi ve Şerif Remzi’den oluşan bir heyetle, Yunan işgal kuvvetleri komutanı Zafiriu ve Amiral Calthorp’la görüşerek İzmir’de işlenen cinayetlere karşı bir tedbir alınmasını istemişlerdi. Nurettin Efendi’nin, Teşvik-i Maarif Cemiyeti başkanlığı görevini yaptığı yolundaki bilginin ise gerçeği yansıtmadığı belirtilmektedir[26].

Hasta düştüğü son günlerine kadar şiirle meşgul olan[27] Mehmet Nurettin Dede’nin ölümü de işgal devresinde olmuştur. 4 Aralık 1920’de vefat eden Dede’nin cenazesi, “dedegânın tehlil ve tevhidleri eşliğinde binlerce” diye ifade edilen kalabalık bir cemaatin katılımıyla Hisar Camii’nde kılındıktan sonra Mevlevîhane’nin haziresine gömülmüştür. Nurettin Efendi’nin vefatı ve cenazesi, mahallî Âhenk Gazetesi’nde ilgililere “Ziya-ı azim ve ihtifal” başlığıyla duyurulmuştur. Gazetede Nuri Efendi, yeri doldurulamayacak fazıl bir kişi olarak değerlendirilmekte, aile ve çevresine taziyet dilenmektedir[28].

 Vefatından üç gün sonra aynı gazetede Râgıp Paşa-zâde Mehmed Ali Efendi, Şeyh Nûrî Efendi hakkında şu mersiyeyi yazmış ve yayımlamıştır[29].

 

                                   Fā‘ilātün Fā‘ilātün Fā‘ilātün Fā‘ilün

 

Pîr-i Mevlânâ-yı Rûm’un bende-i dil-dâdesi

                                   Nûr-ı Hakk’ın bir hakîkat âşık-ı dil-dâdesi

 

                                   İzmir’in Şeyhu’ş-şehîri post-nişîn-i Mevlevî             

                                   ‘Azm edip gülşen-serâya oldu şimdi uhrevî

 

                                   Rûh-ı pür-nûruyla pervâz eyledi dün cennete

                                   Ehl-i dil neylerle giryân eyledi ol hazrete

                                  

                                   Kalb-i pâk-i Nûrî’nin âyînesiydi nûr yüzü

                                   Meclis-i ilminde Şeyhin Mesnevi’ydi her sözü

 

                                   Zikr ü fikri zübde-i âmâli Allâh u Celâl

                                   Hâl ü şânı mûcib-i Kur’ân-misâl âyet-meâl

 

                                   Allâh Allâh böyle bir şeyh-i nebâhat Ahmed’in

                                   Mazhar et yâ Rab hidâyet et şefâ‘at Ahmed’in

 

                                   Râh-ı Mevlânâ’da rehber Hazret-i pîr-i külâh

                                   Vird-i dervişân Muhammed’dir murâd ancak İlâh

                                              

                                  

İzmir Fikir ve Sanat Adamları adlı değerli eserinde Ö. Faruk Huyugüzel, “Mehmet Nuri Efendi’nin, Abdülhamit devrinde bir şair olarak tanınmasına ve sürekli edebiyat meclislerinde bulunmasına rağmen İzmir basınında fazla bir şiir yayımlamadığını, İstanbul gazete ve dergilerinde bir şey yayımlayıp yayımlamadığının da bilinmediğini yazmaktadır. 1913 Ocağından itibaren ise Âhenk, Hıyaban, Muallim ve Musavver Mehasin gibi gazete ve dergilerde eski tarzda gazel, mersiye ve tarih kıtaları gibi şiirler yayımlamakla birlikte bunları da bir kitapta toplama yoluna gitmediğini ilâve etmektedir. Ömer Faruk Bey, Nurî’nin tasavvufî bir hava taşıyan ve oldukça olgunlaşmış bir dil ve üsluba sahip olan bu şiirlerinde Şeyh Galib ve Fuzulî etkilerinin belirgin bir şekilde görüldüğünü belirtmektedir[30].

 İzmir gazete ve dergilerinde yayınlanan şiirlerinde “Mevlevî Şeyhi Nurettin” imzasını kullanan Nuri Efendi’nin şairliği, bestekâr ve mûsikîşinaslığı yanında önemli bir yönü de Dergâh’ta şiir ve mûsikî ile dolu bir ortamın hazırlayıcılığını yapmasıdır. Bildirimizin başında yazdığımız gibi çok iyi ney çalan ve kardeşi neyzen Cemal Efendi’ye ilk ney derslerini veren Nurettin Dede, aynı zamanda Neyzen Tevfik’in yetişmesinde de önemli bir rol oynamıştır[31].

Sonraları müptela olduğu şarabın da etkisiyle gitgide düzensiz, derbeder bir hayat yaşayan Neyzen, 1919’da yazdığı “Tercüme-i Hâlim” adlı uzun şiirinde, İzmir’deki o mutlu günlerini hasretle yâd ederek, Nurettin Efendi’nin emriyle Cemal Efendi’den nasıl ders aldığını, notayla meşk edip ney elde başta külâh, sema’a, mutribe girip Hazret-i Pîr’in (Nurettin Dede) feyzinden istifade ederek bir yıldan az kısa zamanda vezin ve kafiye öğrenerek gazeller yazıp Muktebes’e gönderdiğini, burada büyükler meclisinde Eşref, Memduh, Şekîb, Nevzat, Hakkı, Ruhi Baba gibi büyük insanların arasına nasıl karıştığını anlatır. Bu şiir aynı zamanda genel olarak Mevlevîhânelerin şiir ve müzik gibi güzel sanatları besleyen ortamını, özel olarak da o günlerdeki İzmir Mevlevîhânesi’nin kültür ortamını, müdavimlerini, şiir ve mûsikî ile ilişkisini göstermesi bakımından da önemlidir:

            Peyimde mâzî-i ekdâr, önümde âtî-i gam

            Şu hâle bak, medet ey çâre-sâz-ı kalb-i elem

           

Deyip de elsiz ayaksız düşünce Dergâh’a

Göründü pîr-i tarîkat hemen bu güm-râha

 

O zât-ı mürşid-i a’zam ki Şeyh Nûreddîn

Harîm-i mahfil-i irfanda câ-nişîn ü metîn

 

O anda ber-taraf oldu hemen suâl ü cevâb

Dedi “biraderi gör, durma eyle meşke şitâb!”

 

Cemâl Efendi ki şeyhin birâderi hem de

                        Birinci ney-zeni Dergâh- Pîr’in hem de

                       

                        Kemâl-i vecd ile teblîğ-i emr-i Şeyh etti

                        Kabûle mazhar olup şevk u gaşy ile bitti

 

                        Sarıldı dâmen-i üstâda öptü ellerini

                        Der-i Cemâl’ine vakf etti cânını, serini

 

                        Açıldı bâb-ı füyûzu hazîne-i hünerin

                        Kapandı perde-i âlâmı ömr-i derbederin

 

                        Notayla meşke devam etti şöyle birkaç mâh

                        Semâ’a mutribe girdi ney elde, başta külâh

 

                        Füyûz-ı Hazret-i Pîr’e şu en celî bürhân

                        Ki geçmeden sene nazm u kâfiye vü evzân

 

                        Yakıştı ağzına, az çok dilindeki hevese

                        Ve hem de yazdı gazeller sütûn-ı Muktebes’e

 

                        Tanıştı bir çok e’âzımla şimdi İzmir’de

                        Bulundu hayli zaman meclis-i ekâbirde

 

                        Cenâb-ı Eşref’e, Abdülhalim Memduh’a

                        Şekîb’e, Hakkı’ya, Nevzâd’a, âh Ruhî Baba

 

                        Ederdi tekkede hizmet bu ehl-i irfâna

                        Karıştı işte bu yolda miyân-ı insâna

 

            Nurettin Efendi’nin yetişmesinde önemli rol oynadığı diğer bir şahıs, başta da söylediğimiz gibi yeğeni Rakım Elkutlu’dur. Bu ünlü bestekârın dayısı olan Nurettin Efendi, teşvikleriyle yirmi yaşlarında iken Elkutlu’yu bestekârlığa başlatmış, 24 yaşlarında birlikte İstanbul’a gelerek Ahmet Irsoy’la tanıştırmış, 35 yaşlarında iken de özellikle neyzenbaşı Emin Dede, Tokadîzâde Şekip, ve Müstecabîzâde İsmet’le beraber Mesnevî’den seçtikleri beyitleri esas alarak karcığar makamındaki Mevlevî âyininin bestelenmesine ön ayak olmuştur. Bu onun büyük bir hizmetidir. Âyin, Konya Mevlevîhanesi’nce de beğenilince diğer Mevlevîhanelerde ve bütün Türkiye’de okunmaya başlamıştır. Bu âyinle ilgili anlatılan hikâyeye göre, Nurettin Efendi, yedi yaşından itibaren devam ettiği on yedi yaşından beri âyinhanlığını, yirmi yaşından beri de İzmir Mevlevîhânesi’nin kudümzenbaşılığını yapan yeğeni Elkutlu’ya bu âyinin güftesini vererek bestelemesini istemiş. Rakım Elkutlu, âyinin bestesini bir gecede bitirerek ertesi gün tekkede âyinin hazır olduğunu söylemiş. İşi ciddiye almadığını ve baştan savma bir beste yaptığını zanneden dayısı, Râkım’ı kovmuş; fakat yakınlarının ısrarıyla okunmasına razı olarak âyin okunmuş, bittikten sonra da çok beğenerek gönlünü almış[32].