Prof.Dr.Kenan ERDOĞAN

Prof.Dr.Kenan ERDOĞAN

[email protected]

Böcek ve Namaz

12 Şubat 2017 - 08:49 - Güncelleme: 12 Şubat 2017 - 08:58

Böcek ve Namaz

Yaz yorgunluğundan, biraz kurtulmalı, hareket etmeli derken günün mübarek Cuma günü olduğu aklıma geldi. Oh ne güzel! Öyleyse Mesir, diğer adıyla (Koca Yavuz’un eşi Hafsa) Sultan Camii’nde Cuma’yı kılayım diyerek bir taşla birden çok kuş vuracak, birçok dost ve ahbabla da görüşme fırsatı bulacaktım.

Vakit daralmıştı ve tıraşlı olmadığım aklıma geldi. “Böyle de insan içine çıkılmaz!” diyerek nefis, bahaneler arıyordu ki bu düşüncemden caydırmak için. “Beni olduğum gibi kabul etsinler”, “tatilde de sinek kaydı traş mı olacaktım yani” diyerek kararımdan geçmedim.

Ezan okunuyordu ve avlu bile şimdiden yarı yarıya dolmuştu. Biraz daha geç kalsam yer sıkıntısı çekecektim. Ancak her zaman içerde bir kişiye daha yer bulunur diye daldım kalabalığa. Saf tutuldu, şükür bana da yer bulundu. Sünneti kılarken miyop gözüm nasılsa öndeki arkadaşın üstünde kıpırdayan küçük bir şeye takıldı. Selam verdim, yakından baktım. Siyah-beyaz, beşiktaşlı, hayır gri noktalarıyla küçücük bir böcekti bu. Kırmızı benekli uğur böceğinin üçtebir büyüklüğünde Beşiktaşlı küçük bir böcek. Ne yapsam ne etsem diye epeyi düşündüm. Hani saf tutarken meğer ön saflara kadar gelmişim de haberim yokmuş.  Dışarı alıp çıkayım dedim insanları yararak çıkmak bir hayli zordu. Sonra küçücük bir böcekten bir şey olmaz canım, akrep değil ya! Diyerek ateşli bir hutbe irad eden hatibe kulak verdim. Hatip kıravatsız, tişörtlü pala bıyıklı sıradışı biriydi. Ve ilginç bir tarz ve üslûpla hitap ediyordu. Sa’d diye « meleklerin yıkadığı » bir genci anlatıyordu: Asr-ı saâdetde Peygamber zamanında yaşayan. Özetle kendisi siyah tenli olduğu için alay edilmiş, evlenmek istediği hâlde kız verilmemiş, ancak peygamberin emriyle kız ve para bulunmuş ve evlenmiş, saf ve samimi bir genci.. Pazarda düğün sabahı acil cihat çağrısına uyup evine değil de düğüne gider gibi harbe giden bir genç. Sonucu belki de bilirsiniz. Genç şehid olur ve Hz. Peygamber o genç defnedilirken bir üzülür bir güler. Sebebini sorduklarında da gencin durumunu anlatır. Vefatına üzüldüğünü ancak hurilerle evlendiği için de gülümsediğini ilâve eder. Hatip çok canlı bir üslûpla olayı anlatıyor böcek de durmadan kıpır kıpır dönüp duruyordu. Bir ara baktım önümde. Hani şöyle heyecanlı güzel bir hutbede insanlar da rahatsız edilmezdi yani. Böcek ne bilsindi bunu. İş başa düşmüştü. Kimseyi rahatsız etmeden bir çözüm bulmalıydı. Sonunda böceği aldığım gibi gömleğin göğüs (döş) cebine koydum düğmesini de ilikledim. Böylece bir zaman böceği hapsederek problemi halledecektim. Ayrıca insanlar namaza kalkınca böcek ezilmeden kurtulur, başkası da rahatsız olmazdı. Neyse namaza durduk. Durduk durmasına da aldı beni bir kaşıntı. Sanki küçük yaramaz kılların arasında ormandaki kara gözlü ceylanlar gibi göğsümde dört dönüyordu.Evhamlanmıştım da. Ya zararlı bir böcekse? Ya ısırır veya sokarsa. Daha neler?  Alt tarafı küçücük bir böcek. Hem bu senin namazdaki huzurun ne huzur böyle. Hani Hz. Ali Efendimizin ayağına ok batmıştı da namazda çıkarmışlardı acısını hiç duymadan. Hani bir Osmanlı askerinin (Çanakkale de mi, başka bir savaşta mı) namazdayken önünde top patlayıp yaralamıştı da namazını gene bozmamıştı. Sen ne menem bir müslümansın ki bir küçücük böcek bütün namazını berbad ediyor diye hayıflanarak sabırla huzurda olduğumu hatırlayarak dayanmaya çalıştım. Şimdi kaşınmanın yanında biraz da gıdıklanıyor, huylanıyor gibiydim. Eskilerden Hasan amca gibi içimden “Allâhümmessabirin” çektim. (Aslında doğrusu “İnnallâhe ma’assâbirîn”miş -Allâh sabredenlerle beaberdir anlamında- sonradan öğrendim.) Hani iki rekatlık namaz uzamış ta uzamıştı. Neyse ki namaz bitti önce sağa, sonra sola selâm verdik. Sol tarafa baktığımda küçük yaramaz bu defa sol yandaki komşunun omzundaydı. Başkası olabilir diyerek cebimi boşalttım, bir güzel aradım, yoktu. Bu arada kaşınma faslı da birden şıp diye kesilmişti. Demek nasıl etmişse mübarek, ilk fırsatta dışarı fırlamış yine ilk fırsatta taarruz tepesinde, (bu deyim biliyorsunuz sevgili Heredot Cevdet yani Hasan Kaçan’ın  Ekmek Teknesi’ndeki bir deyimiydi) arkadaşın omuzunda yerini almıştı. Kendi kendime « Allâh iyiliğini versin! Amma da ödlek adammışsın » diye kızdım. Ama olan namaza olmuştu galiba. Allâh kabul etsin, oldu mu, olmadı mı, epeyce ikirciklendim, fakat ne bileyim hocalara sormalıydı. Ama her ihtimale karşı da bari “zuhr-ı âhiri” kılmalı diyerek son öğle namazının farzını kıldım. Böcek hâlâ kafamdaydı ama etrafa baktım ortada yoktu, kayıptı. Bulmak için ne yapmalıydı bilmem. Ama ilan verecek değildik sonuçta. Fakat ben bu işe şaşa kaldım, tana kaldım. Nerden çıkmıştı bu böcek, şimdi nic’olmuş, nereye gitmişti. Cevapsız sorulardı bunlar. Ne bileyim ben, belki de sadece bana nefsimin bir oyunu, yalnızca bir kuruntuydu.                       05.09.2003 Manisa