Kırkağaçlı Remzî’nin Ahlak, Sanat ve Aşk Anlayışını Gösteren Üç Koşması
Doç. Dr. Kenan ERDOĞAN1
Daha önceki iki yazımızda, hacimli bir Mecmuası üzerinde çalıştığımızı söyleyip, şiirleri içinde Manisa ve kazaları ile ilgili birçok şiiri de olan Manisa Kırkağaçlı Âşık Remzî’yi, Türk edebiyatı ve Manisalılara il defa tanıtarak, onun gençlere öğüt verdiği bir destanı ile halk edebiyatı nazım şekillerinden beş koşmasını yayınlamıştık..
Bu yazımızda onun aşk, ahlak ve sanat anlayışını gösteren üç koşmasını değerlendirerek neşredeceğiz.
Aslında, çoğu halk şairinde olduğu gibi, öğretici (didaktik) üslubuyla pek çok şiirinde öğüt vermeyi seven şairin, önceki yazımızda geçen şiirlerindeki bir çok mısralarında da kısmen onun aşk, ahlak ve sanat anlayışını gösteren beyitleri bulunuyordu:
Örneğin gençler için söylediği nasihat destanında, onların millî ve manevî değerlere önem vererek edep erkan öğrenmesi, ana babaya itaat edip onların rızasını alması, önce terbiye ve edep sonra serseri gezmeyi bırakıp okula giderek gece gündüz çalışıp okuma yazma ve ilim bilmesi, okuduğu ilimle amel ederek Allah’a yaklaşması, insanın aklını başından alan ve delice işler yaptıran aşk hastalığına yakalanmaması, yaramaz yaşıtlarıyla konuşarak içki, zina, kahve ve oyun gibi kötü alışkanlık ve huylardan uzak durması gerektiği, ilim ve meslek öğrenerek güzel huylu biriyle evlenip namaz oruç gibi dini emirlere uyması lazım geldiği, bir mürşid-i kamile bağlanarak elini, belini ve dilini koruyup edep erkan öğrenmesi icap ettiğini öğütleyerek bu destanı gençlere armağan ettiğini belirtmişti.
Destanın altında yer verdiğimiz halk edebiyatı nazım şekillerinden 11’li hece vezni ile yazılmış koşmalarında ise, öncelikle tasavvuf şiirinin en çok üzerinde durulan konusu “edeb” kavramı üzerinde yeniden durarak insanoğlunun nam ve nişanının, şeref ve şanının edep olduğu; kişinin insanlar içinde hüsn-i ahlak (güzel ahlak)la iffet ve edeple mümtaz (seçkin) olması, aklını başına derip benlik etmemesi gerektiği, çünki erenlerde (Bektaşilik’te) evvel emirde lazım olanın “edeb” olduğu belirtiliyordu. Tıpkı Hz. Peygamberin bir hadisinde “iki dudak arasına (apış arası ve dili,dudağı) sahip olana kıyamette ben kefilim” buyurması gibi, gerçekten de Tasavvufta ve Bektaşîlik’te edeb, yani eline, diline ve beline sahip ve hakim olma, erdemli yaşama çok önemlidir.
Aynı makalemizde yayınladığımız bir şiirinde ise onun aşk anlayışının bir yönünü buluyorduk; Hakikat yoluna gitmek için mecazdan geçilmesi, ilahi sırları anlamak için de göz yumup dünyadan çekilmesi gerektiği.. aşkın şarabından içmedikçe de ilahi sırların gönle doğmayacağı vurgulanıyordu. Konuyla ilgili bu iki dörtlüğü burada yeniden veriyoruz:
Râh-ı hakikata doğru gidilmez
Tarìk-ı mecâzdan geçilmeyince
Esrâr-ı ilâhì idrâk edilmez
Göz yumup dünyâdan çekilmeyince
……
Remzì terk eyleme sen işbu râhı
‘Âşık ol ‘aşkıle et âhı vâhı
Tulû‘ etmez kalbe ‘aşk-ı ilâhì
‘Aşkın şarâbından içilmeyince
Aşağıdaki şiirlerinde ise şairin konuya şiir boyutunda ve daha farklı baktığını görüyoruz. Şair, sanki bu şiirinde, aşkta ve evlilikte sadakatin ve sevdiği kişide ahlakın ne kadar önemli olduğunu anlatarak istediği ve aradığı ölçüleri -kriterleri- ortaya koyan bir beyanname neşretmektedir kendince.
Buna göre şair, “evet ben bir âşığım, güzel severim fakat onun da kendim gibi namuslu olmasını isterim. Huysuza meyl etmem, tabiatım bu ya, her bakımdan temiz ahlaklı olmasını isterim” demektedir. Sonra devam ederek diğer dörtlüklerde de aynı konuya (ahlak ve namus) vurgu yapıyor: “Canım çıksa da bu huydan geçmem. Sen kıymetimi bil de benden vazgeçme. Tek yabancılara yar olma, ben senden bir şey istemem”. Çünki “mayası bozuk vefasızlar insanın başına bin türlü bela getirir. Onun için güzellerden her zaman ırz ve namusuna dikkat etmesini isterim”.
Bir sonraki şiirde ise tasavvuf terbiyesinde ve Bektaşîlik’te (kendisi bir dönem Bektaşîliğe bağlanmıştır) kişinin ahlak eğitiminde önemli olduğunu vurguluyor.
Bizler Bektaşîyiz ne sandınız siz. (Değer tanımaz yolsuz erkansız biri mi?) Bizim tuttuğumuz yol doğruca Allâh’a gider. Bizler nefsimize uyarak haram, zina, livata gibi kötü fiilleri işlemeyiz. Biz Allâh’tan gayrı her şeyden (varlık) elimizi çektik. Bizim elimiz, dilimiz bağlanmıştır. Çünki biz Hacı Bektaş-ı Velî’ye bağlandık ve başka kimseye minnet etmeyiz.
Son olarak üstünde “Manisa’da söylenmiştir” yazılı şiirinde ise, spordan sanata onun çeşitli konulardaki düşüncelerini buluruz. Değişen dünyaya ve şartlara direnen, onlara karşı çıkarak acı acı yakınan bir şiirdir bu. Bu şiir bir yönden de yeniliklere karşı geleneği muhafaza etmeyi amaçlayan söylemlerle doludur. Şairin yakındığı iki-üç temel konu vardır: Ona göre, hâlden-dilden anlayan insanlar, gerçek âşıklar kalmamış, buna karşılık hokkabazlık ve tiyatro meşhur olmuş, orospuların değeri artmıştır. Öte yandan gönül ehli ve şairlere hürmet ve itibar kalmamıştır. Halbuki eskiden şair ve pehlivan, halk arasında ne kadar muteberdi ve çoktu. Şimdi ise Remzî’den başka, sefil perişan bir şekilde gurbet gezen bir deli (âşık) bile kalmamıştır (yoktur).
Evet bu şiir bir yönden eskiden çok dediği Eğe’de âşıklık geleneğinin bitişini anlatmaktadır dersek yanlış olmaz.
Şairin yakındığı diğer bir konu ise ata sporumuz güreşe eskisi gibi ilgi gösterilmemesidir.
Üstteki mısrada tiyatrodan bahsederken hemen altta orospulardan söz etmesi ve onunla ilgi kurması, bu sanata o zaman hâlâ halk arasında iyi gözle bakılmadığı şeklinde yorumlanabilir. Ta Tanzimat’ta, Şair Evlenmesi’nde “Taratordan gelmek” şeklinde geçen deyim, medeniyeti içselleştirememiş sonradan görme zenginin sosyal sınıf atlamak için yaptığı bir tür caka satma, gösteriş ve fiyakası gibidir. Remzî’nin yakındığı yıllar Osmanlı’nın son, belki de Cumhuriyet’in ilk yıllarıdır ve hâlâ Müslüman aileler bu sanata mesafeli durmakta ve sahnede ancak Rum ve Ermeni gibi gayrı müslim bayanlar rol almaktadır.
Koşma, 11’li hece (s.913-914)
Ben ‘âşıkım mahbûb severim ammâ
Zâtım gibi ehl-i iffet isterim
Huysuza meyl etmem tabiat bu ya
Her cihetle pâk-tìnet isterim
Geçmem bu ahlâktan cân çıksa tenden
Sen de bil kadrimi vazgeçme benden
Tek yâda yâr olma sevdiğim senden
Ne bir bûse ne de vuslat isterim
Remzì fürû-mâye olan bì-vefâ
Getirir ‘âşıkın başın bin belâ
Anın için güzellerde dâ’imâ
‘Irzı nâmusuna dikkat isterim
Koşma, 6+5=11 (s.893-894)
İntisâb eyledik biz Nâzenìne
Biz gayrı tarika hizmet etmeyiz
Eyvallâh diyerek kırklar demine
Dehrin ikbâline hürmet etmeyiz
Bizler Bektâşiyiz ne sandınız siz
Doğru Hakk’a gider tuttuğumuz iz
Harâma zinâya livâtaya biz
Uyup nefsimize cür’et etmedik
Remzì mâsivâdan çektik elimiz
Bağlanmıştır lisânımız belimiz
Şâh-ı velâyettir bizim velìmiz
Başka bir velìye minnet etmeyiz
Koşma, 6+5=11 (s. 888)
(Koşma Mağnisa’da söylenmiştir)
Ehl-i dil kadrini bilir dünyâda
‘Asrımızda bir irfâna kalmadı
Gürûh-ı ‘âşıkân devr-i fenâda
Çekildiler hep nihâna kalmadı
Hokka-baz tiyatro buldu şöhreti
Arttı ruspuların kadri kıymeti
Ehl-i dilden kaldırdılar rağbeti
Şimdi hürmet şâ‘irâna kalmadı
Evvel mu‘teberdi şâ‘ir pehlivân
Kesret üzre bulunurdu her zaman
Remzì senden gayrı sefìl perìşân
Gurbet gezen bir dìvâne kalmadı
1 Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. Manisa.
Bu yazı, Manisa’da 25.05.2007 tarihli Hürışık Gazetesi’nin 4. sayfasında yayınlanmıştır.