Erkan AKBALIK

Erkan AKBALIK

[email protected]

Manisa'da Bir Esir/Misafir Kampı

17 Ocak 2024 - 09:34


Manisa’da Bir Esir/Misafir Kampı*

 “Savaş” kelimesi, Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele” olarak ifade edilmiş. Bir cümle ve bir satır ile anlatılmaya çalışılan korkunç kelime. Yakın tarihte, milletimizin yaşadığı savaşlar dimağlardaki yerini korumaya devam etmektedir. “Kelime” bir cümle ile anlatılırken, göz önünden Balkan Savaşlarında, Çanakkale’de, Milli Mücadele’de, Yemen’de, Sarıkamış’ta ve daha nicelerinde yaşananlar film şeridi gibi geçiyor. Bu savaşlar ve sonrasındaki hayatlar kaç cilde sığar ki?
            Diğer taraftan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşı anlattığı şu sözünü hatırlıyorum; “Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.” Müthiş tepitler. İşaret ettiği sebepler dışında girilen savaşlar gerçek anlamda bir cinayettir. Bunu Dünya’nın muhtelif yerlerinde hala devam eden savaşlarda çok net bir şekilde görebiliyoruz. Bu cinayet sadece savaş esnasında tarafların birbirinin canlarına kast etmesi olarak yorumlanmamalı. Savaş sonrasında, savaşa maruz kalmış toplumların yıllar boyu yaşadıkları travmalar en az savaş esnasında yitip giden hayatlar kadar önemlidir.
            Bu travmaları en şiddetli yaşayanlar hiç kuşkusuz esarete maruz kalanlardır. Savaşlardan bahsedilirken esirler genelde alt başlıktır. Oysaki onların yaşadıkları belki de savaş trajedisinin en hüzünlü hikâyeleridir.
            Bu yazımızda, Manisa özelinde, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarındaki İngiliz esirlerden ve tutuldukları kamplardan biri olan Manisa kampından bahsetmek istedik. İngiliz demişken, bu savaşlarda, esas oğlan rolündeki bu devletten söz etmemek olmaz. Bir zamanlar kendilerini, güneşin batmadığı devlet olarak tanımlayan İngilizler, bu payelerini(!), yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürdükleri devletlerden aldıklarından ne hikmetse bahsetmezler.
            İngilizler, özellikle birkaç yüzyıldır Dünya üzerinde savaşların ve karışıklıkların ya doğrudan ya da dolaylı olarak içindedirler. Bu savaşlarda ya özne ya da gizli öznedirler. Osmanlı Devleti’nin son yüzyıla kadar hüküm sürdüğü coğrafya, onlar için iştah kabartıcı ve sömürülmesi gereken bir alandı. Bunu yapmanın diğer devletlere ve milletlere yaptıkları kadar kolay olmadığını da çok iyi biliyorlardı. Bu topraklar üzerindeki planlarını hayata geçirebilmek için daha farklı metotlar geliştirdiler. Yapacaklarını belli bir tarihe yaydılar ve yaptılar/yapmaya çalıştılar. Birinci Dünya Savaşı ile hedeflerine çok yaklaştılar. Belki çok zarar verdiler ama başarılı olamadılar. Çanakkale’de, Kut’ül Amare’de yedikleri tokatları sanırım hiçbir zaman unutmayacaklardır.

            Birinci Dünya Savaşı’nın bitimi ile birlikte esir kampları, savaşın tarafı olan ülkelerce muhtelif yerlerde oluşturulmuştu. Birçok cephede, topraklarını ve tebaasını korumak için savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin de mücadele verdiği yerlerde 202.152 askeri esir düşmüştü.  Sibirya’dan Myanmar’a, Korsika Adası’ndan Kanada’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada esaret altında kalan Osmanlı askerlerinin çoğunluğu İngilizlerin elinde idi. Bu rakam yaklaşık olarak 134.477’dir.

 

            İngilizler esir kamplarını, Hindistan, Burma, Mısır, Yunanistan, Basra, Bağdat, Kıbrıs, Malta ve Man Adası gibi muhtelif yerlerde oluşturmuşlardı. Esir aldıkları askerleri çoğunlukla farklı coğrafyadaki kamplara gönderiyorlardı. Örneğin Hindistan’a gönderilen Türk asker sayısı yaklaşık 15.000’dir. Bu askerler öncelikle Basra’daki kampta toplandıktan sonra Hindistan ve Burma’ya sevk edilmişlerdir. Buradaki askerlerimiz maalesef bakımsızlık, muhtelif zehirlenmeler, kamp içinde meydana gelen çatışmalar ve hastalıklar ile vefat etmişlerdir.

            İngilizlerin elindeki askerlerimizin, maruz kaldıkları kötü muamele, bakımsızlık, işkence ve diğer olumsuzluklara çok fazla örnek verilebilir belki ama bunların en acısı ve bilineni hiç şüphesiz Mısır’ın İskenderiye şehrinde bulunan Seydi Beşir Kuveysna Osmanlı Useray-ı Harbiye (Harp esirleri) kampıdır.

            Bu Kampta bulunan 15.000 askerimiz de diğer kamplarda bulunan askerlerimiz gibi olumsuz şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Kampın fiziki özellikleri de ayrı bir işkence sayılırdı. Sahilden yaklaşık 3 km kadar içeride tamamen tel örgülerle çevrili olan kampta askerlerimiz korunaksız yapılarda, sıcak havadan, rüzgârlı havada çöl kumlarından ve soğuk havalarda rutubetten etkilenen yapılarda, insani olmayan şartlarda yaşıyorlardı. Bu fiziki şartlara paralel olarak beslenmedeki yetersizlik ve bozuk gıdalar hayatta kalmayı güçleştiriyordu. Ağır şartlar beraberinde verem, dizanteri ve uyuz gibi hastalıkları da getirmişti. Olumsuzluklardan psikolojisi bozulanların kimisi intihar ediyor kimisi ise akıl hastanesi yatırılıyordu.

Fotoğraf-1 İngilizlerin elindeki Osmanlı Askerleri

            Salgın hastalıkların artması ile birlikte İngilizler sanki bekledikleri bir fırsata kavuşmuş gibi ilginç bir sterilize metodu uyguladılar. Bütün esirleri hazırladıkları ilaçlı su dolu kazana sokuyorlardı. Fakat bu kazanda sadece ilaçlı su yoktu. Kazana katranda (krizol) ilave etmişlerdi. Kazana girenlerin her tarafı yanıyor ve acı içinde bağırıyorlardı. Kazana girmek istemeyenler kırbaç ya da benzeri yöntemlerle zorla sokuluyordu. Suya kafalar dâhil bütün vücudunu sokmak mecburdu. Sokmak istemeyenler dipçiklenerek de olsa kafalarını sokmak zorunda kalıyordu. Acı sonuç kafasını çıkaran askerler ile birlikte görülmeye başlandı. Sözde sterilize edilmek üzere ilaçlı suya girip çıkan her asker gözünü kaybediyordu. Bu şekilde 15.000 askerimiz kör olmuştu. Mısır’daki bu dram 28 Haziran 1921 tarihinde TBMM getirilmiş, Mustafa Kemal Atatürk ve 10 bakanın imzası ile siyasi soruşturma başlatma kararı çıkartılmıştır.

Anadolu’da İngiliz Esirler

            Yukarıda verdiğimiz acı örnekleri farklı boyutlarda diğer esir kamplarında da görebiliyoruz. Bu misaller, sözde üzerinde güneş batmayan devletin -savaş esiri bile olsa- insanlara karşı reva gördüğü kötü davranışları ve uluslar arası hukuku hiçe saymalarını gözler önüne sermektedir.

            Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, eğer bir yerde savaş var ise tarafların esir vermesi de kaçınılmazdır. İngilizler savaştığı ülkelerin askerlerini esir aldıkları gibi kendileri de esir düşmüşlerdir.  Savaşın bitimine müteakip Osmanlı’nın elindeki İngiliz esir sayısının 16.583 olduğunu, İngilizlerin kendi kaynaklarından öğreniyoruz. Bu esirler 7’si Anadolu dışındaki topraklarda olmak üzere toplam 46 kampta tutulmuşlardır.

Fotoğraf-2 Afyonkarahisar’da İngiliz Subaylarının kaldıkları yer.

            Osmanlı Devleti, uluslararası hukuk kurallarının da üzerinde, esirlere karşı hüsn-ü muamelede bulunmuştur. Osmanlının elindeki esirlerin durumları incelendiğinde, esir yerine misafir demenin daha doğru olacağı görülecektir. İngilizlerin yaşam standartlarının Osmanlı’daki ortalama yaşam standartının üzerinde olması ve devletin içinde bulunduğu zor şartlar ve imkânsızlıklar dikkate alındığında, esirlere sağlanan imkânlarının ne kadar geniş olduğu takdir edilecektir. Savaşın başlamasından bir süre sonra, 1915 yılında Devlet, “Üsera Hakkında Talimatname” başlıklı bir yazı yayınlayarak, muhtelif yerlerdeki esirlerin mümkün olduğunca benzer şartlarda yaşamasını sağlamaya çalışmıştır. Bu talimatnamenin ilgili maddesi gereğince esir subaylar şereflerine göre ev ve otellerde kalabileceklerdi. Bu uygulama Bursa ve Eskişehir gibi bazı yerlerde esirlerin yanlarında muhafızları olmadan serbestçe dolaşmasına kadar esnemiştir. Yine bu talimatname gereği, esirler kendi yemeklerini kendi inançlarına göre hazırlayabilecekler ve yeme içme konusunda kendilerine baskı yapılmayacaktı ve yapılmadı. 


Fotoğraf-3 Afyonkarahisar kampındaki(!) İngiliz esirler
(Fotoğraf, Mesut Uyar’dan alınmıştır.)

Manisa’da Bir İngiliz Esir Kampı
            1915 Yılında yürürlüğe giren talimatname ile birlikte Osmanlı Devleti içindeki esir kamplarındaki uygulamalar çok küçük farklılıklar ile birlikte hayata geçirilmiştir. Talimatnameden önce de esirlerin -diğer ülkelerdeki Türk esirlere kıyasla- çok kötü durumda olduğundan bahsetmek oldukça yanlış olacaktır.
            Manisa’da da bir esir kampı vardı. Zaman içinde kampta kalan esirlerin mevcutları farklılıklar gösterse de genellikle İngilizlerin ve bunlar içinde de İngiliz denizcilerin tutulduğu bir kamp olmuştur. Anadolu’daki İngiliz esir kamplarını doktora tezi için 2013 yılında iç ve dış kaynaklardan oldukça detaylı bir şekilde araştıran Sayın Mahmut Akkor’un tespitleri konu hakkında bizleri aydınlatmaktadır.
            Manisa’ya getirilen esirler, şehir merkezinde bulunan ve daha önceleri Yunan Protestan okulu olarak kullanılan binaya yerleştirildiler. Bu binanın etrafı yüksek duvarlar ile çevrilmiş, geniş bahçesi olan ve bahçe içinde de bir evi olan bu okul, hapishane olmadığı halde yapısı itibariyle esirler tarafından hapishane olarak kabul edilmekteydi.


Fotoğraf-4 İngiliz Esirlerin Manisa’da tutulduğu bölge

Önceleri daha kalabalık zamanları olsa da Eylül 1918’de kamptaki esir sayısı 63 idi. Burada kalanlara esir demek diğer ülkelerdeki bizim askerlerimize haksızlık olacaktı. Yapılan muameleler ve onlara tanınan haklar ile belki de misafir demek daha uygundur.
Peki, Manisa’da esir kampındakileri nerede ise muhterem(!) bir misafir gibi yaşatan bu haklar nelerdir?
Kış geldiğinde esirlere odalarını ısıtmaları için kamp yönetimince kömür temin ediliyordu. Günlük 125 okka yani yaklaşık olarak 160 kg. olarak verilen miktar bile bazı esirlerce yeterli görülmüyordu. Bununla birlikte esirlere aydınlatmada kullanmaları için gaz veriliyordu. Devir savaş ve yokluk devri, esirlere sağlanan imkânın birçoğundan vatandaş yoksundu.
Esirlerin parasal durumları; çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak ve alışveriş yapabilmeleri için elçilikten aylık 6 lira veriliyordu. Sivil esirler için bu paraya ek olarak firmalarından günlük 12 kuruş ve Londra’daki Merkezi Savaş Esirleri Komitesi’nden 20 İsviçre Frangı gönderilmekteydi. Yapılan yardımlar bu kadarla da kalmıyordu. The National Sailors’ & Firemen’s Union ve The Ellerman Lines LTD gibi kuruluşlar da esirlere yardım ediyorlardı. Tabii burada şunu belirtmekte fayda var bu yapılan yardımlar ve ödemeler hiçbir sekteye uğramadan Osmanlı Devleti tarafından sahiplerine veriliyordu.
Farklı bir ülkede ve kültürde bulunan kişilerin en çok zorlandığı konulardan biri de hiç şüphesiz yemektir. Manisa esir kampında bulunan esirlerin yemekleri kamp yönetimi tarafından karşılanıyordu. Fakat yemekler konusunda genel bir hoşnutsuzluk vardı. Yemeklerin kalitesi ve miktarını beğenmeyen esirler için kamp komutanı dışarıdan yiyecek almalarına izin veriyordu. Hatta kendi yemeğini yapmak isteyenler için kampın bahçesine bir de mutfak kurulmuştu. Bu gıdalardan hariç olarak haftada bir kez et dağıtımı da yapılıyordu. Bu arada esirler arasında bahçede tavuk ve kaz besleyenlerde vardı.
Manisa kampında kalan esirler inançlarının gereğini yerine getirmek istediklerinde şehirde bulunan Roman Katolik kilisesinde ibadet edebiliyorlardı. İzmir’den ayda bir kez esirlere para dağıtmak amacıyla gelen askeri papaz W.H. Brett, kampa geldiği gün dini ayin düzenliyordu.
Esirlerin sağlık sorunlarını ise Manisa’da bulunan askeri doktor gideriyordu. Gerektiği durumlarda kampa geliyor, hastaları tedavi ediyor ve gerekli ilaçları yazıyordu. Diş rahatsızlıkları için durum biraz daha zordu. Diş tabibi İzmir’den çağrılmaktaydı.
Temizlik bu gibi yerlerde belki de en can alıcı konuydu. Mısır’da kötü koşullar yüzünden salgın hastalıklara yakalananlar ve sterilize etmek için onları kasıtlı olarak katranlı sıvılara sokup kör edilmelerinin görünür sebebi hep temizlikti. Peki, bu temizlik Manisa kampında nasıl yapılıyordu? Kamp komutanı esirlere günlük 9 gram olmak üzere sabun tedarik ediyordu. Kıyafetlerini kendileri yıkıyorlardı. Kişisel temizlik için ise şehirde bulunan hamamı kullanabiliyorlardı. Bu hamamın 25 kuruş olan ücreti 10 kuruşa düşürülmüştü. Hamam haricinde esirler haftada 3 kez Gediz nehrini de kullanabiliyorlardı.


Fotoğraf-5, İngiliz esirlerin kullandıkları Tahtakale (Taht-el Kale) Hamamı

Manisa esir kampındaki esirlere sağlanan posta hizmeti de mevcut koşullara göre gayet iyi seviyede olduğu söylenebilir. Esirler yakınları ile haberleşmek için diledikleri gibi mektup, ihtiyaçları için ise koliler gönderip alabilmekteydiler.
 Bu kadar olumlu olduğunu düşündüğümüz şartlara rağmen Manisa kampı, sürekli olarak denetim amacıyla ziyaret edilmiştir. Bu ziyaretler bazen yerli bazen de yabancılar tarafından yapılmıştır. Kampın, İzmir’deki İngiliz Papaz tarafından 32 kez ziyaret edilmesi, esirlerin içinde bulundukları olumlu durumu özetlemektedir.
Sağlanan bunca imkân ve şartlara rağmen, savaş mahkûmları teftiş kumandanı Albay Yusuf Ziya Bey, Manisa kampını ziyaret ettikten sonra, kampta düzeltilmesi gereken bazı hususlar olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki mevcut kuralları yeniden düzenlemişti. Düzenleme ile birlikte esirlerin uymak zorunda olduğu yeni kurallar şu şekildedir:
  1. Tutsakların aşağıdaki yerlerde haftada 3 kere yürümeleri, spor yapmaları (futbol, tenis, kriket) ve diğer oyunlar için izinleri vardır:
  1. Mevlevihane’nin arka bahçesi
  2. Kuşçu Mevkii
  3. Hacılar Mevkii
Tutsakların her seferinde bu yerlerden birini seçme özgürlüğü vardır. Yürüyüş ve spor öğleden sonra saat 3’te başlayacak ve günbatımıyla mahkûmlar binada olacaklardır. Kuşçu mevkiinde mahkûmların balık avlamalarına ve nehrin güvenli yerlerinde banyo yapmalarına izin vardır. Dışarı çıkma günleri Kumandan tarafından belirlenecektir. Ancak mahkûmların isteğiyle bu günler değiştirilebilir.
  1. Bütün mahkûmlar aynı yere gidebilirler. Dışarıya çıkmak istemeyenler binada kalacaklardır. Yeterli sayıda gardiyan bu kişilere eşlik edecektir.
  2. Mahkûmların her zaman bahçe içinde volta atmasına izin vardır.
 
  1. Mahkûmlar haftada bir bina sınırları içinde konser verebilirler, bu konser sırasında ne Osmanlı Hükümeti’ne, ne müttefiklerine ne de mevcut savaşa dair hiçbir bahis veya ima olmayacaktır. Herhangi bir usule aykırılık durumunda konserler derhal durdurulacak ve icracılar cezalandırılacaktır. Akşam 8’de başlayıp 10.30’da bitecek konserlerde Kumandan ve tercüman hazır bulunacaktır. Program bir önceki gün Kumandana sunulacaktır. Kamp, yerleşim yeri yakınında bulunduğundan toplu halde şarkı söylemek, çevredeki insanları rahatsız edecek aşırı sesler yasaktır. Konserlerde ya da diğer günlerde mahkûmlar diğer mahkûmları rahatsız etmeyecek şekilde şarkı söyleyebilir ve enstrüman çalabilirler.
  2. Şehrin valisinin izniyle mahkûmlar haftada bir kez sinemaya gidebilirler ancak toplumdan ayrı oturacaklardır.
  3. Subaylar ve askerler mahkûmlara kötü muamelede bulunamazlar. Suç işleyen bir mahkûm Kumandan tarafından cezalandırılacak ve bu suçla ceza, bu amaçla tutulan bir deftere kaydedilecektir. Kumandan kendisini aştığını düşündüğü suçları üstlerine bildirecek ya da bunlar askeri mahkemenin huzuruna getirilecektir.
  4. Kampın kumandanı tarafından verilen tüm emirler askerler ve mahkûmlar arasında yanlış anlamaya mahal vermemek için İngilizceye çevrilecek. Askerler kendilerine verilen emirlerin sınırlarını aşamayacaklardır.
  5. Sabah ve akşam içtiması ile yatış ve kalkış saatleri belirlenecektir. Akşam içtiması güneşin batışıyla yat saati arasında bir zamanda gerçekleşecektir.
  6. Günlük alışveriş öğleye kadar bitirilmelidir. Bu her mahkûmun haftada bir kez alışverişe çıkma fırsatı alabileceği şekilde, alışveriş günlük 10 kişi tarafından yapılacaktır. Bu kişilerin isimleri Yüzbaşı Lazzolo ve Allen tarafından bir gün önceden Kumandana verilecektir.
  7. Pazarları ve dini günlerde mahkûmların toplu biçimde gözetimli olarak kiliseye gitmelerine izin vardır.
  8. Berne Konferansı’nın kararlarına göre mahkûmlara ilaçlar ücretsiz verilecektir.
  9. Barakalardan mahkûmların kullanımı için alınan odunlar arabayla getirilecektir.
  10. Her cumartesi öğleden sonra mahkûmlar en temizi olan Tahtakale Hamamı’na gidebilirler. Fiyatlar mahkûmlar için 25 kuruştan 10 kuruşa düşürüldü.
  11. Ayda bir mahkûmların kıyafetleri, yatakları ve yatak çarşafları dezenfekte edilecektir.
 Rus mahkûm Stanislav von der Bach Afyonkarahisar’a gönderilecektir. Diğer odalardaki aşırı kalabalığı azaltmak için bu odaya 4 kişi yerleştirilecektir.
  1. Her ayın sonunda Yüzbaşı Lazzolo mahkûmların durumlarını, istek ve şikâyetleri belirten bir rapor yazacaktır. Bu mektup kapatılıp mühürlenerek kumandanın kendi raporuyla beraber bana gönderilecektir.
  2. Bu kriterler herhangi bir zaman değiştirilebilir, bu durumda İngilizceye çevrilecek ve Yüzbaşı Lazzolo ve Allan’a birer kopyası verilecektir.

İmza: Yusuf Ziya Bey
Savaş Mahkûmları Teftiş Kumandanı
Manisa 18/6/1918

Yazımızın başında İngiliz esir kamplarındaki askerlerimizin yaşadıklarını birkaç örnek ile anlatmaya çalışırken aynı dönemde, Manisa özelinde Anadolu’daki esir kamplarını ve o kamplardaki yaşamlardan örnekler vermeye çalıştık. Aradaki farkın siyah ve beyaz kadar net olduğu kanaati ile binlerce yıllık devlet geleneği olan Türk Milletinin, bunun bir getirisi olarak, acılarına tuz basıp, insana merhamet hisleri ile yaklaştığını görebiliyoruz.
Kuruluş felsefesini, Şeyh Edebali’ nin Osmangazi’ye söylediği gibi “Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Prensibine uyduran bir devlet/millet elbette var oluş prensibini menfaat ve sömürü üzerine inşa edenlerle bir olmayacaktır. Esir kamplarında ve savaş meydanlarında canlarını veren kahraman vatan evlatlarının ruhları şad mekânları cennet olsun.

Erkan AKBALIK



*Bu yazı Aralık 2019 yılında, günümüzde artık yayınlanmayan BİR dergisine gönderilmiştir.
(Yazımız bu köşede yer alacağı için aslından biraz daha kısaltılmıştır.)

Yararlanılan Kaynaklar:

 
  1. I. Dünya Savaşı’nda Anadolu’daki İngiliz Esirleri ve Esir Kampları, Mahmut Akkor, Doktora Tezi, Haziran 2013
  2. IWM (Imperial War Museum, https://www.iwm.org.uk/)
  3. IRCICA, Manisa Albümü   
  4. Harbiye Nezareti arşiv kayıtları

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum

Son Yazılar