Erkan AKBALIK

Erkan AKBALIK

[email protected]

ÇAYBAŞI (AKBALDIR, KUMLUDERE) DERESİNİN BİLİNMEYEN TARİHİ

14 Kasım 2022 - 00:04

ÇAYBAŞI (AKBALDIR, KUMLUDERE) DERESİNİN BİLİNMEYEN TARİHİ

Her köşesinden adeta tarih fışkıran şehirdi Manisa, içinde barındırıp beslediği insanların ona gösterdiği vefasızlıkları olmasaydı. Konu sadece günümüze ait değildir. Belgelerle bilinen tarihi boyunca birilerinin şehri mâmur etmeye çalışırken birilerinin yapılanları koruyup kollamadığını adeta yok etmeye çalıştığını hatta yok ettiğini görüyoruz. Yüzyıllardır bu iki gizli özne arasında şehirde adeta adı konmamış bir mücadele yaşanıyor. Konuya bir iki örnek verecek olursak sanırım Saray-ı Amire en iyisi olacaktır. Osmanlı Devleti’nin altın çağlarına damga vuran padişahların bazıları şehzadeliklerini Saray-ı Amire’de yaşadılar. Eğitimlerini burada alıp ilk yönetim tecrübelerini burada hayata geçirdiler. Siyasi yönden Devletin Topkapı’dan sonraki en önemli yerlerinden biriydi. Şehzadelerin sancaklardan merkeze çekildikleri 1595 sonrası, Saray-ı Amire idame ettirilemedi. Kiralanması vb. birkaç çabada kâr etmedi ve zaman içinde maalesef Fatih Kulesi haricinde hiçbir binası ayakta kalmadı. Bu yok oluş bazılarının düşündüğü gibi yakın zamanda olmadı. Manisa’nın 1867 yılına ait bir fotoğrafında sarayın bulunduğu yerin boş olduğu ve Fatih Kulesinin harabe halinde olduğu çok net görülmektedir. Bu görsel belgenin yanında yine o yıllarda ve öncesinde bölgeye gelen yabancı gezginlerin notlarından da bu tespitleri okumak mümkündür. Günümüzde memnuniyet verici bir gelişme ki elde kalan tek bina Fatih Kulesi aslına olabildiğince uygun restore edilmektedir. Emeği geçenlere teşekkür ederiz.
Bir diğer örnek Manisa Kalesi’dir. Belgelerde kalenin 17 ve 18. yüzyıllara kadar kullanıldığını görüyoruz. O yıllarda içinde bir askeri birlik, hapishane ve benzeri birkaç yapı faal olarak ayaktadır. Sonrasında askeri birlik İzmir’e gönderilir ve yapılar kaderine terk edilir. Bu kalenin en önemli yapılarından biri de hiç şüphesiz Saruhan Bey’in Manisa’yı fethinden sonra yaptırdığı  Fetih (Hacet) Mescididir. Birliğin taşınmasından sonra mezkûr bütün yapılar bakımsızlık ve terkedilmenin sonucu harabeye dönüşür ve birçoğu yok olur.  Yine bir ümit penceresi olarak yaklaşık 300 yıllık terk edilmişliğin ardından Fetih Mescidi günümüzde tekrar ayağa kaldırılarak tamamen yok olmaktan kurtarılıyor. İçinde bulunduğu ve ondan çok daha eski olan kale hala ilgi bekliyor. Fetih Mescidinin kurtarılmasında emeği geçen herkese teşekkürü bir borç biliriz.
Manisa’nın işgalden kurtuluşunun yüzüncü yılını yaşarken, işgalci düşmanların yakarak tahrip ettikleri Manisa’da insanımızın çektiği acılardan sonraki en büyük yaralardan biri de kaybettiğimiz tarihi eserlerimizdir. Yangında ağır hasar almış fakat kısmen ayakta olan bu eserlerimiz de maalesef 1930’lu yıllarda, dönemin mülki amirlerinin inisiyatifi ile tamiri mümkün görülmeyerek tamamen yıkılmışlardır. Sultan Cami yanındaki Hankah, Şehzade Mustafa ve Müsellem Camileri bunlardan birkaç tanesidir.
İlerleyen yıllarda ise sivil mimariye örnek birçok güzellikler, evler, konaklar vb. imar hataları ve ranta kurban gitmiştir. Kısacası tarih boyunca bu şehirde her kesimde birileri şehri mâmur ederken birileri de maalesef bilerek/bilmeyerek yıkımına sebep olmuştur.
ÇAYBAŞI
Manisalı olan ya da Manisa’da yaşamış herkesin bildiği, gezdiği, tanıdığı bir yerdir Çaybaşı. Dere Akbaldır, Kumludere ve Çaybaşı isimleri ile de bilinir. Bölgenin tarihlendirmesini binlerce yıl geriye götürsek sanırım çok abartmamış oluruz. Manisa’ya yolu düşmüş olan nerede ise bütün gezginler Niobe’den (Ağlayan Kaya) bahsederler. Dere boyunca ve iki tarafında yaşları 500-600’e dayanmış birçok tarihi eser yer almaktadır. Yukarıdan Manisa Kalesi ile başlayıp, Niobe (Ağlayan Kaya), Revak Sultan, Dere Mescidi, Hamam, Tekke, İvaz Paşa Cami, Sinan Bey Medresesi, Kırmızı Köprü ve dere boyunca yer alan diğer köprüler, derenin aşağı taraflarında, Ayn-ı Ali Camii ve türbesi gibi birçok eser yüzyıllardır Manisa’ya adeta mühür olmuşlardır.
Bu eserler Manisalılarca bilinen ve günlük hayatta iç içe yaşanılan binalardır. Dere boyunda yine herkesçe bilinen fakat varlığına dikkat edilmeyen ve taşıdığı tarihi önem henüz tam olarak gün yüzüne çıkartılmamış olan bir eser daha vardır. Yılların acımasızlığına, insanların vefasızlığına rağmen büyük oranda ayakta kalmayı başarabilmiş bir eser. Derenin iki tarafında yer alan zamanının imkanlarına göre mükemmel örülmüş dere duvarlarından bahsediyorum. Bu duvarlar yukarıda saydığım eserlerden hiç de farklı değildir. Adeta bölge tarihimizin isimsiz yapı taşıdır. Dere boyunca var olan eserlerin ayakta kalmasındaki en büyük pay sahiplerindendir.

Bu dere yakın diyebileceğimiz bir zamana kadar çağıl çağıl çağlıyordu, üzerinde değirmenler vardı. Duvarlar örülmeden önce ise mevsimsel olarak taşkınlara sebep oluyor ve yukarılardan getirdiği taş ve kayalar çevreye ciddi zarar veriyordu. Konu ile ilgili arşivlerde rastladığımız belgede duvarların yapılmasına karar verilmesi ve inşaata başlanması emrini görebiliyoruz. Hicri 975 (Miladi 1567-1568) tarihli bir belge özetinde; “Manisa'da taşarak pek çok hasara sebebiyet veren ve bu tür taşkınların önüne geçmek için iki tarafına sed inşa edilmesi planlanan Akbaldır çayı inşaatında kullanılacak taş ve kirecin nereden tedarik olunacağının bildirilmesi; bu hususun açıklığa kavuşturulmasından sonra söz konusu inşaata gelecek yıl başlanabileceği.”[1] bildiriliyor
Bu belgede bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Tarih 1567-68, Yani Sultan Cami yapılalı 45 yıl olmuş, Muradiye Camiinin yapımına daha yaklaşık 20 sene var. Henüz şehzadeler Manisa’da.
Aradan yaklaşık 4 yıl geçmesine rağmen duvarların inşaatına başlanılmayınca Merkezden lalaya bir hüküm gönderili. Lalalar şehzadelerin adına idari işlerin birçoğunu yönettikleri için gelen hükümler onlara hitaben gönderildiğini belirtmekte fayda var. Hicri 980 (Miladi 1572-73) tarihli hüküm şöyle; “Lalaya hüküm: Manisa'da Akbaldır deresi taşıp evleri ve dükkanları harap ettiği ve hendeği doldurduğu ve tathiri (temizlenmesi) icab ettiği bildirilmekle Kütahya piyadeleri güherçile (Barut ve patlayıcı yapımı) ve tersane hizmetlerinde olduğundan o hizmet hitam (son) bulunca piyadeleri getirip hendekleri tathir ve sedleri inşa etmesi.”[2] Bu belgeden de duvarları inşa edeceklerin Kütahya piyadeleri olduğunu mevcut görevleri sebebi ile gelemediklerini, görevleri bitmesi ile birlikte Manisa’ya dere kenarına duvarlarını inşa etmeleri emrediliyor.
Bu hükmü takiben yaklaşık bir yıl sonra Hicri 981 (Miladi 1573-74) yılında merkezden Menteşe Piyadeleri Beyi’ne bir hüküm gönderilir özetle; “Menteşe piyadeleri beyine hüküm: Sancağı piyadelerinin ikinci nöbetlisi Bilecik madenine tayin olunmuş ise de Manisa'da Akbaldır Çayı'nın tathiri ve seddinin inşası dahi mühim olmakla oraya gitmeleri.”[3] Buyrulur. Bu emirle de önceliğin Manisa’daki duvar inşasına verilmesi bildirilmektedir. 
Bu hükümler, duvarların yapımının bizzat merkezden takip edildiğini göstermektedir. Konuya bu kadar hassas yaklaşılmasından ve takip edilmesinden, derenin taşkınlarda sebep olduğu zarar ve tahribatın çok ciddi boyutlara ulaştığını anlayabiliriz.
İşte günümüzde kenarında gezdiğimiz, hala dereye çeki düzen veren, üzerinde tarihi köprüleri tutan duvarlar bu duvarlardır. Yaklaşık olarak 540 yıllıktır. Birçok tarihi olaya tanıklık etmişlerdir. Diğer tarihi eserlerimize gösterdiğimiz, göstermeye çalıştığımız hassasiyeti ve önemi bu dere duvarlarından da esirgememiz gerekmektedir.
Dere içinde duvarlar kadar çınar ağaçları da önemlidir. Dere, ağaçları ile bir bütünlük arz etmektedir. Birçoğu yüz yaşının üzerindedir. 1994 Yılında, Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji bölümünden Prof. Dr. Sadık Erik’in Çaybaşı üzerine yaptığı incelemeleri içeren makalesine[4] göre, Çaybaşı ile ilk köprü arasında 38 çınar ağacı, üçüncü ve dördüncü köprü arasında 5 çınar ağacı bulunmaktadır. Bunlardan biri çok yaşlı olup anıt ağaç özelliklerine sahiptir. Yine aynı bölgede duvar diplerinde incir, nar ve kokar ağaçları vardır. Dördüncü ve beşinci köprüler arasında 16 adet çınar ağacı ile birlikte incir ve nar ağaçları da mevcuttur. Beşinci (İvaz Paşa Köprüsü) ve altıncı köprü arasında toplam 28 çınar ağacı vardır. Altıncı köprü ile Kırmızı köprü arasında 14 adet çınar ağacı mevcuttur. Burada 3 çınar kurumuş ve kuruyanlardan biri de kesilmiştir. Prof. Dr. Sadık Erik’in 1994 yılındaki tespitleri bu şekilde. Günümüzdeki durumu hakkında yeniden bir çalışma yapılmasında fayda vardır.

Bölge İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından, Ağlayankaya Değirmen ve Köprü Kalıntıları Koruma Alanı, 20.01.2012/430 sayılı kurul kararı, Niobe Çevresi Koruma Alanı, 13.12.2000/9737 sayılı kurul kararı ile koruma alanı ilan edilmiştir[5]. Bu karar derenin duvarlarını ve ağaçlarını da kapsamaktadır. Bahsettiğimiz tarihi duvarlar ve içindeki ağaçlar da koruma alanındadır. Dolayısıyla adı üstünde korunmalılar. Fakat bizde koruma alanlarında genellikle yanlış bir uygulama olmaktadır. Korumayı, mevcut durumu muhafaza etmek gibi anlaşılmaktadır. Yani korunan alan olduğu gibi bırakılarak korunduğu sanılmaktadır. Mezkûr alanda yer alan ağaçlar canlıdır. Zaman içinde gördükleri zararlardan dolayı, kuruma, yanma vb. tahribata uğramaktadırlar. Bu ağaçlar konunun uzmanlarınca belli zamanlarda bakımları yapılarak hayatta kalmaları sağlanmalıdır. Bunu sağlamanın da günümüzde en etkili yolu duvarların ve ağaçların tescillenmesidir. Konunun taraflarınca bu konuda en kısa sürede önlem alınması elzemdir. Ağaçların birçoğu anıt ağaç özelliğini taşımaktadır. Bir ağacın anıt ağaç olabilmesi için illaki yüzlerce yıl yaşamasına gerek yoktur. Bunun şartları ilgili belgelerde belirtilmiştir. Manisa bu önlemleri alabilecek kapasiteye ve vefaya sahiptir.
AKBALDIR
Çaybaşı’ndan bahsederken bu konuyu atlamak olmazdı. Dereye, Çaybaşı, Kumludere denildiği gibi AKBALDIR da denmektedir. Osmanlı arşivlerinde ve birçok yerde derenin adı AKBALDIR olarak geçmektedir. Bu ad nereden gelmektedir?
Adın sahibi AKBALDIR DEDE’dir. Anadolu’nun Türk-İslam yurdu yapılması yolunda hizmet eden Revak Sultan’ın yareni ve yol arkadaşıdır. Kabri, Revak Sultan türbesinin güneyindedir. Vefatından önce görüştüğümüz Revak Sultan türbesinin gönüllü türbedarı yorgancı Hüseyin Gortan amcamız kabrin yerini işaret ederek göstermiş ve şu an Niobe ile Revak Sultan kabrinin arasındaki asfaltın altında olduğunu söylemiştir. Yazımızın başında bahsettiğimiz ve maalesef koruyamadığımız değerlerimize bir örnek de Akbaldır Dede’nin kabridir.
Temenni ve ümidimiz odur ki koruma alanı içindeki gerek Çaybaşı deresi gerek ise içindeki ağaçlar tescillenerek daha nitelikli bir koruma şemsiyesi altına alınır.
Erkan Akbalık  

Kaynakça

 
[1] BOA A.{DVNSMHM.d. 7-1405
[2] BOA A.{DVNSMHM.d 21-139
[3] BOA A.{DVNSMHM.d 24-319
[4] Manisa Dergisi, 1994, Sayı 5, S.21-26
[5] Manisa İli Şehzadeler ve Yunusemre İlçe Merkezleri İle Yunusemre İlçesine Bağlı Muhtelif  Mahallelerde 1/5.000 Ölçekli Revizyon+İlave İmar Planı Açıklama Raporu, Sayfa 9
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum

Son Yazılar