EY ASİL İNSAN
Derler ki herkes kendine yaşar, inanmak ne mümkün bu hükme. Kabul etsek dahi böylece yaşanıyor, o zaman neden ‘ bir olmalı birlik olmalı’ deniliyor? Neden varis ve terkin var?
Tabiatın yanında yöresinde yaşayanlarının bir teki dahi kendi için yaşamaz. Hepsi yepyeni bir geleceğin kurgulanması yolunda canla başla çalışan neferlerdir. Mesela; çaylar, dereler, ırmaklar, nehirler hatta denizler… Hangisinin ana unsur olan suyu kendisinin istifadesine sunduğunu, bin bir zahmetle taşıdığı yükünü kendine harcadığını söyleyebiliriz.
Dağlarımız, tepelerimiz, ormanlarımız, korularımız, çeşit türlerde ağaçlarımız var. Türlü türlü meyve bahçelerimiz ve yetiştirdikleri ürünleri var. Hangisi ürettiklerini kendi hayatını devam ettirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek kastıyla üretir. Tabi ki hiç biri, öncelikle insanlara, sonrasında hayvanlara, daha sonrada geleceğe miras olarak toprak anaya terkin eder.
Doğanın koynunda onu süslemek için ortaya çıkan binlerce renk, şekil, desen ve kokuyu bünyesinde barındıran yeniden canlanışın habercisi çiçeklerin kendi rayihalarını kokladıklarını görmek, süründüklerine şahitlik etmek akla ziyan değildir. Böyle olsa bile ziyadesinin başka varlıkların emel ve arzularına karşılık olduğunu söylemek daha akıllıcadır.
Yeryüzü denilen toprağın vasf edilişindeki ‘toprak ana’ tabiri doğurganlığında bir timsalidir. Toprak dediğimiz bereket membaının neresi kendi için doğurmaktadır. Doğurduklarından nemalanmaktadır. Söyleyiniz, söyleyebilirseniz amma nafile.
Yağmur yüklü bulutların özündeki su ile ıslandığını söylemek isterdim, rahmetle nasipdar olsun diye ama yokuşa akan su olmadığı gibi göğe ağan yağmurlar da maalesef yoktur. Yani yağmur, kendinin taşıyıcısı olan bulutları istese de ıslatamaz veya ondan istifade etmesini sağlayamaz.
Kasırgalar, tayfunlar, fırtınalar, rüzgârlar, yeller, hangisi olursa olsun, hepsinin varlığı özüne ne zarar ne de fayda verir. Menfi ya da müspet etkilenenler hep başka varlıklardır. Serinleteyim dese duyan olmaz, virane edeyim dese kendinin umurunda olmaz.
Gökteki ay hususen ne kar elde eder, dünyaya yoldaşlık etmekten, ne kadar karanlıklarını gündüz kılar, rahatlıkla ‘hiç’ demek mümkün. O zaman mehtaplı geceleri kime çalımdır, özüne değil herhalde. Ya da parlaklığın yücesi dolunay olanda eline ne geçer, yine ‘hiç’ ile yetinmektedir zannımca.
Kışın aradığımız, yazın katlanmakta hayli zorlandığımız, gözlerimizin ışığı, varlığımızı sürdürmenin temel taşlarından birisi olan güneş varlığını ısıtıyor mu? Isınmak ihtiyacını bizim gibi duyuyor mu? Ürettiği enerjiyi kimlere satıyor? Neyin karşılığı takas yapıyor? Bir bilen var mı? Ancak onsuz hayatı düşünmek bile yeterinden fazla gaile meydana getiriyor. Bütün soru yönelişlerinin cevabı ‘başkaları’ olurken özünün faydası ne ola ki.
O zaman bilinen bir şeyi tekrar etmek gerekir. Her şey birbiri için yaşar. Döngünün anayasası maddenin dönüşümü, değişimidir. Maddenin kendine ‘ham madde’ olması değildir. İnsanlık bu nizamı okuyunca benlik kaygısından kurtulur, yekdiğeri için ne yapabilirim gayretine gelir. O vakit son sözü söyleme deminde; Ey asil insan! İnsanlığı elinden sakın ola bırakma. Daima, illa insanlığa karşı insanlıkla muamele eyle, adaletten yoksun kalma, şükretmeyi unutma…
Muammer AZMAK 20/04/2021
FACEBOOK YORUMLAR