Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Rüyanın Peşinde 

14 Nisan 2024 - 21:42 - Güncelleme: 22 Mayıs 2024 - 04:53

Rüyanın Peşinde 
 
On sekiz yaşındaki sevgilisinin mesaj yazarak istediği meblağ bardağı taşıran son damla olmuştu. Genç kız bir AVM’de olduğunu bildiriyor, çok beğendiği bir yüzüğü alabilmek için belirttiği tutarın derhal hesabına geçmesini rica ediyordu. Emre, yüzündeki kasları hareket ettiremedi; son botoksu yaptırdığından beri bir kaşı diğerinden daha fazla yukarıda kaldığından zaten sürekli olarak bir itiraz hâlinde olduğu izlenimi veriyordu. Diliyle ağzını şaklatarak çık çık çık diye ses çıkardı. Genç kıza mesaj yazdı ‘’Bundan sonraki sevgilin sana istediğin parayı,’’ gönderir dedi, kızı engelli kişiler arasına gönderdi. Az sonra çalan ev telefonunu da menajeri yanıtladı, eski sevgiliye; Emre’nin yurt dışına çıktığını uzun zaman gelmeyeceğini bildirdi. Beş dakika içinde de asistanı sosyal hesaplardan iki sevgilinin fotoğraflarını silmişti. Büyük aşk ya da karşılıklı çıkar ilişkisi geri dönüşüm kutusuna bir daha çağrılmamak üzere gönderildi. Eski sevgilinin taşkınlıklarının olabileceği ihtimal dahilinde tutulduğu için basına verilecek olan gerekli yanıtlar hazırlandı.

Emre oturduğu koltuktan kalktı, merdivenlerden yukarıya çıkarken iki saat süresince kesinlikle rahatsız edilmemesi emrini verdi.

*

Duşunu aldıktan sonra yüzünü inceledi. Bunca bakıma ve estetik ameliyatlara karşı yine de yüzü yaşlılık alametlerini belli ediyordu. Gerçi hâlâ bir çekiciliği vardı lakin bakışlarındaki durgunluk, gençlik ışığının uzun zaman önce sönmesi gerçek yaşını belli ediyordu. Geçen yaz sahilde gördüğü yemenili kız alenen bunu yüzüne söylemişti. Yemenili kız gül satıyordu, Emre’nin yanında tatiline eşlik eden arkadaşları vardı. Yemenili kız elindeki gülü Emre’ye uzattı, ‘’Alasın yanındaki güzele aga,’’ dedi. Emre, aga lafını duyunca sinirlenmişti, ‘’Çekil şuradan pis çingene,’’ diye hırıltılı bir ses çıkardı. ‘’Peh peh,’’ dedi genç kız, ‘’Gidinin kart horozu, adam sandık da gül uzatırız, ben çingene değilim aga ama sen epey pinponlamışsın,’’ diyerek kahkahayı bastı. Emre’nin yanında çalışan asistanlar, kızı hemen oradan uzaklaştırdı. Yemenili kız hâlâ uzaktan da olsa bağırıyor, sesi Emre’nin kulağına geliyordu, ‘’Pinpon gidi ya ne olacak pinpon, pinpon…’’

Belki de kız haklıydı, uzun zaman önce köşeye çekilmesi gerekirdi. Ama hayır, köşeye çekilmek ve artık emekliye ayrılıyorum, sakin bir hayat yaşamak istiyorum demek ona göre değildi. Gençlik yıllarını sanki daha dün yaşanmış gibi hatırlıyordu. Ortaokul yıllarında bir ayakkabıyı küçük amcasıyla ortaklaşa giyerek okula gitmeye çalıştığı günleri nasıl unutabilirdi? O vakitler insanlar ona acımıyordu, kimse kapılarını çalmıyor, hâliniz nedir diye sormuyordu. Üstelik Emre tek başına değildi bakması gereken onlarca yakını vardı. Yeğenlerinin yurtdışı eğitimleri, kuzenlerinin işlerini büyütme girişimlerinin hepsi Emre’ye bağlıydı. Emre saygınlığını ünü ve parası sayesinde elde etmişti.

*
Apo’yla birlikte İstanbul’a gitmek için anlaştılar yalnız bir sorunları vardı. Her ikisinde de İstanbul’a gidecek yol parası yoktu. O akşam Emre annesine İstanbul’a gideceğini buralarda durmayacağını, yoksa harcanıp gideceğini söyledi. Annesi çok ağlamıştı, yer yatağında yatan üç kardeşini sevdi Emre, annesine teselli verdi. Üzülmemesini, başaracağını anlatmaya çalıştı. Çok para kazanacaktı, zengin olacaktı. Tüm bu piyasada ona kral diyeceklerdi. Annesi de yürekten inanıyordu oğluna. Çok yakışıklıydı Emre, kabiliyetli çocuktu ve girişkendi. Başarabilirdi, annesi inanıyordu. ‘’Git,’’ dedi oğluna,  ‘’dedenden kalan emekli maaşıyla ben idare etmeye çalışırım.’’

Apo’yla Emre saat 6.00’da otobüs terminaline geldiler. İstanbul’a düzenlenen seferleri bir gün öncesinden öğrenmişlerdi. Yanlarında ne yedek bir kıyafet ne de yemeklik vardı. İkisinde de beşer lira vardı sadece, ve o da öğle yemeğini bile karşılayabilecek kadar bir değerde değildi. Otobüs peronunun orada oyalanan iki arkadaş sanki yolcuymuş izlenimi vermek için havadan sudan konuşmaya başladı. Planlarının eksiksiz yürümesi için serin kanlı olmaları gerekiyordu. Otobüs saat 6.10’da geldi, peronda yolcularını indirdikten sonra yeni yolcularını almak üzere vaktini doldurmak için beklemeye başladı. Apo ile Emre bir sigara yakıp gelen yolcuların valizlerini muavine vermesini izledi, bu arada da sohbet etmeyi ihmal etmiyorlardı. Bir ara Emre muavinin yanına yaklaşıp ‘’Otobüs ne zaman kalkacak?’’ diye sormuştu. Son yolcuların valizlerini verdiği bir zamanda Apo elinde tuttuğu küçük çakısıyla otobüsün arkasındaki kapağı açtı. Emre’yle Apo kimse görmeden açılan kapaktan içeriye doğru süzülüverdiler. Burası yedek şoförün uzun yoluculuklarda dinlenmek için yattığı yerdi, İstanbul’a giden 7 numaralı sefer, bugün Emre’yle Apo’nun kaçak yolculuklarına yardımcı olacaktı.

İki arkadaş tereddüt içinde yakalanırsak ne olacak diye düşünürken süzüldükleri gizli bölümün giriş kapağını bir el açtı. El içeriye doğru hareket ederek ‘’Çıkın oğlum dışarıya,’’ diye ünledi. Apo tüm yeteneğini kullanarak ağlamaya başladı, ‘’Ağabey atma bizi ne olursun, vallaha paramız yoktur, olsa biz de bilmez miyiz insan gibi otobüse binmeyi.’’ diye acınası sözler ediyordu. Muavin ‘’peki ama,’’ dedi, ‘’20 lira isterim.’’ O kadar paraları mı vardı ki versinler? Ceplerindeki öğle yemeği için duran parayı verip anlaştılar. İstanbul’a gidene kadar da muavine beddua ettiler. Muavin görüp görecekleri ilk fırsatçı insanlardan değildi ki. Neler görmüştü Apo’yla Emre. Az mı dayak yemişlerdi çalıştıkları yerlerde ustabaşılarından, ya işittikleri sövgüler ve yapılan haksızlıklara ne demeli? Birbirlerini teselli etti iki arkadaş. İstanbul’a varır varmaz ellerinde tuttukları kâğıtta yazılı olan adrese gideceklerdi. Ya başaracaklardı ya başaracaklardı. Başarısızlığı kabul etmeleri mümkün değildi. Piyasa dedikleri bu âlemde onlardan daha yakışıklısı ya da daha yeteneklisi mi vardı? Büyük oynayanlardan olacaklardı onlar. Babaları ve dedeleri gibi küçük yerlerde boğulanlardan olmayacaklardı, âlemin altını üstüne getireceklerdi. Sonra gelsindi paralar, ün, şöhret ve tabii aşklar.

*
Otuz beş yıl geçmişti o günden bugüne, tam otuz beş yıl. Şöhrete kavuştukları dakikada Apo’yla dostlukları son bulmuştu, her ikisi de farklı yollarda yürümüşlerdi ama istediklerini elde etmişlerdi. Emre elli beş yaşında olmasına rağmen hâlâ bir delikanlı fiziğine sahipti, sürekli yaptırdığı botoksla da yüzünün gençliğini bir nebze de olsa koruyabiliyordu. Bakışları, onu ele veren o yaşanmışlık dolu bakışlarıydı. Toy genç bir delikanlı ile orta yaşlarını süren bir adamın bakışları aynı değildi. Anlam diyordu kimisi, o bakışlar bana anlam katıyor. Gerçekten öyle miydi? Kavgalar, gürültüler, harcanan insanlar, para, ün, katlanılan bedeller, fedakarlıklar… pek çok anlam gizliydi onlarda. Evet anlam, başkalarının ‘gözlerin yaşını ele veriyor’ lafzı ona göre anlamdı. Onlar anlam yüklüydü. Emre'den daha yakışıklısı ve yeteneklisi yoktu. Bunca yıldır girdiği rollerde çok başarılı bir oyunculuk sergilemişti, daima başrolleri kapmıştı. Uykusuz kalmış, kendini eğitmiş, ünlü hocalardan dersler almıştı. Övgüler yağıyordu oyunculuğuna, olağanüstüydü. Hiç durmamış, sürekli çalışmıştı. Her yıl bir filmde her iki yılda bir dizi filmde başrol oynamıştı.

*
Ertesi gün büyük ümitle bekledikleri belki ödül getirecek olan bir film projesi için arandılar. Projeden haberleri olur olmaz Emre’nin proje için düşünülmesi gerektiği fikri asistanları ve menajerleri aracılığıyla film yapımcılarına ve filmin yönetmenliğini yapacak olan Bay C’ye fısıldanmıştı. Büyük film projesi için bu aranmayı bekliyorlardı. Menajer telefonu heyecanla açtı. İki dakika sonra yüzünde bir kasılma refleksiyle ‘’Düşüneceğiz,’’ diyerek telefonu kapattığı duyuldu. Emre elindeki viski şişesini çeviriyordu. Onun da telefonu çaldı. Arayan Atlas gazetesinden Bayan Ö. idi. Bayan Ö. Emre’ye cilveli bir sesle ‘’Emreciğim merhaba, nasılsın yahu? Özlettin kendini,’’ dedi. Emre de cilveli sese kahkaha atarak yanıt verdi, ‘’Özlemek iyidir Bayan Ö. ne var ne yok bakalım?’’ diye sordu. Bayan Ö. birden ciddileşen sesiyle devam etti, ‘’Emreciğim ‘Ateşe Giren Aşk’ dizisinde jön olmayı beklerken jönün babası rolüne uygun görülmeni nasıl karşılıyorsun? Bu rolü üstlenecek misin? Evet diyecek misin gerçekten?’’ Kadının yılan gibi akıttığı zehirli sözcüklerini Emre’nin damarları duyumsadı. Karşısında duran menajerine şiddetli gözlerle baktı. Kaçın kurduydu Emre, Bayan Ö. gibilerine asla fırsat vermezdi. ‘’Seni arayacağım Bayan Ö. şimdi diğer telefonlarıma bakmam gerekiyor,’’ diyerek kapattı. Sinirden çılgına dönmüştü büyük oyuncu. Baba rolü öyle mi? Baba rolü! Elindeki viski şişesini duvara patlattı. Bunca yılını verdiği sektör en sonunda ona baba rolünü biçmişti. Asistan Olcay’ın elleri titremeye başladı. Menajer de kekeleyerek ‘’Bir yanlışlık olmuş olacak Emreciğim,’’ dedi. ‘’Muhakkak düzelteceğiz.’’

Asistanlardan Tülay içeriye girdi, elindeki tableti gösterdi Olcay’a ‘’Ortalık karıştı,’’ dedi. Hep birlikte Emre’nin sosyal hesaplarına baktılar. Fotoğraflarının altına yapılan uygunsuz yorumlara cevap verecek hâlleri yoktu. Sınırlandırıp yorum izinlerini kaldırdılar. Film projesinde Emre Bey’in yer almayacağını ve Emre Bey’in adının bu projeyle birlikte anılmasına sebep olanlara dava açılacağını bildiren yazılı açıklamayı basına gönderdiler, sosyal hesaplardan paylaştılar. Emre biraz olsun rahatlamıştı. ‘’Bana hemen yapımcıyı bulun,’’ diye emretti.

*
Emre iki ay sonra baba rolünün önerildiği filmde jön rolüyle onu seven hayranlarının karşısına çıkmıştı. Emre’deki değişiklik inanılır gibi değildi. Yirmili yaşlarını bile aratmıyordu şimdiki görüntüsü, ‘’Yalnız,’’ diyordu hayranları ‘’sanki aynı kişi değil de başka bir insan şekline bürünmüş Emre C.’’

*

Emre gençlik ışıltısına sahip olabilmek için gizemli bir yolculuğa çıkmıştı. Rüyasına giren yemenili kızın ‘’Gelip beni bulursan sana gençliğin iksirini verebilirim,’’ çağrısına kulak vermişti Emre. Asistanlarına biraz başını dinlemek istediğini söyledi, devam eden projelerini de iptal ederek bir ay kadar bir süre tatile çıktı. Herkes onun son film projesinde başrolü alamadığı için büyük bir hayâl kırıklığı yaşadığını düşünüyordu, kimisi de bir dizi estetik ameliyatı yaptırıp gençleşip geri döneceğini konuşuyor, bazısı da Emre’nin tükenmişlik sendromuna girdiğini bir daha kendine gelemeyeceğini, kariyerinin bittiğini söylüyordu. Gerçekten de Emre bir arayış içine girmişti, rüyasında gördüğü yemenili kızın peşine düşmüştü. Kız ona gençliğin iksirini verebileceğini söylüyordu, denemeye değerdi. Yemenili kızı nerede bulacağını bilemediğinden geçen yaz onu gördüğü Bodrum Gümüşlük’e gitti. Orada beş yıldızlı oteline yerleştikten sonra yürüyüş yapmak için dışarıya çıktı. Kış mevsimi olduğundan Gümüşlük’ün hareketli insan seli yoktu. Her yeri kurşuni bir renk kaplamıştı, kasvet saçan kurşuni rengin içine doğru yürüdü. Emre, yemenili kızı nerede bulacağını bilmeden, bir rüyanın peşine takılıp buralara geldiği için ne kadar aptalca davrandığını düşünüyordu. Şimdiye kadar kazanmış olduğu servet bundan sonraki yaşamında çalışmasa da ona yeter de artardı bile. Yalnızca uzun yıllardır sırtından geçinen akrabalarına şimdi verdiğinin yarısı kadar para vermesi gerekiyordu. Bunu da onlara kabul ettirebilecek güçteydi. Akrabaları üzerinde bir otoritesi vardı. Emre’ye yakınlarının karşısına böyle bir tutumla çıkmak çok zor geliyordu. Bu durum şimdiye kadar her zaman alması gerektiği kadarını hakkı gören yakınlarına zor gelecekti. Belki saygınlığı azalacaktı, Emre bitti diyeceklerdi, bir sürü dedikodu çıkacaktı. Bir başladı mı arkası kesilmezdi. Yok yok, Emre buna izin veremezdi. İçinden bir ses yemenili kızın buralarda bir yerlerde olduğunu söylüyordu. Emre derin düşüncelere dalmış bir hâlde yürürken gökyüzünün birden aydınlandığını gördü. Sepeti içinde kırmızı gülleri olan yemenili kız güneşin ışıltıyla aydınlattığı çehresiyle Emre’nin karşısında duruyordu. ‘’Demek geldin,’’ dedi Emre’ye dudağında garip bir gülümsemeyle ‘’demek senin için gençlik bu denli önemli ha.’’ Emre her zamanki kibirli tavrını takınarak söze girdi. ‘’Neden bahsettiğini anlamıyorum çingene,’’ dedi, ‘’ben buraya dinlenmeye geldim, çekil önümden,’’ diye kızgın bir sesle bitirdi cümlesini, yürüyüşüne devam etti. Emre bir anda kendine ne olduğunu anlayamamıştı. Yemenili kızın çağrısına uyarak buraya gelmişti, gençlik iksirini bulmak istiyordu, şimdi ise kibrine mağlup olarak karşısına çıkan fırsatı tepmişti. Kimdi bu kız? Bir şeytan mı yoksa bir cadı mı? Kimdi? Emre yürümeye devam etti, hava yine kurşuni rengine büründü ve sis çoğaldı. Emre havanın bu denli değişken olabileceğini garipsedi. Sisin içinden güneşli bir havaya çıkmıştı, orada gül satan yemenili kızı görmüştü, sonra kızla konuşmuştu, onun dediklerini anlamıyormuş gibi yapmıştı. Şimdi yine bir sisli havanın içinde bulmuştu kendini. Olduğu yerde durdu, etrafına bakındı, sis yoğunlaşmıştı, hava da giderek kararıyordu. İlerisini göremediğinden geriye doğru yürümeye başladı. Geride bıraktığı güneşli havanın olduğu yeri bulmak istiyordu. Emre bir yandan yürüyor bir yandan da buralara bir rüyanın peşine takılıp geldiği için lanet ediyordu. Şimdiki konumu neyine yetmiyordu sanki? Pekâlâ baba rollerinde de oynayabilirdi. Hem büyük oyuncuların çoğunluğu bunu yapıyordu.

Emre sisin içinden yine güneşli havaya çıktı, karanlık dağılmıştı, elindeki sepetin içinde kırmızı gülleri olan yemenili kız karşısında belirdi. ‘’Benden ne istiyorsun?’’ diye sordu, Emre. Kız, Emre’yi küçümseyici bir bakışla süzdü. ‘’Gençliğini bulmak istiyorsan beni izle,’’ dedi. Birlikte yürümeye başladılar.  Hava daha da aydınlanmıştı, Emre etrafındaki insan seline hayretle baktı. Kış ayı olmasına rağmen Gümüşlük’te böyle bir kalabalık olmasına anlam veremedi. Kış aylarında buralarda bu kadar hareketlilik yaşanmazdı, diye söylendi. Yemenili kız garip bir gülümsemeyle karşılık verdi, ‘’Sahiden de kibrinden gerçeği göremeyenlerdensin.’’ Emre’yle kız yürümeye devam etti.

*
Emre yorulmuştu, ‘’Daha ne kadar yürüyeceğiz?’’ diye sordu, ‘’Hadi itiraf et sen sahtekarın tekisin, üç beş kuruş para kazanmak için yapmayacağın şaklabanlık yok değil mi? Gizli güçleri olan bir cadısın ya da.’’ Yemenili kız cevap vermedi. Yürümeye devam ettiler. Kız bir tepenin başına gelince duraladı, ‘’Emre’ye yokuş bitene kadar yürü buradan,’’ dedi, ''sonra da önüne çıkan konağın bahçesine gir orada aradığını bulacaksın,’’ Yemenili kız bir müddet sustuktan sonra devam etti ‘’yalnız buradan geriye dönebilirsen şayet,’’ deyip sustu. Emre’nin içi kabarmıştı, öfkeyle sordu, ‘’Kimsin sen bir kaçık mı? Cin mi? Peri mi? Nesin? Saçmalıyorsun, rüyama giren sensin, beni buralara sürükleyen sensin, tüm bunlar senin eserin.’’ Kız, Emre’ye uzak diyarların getirebileceği en tatlı bir gülümseyişle cevap verdi, ‘’Beni sen çağırdın, gençliği istiyorsun değil mi? Orada, yolun sonunda onu bulacaksın. Köşkün bahçesine girdiğinde gençliği elde edeceksin. Ölüm seni bulana kadar daima genç kalacaksın. Ama buradan geriye dönersen yaşlanmaya devam edeceksin ve artık eski şöhretli günlerini de yaşayamayacaksın. Yalnız.’’ Emre heyecan içinde sordu ‘’Sonra.’’ Yemenili kız cevap vermiyordu. Emre en başından itibaren yapması gerekeni zaten biliyordu. Orada kendini bekleyenle yüzleşmeli ve onu yenmeliydi. Yürümeye devam etti, yokuşu inmeye başladı.

*
Köşkün oymalı kapısından içeriye girdi, kimseler ortada görünmüyordu. Bahçe içinde dolandı durdu, Konağın giriş kapısı yanına gitti, iteledi. Kapı kilitli olduğu için açılmıyordu. Emre tüm yaşadıklarından dolayı yorgun düşmüştü. Bahçede bulunan onlarca ağacın birinin altına gidip oturdu. Emre ağaca yaslandı, saçma bir rüyanın peşinde yollara düşüp buralara geldiği için söylendi durdu, bir süre sonra da yorgunluktan uyuyakaldı.

*
Emre uyanmıştı, yanında; ağacın altında bir delikanlı oturuyordu. Delikanlı kendi kendine konuşuyordu. ‘’Onu öldürmek istememiştim,’’ diyordu, ‘’yapmak istememiştim, bir anda oldu.’’ Bu aptal genç de kimdi? Emre, delikanlıya ‘’Kimsin sen?’’ diye sordu, ‘’ne saçmalıyorsun? Kimden bahsediyordun?’’ Delikanlı Emre’yi görmüyordu, sanki başka bir âlemde yaşıyordu, kendi kendine konuşmaya devam ediyordu, ‘’Onu öldürmek istememiştim, yapmak istememiştim.’’ Emre, delikanlıya öyle kızdı ki ona vurmaya başladı, yumrukluyor, tekmeliyor, saçını çekiyordu. Emre ne kadar vurdu bilinmez, vurmaktan parmakları kanamaya başladı ama delikanlıya bir şey olduğu yoktu. Ağacın altında yanında oturan delikanlı onu duymuyor ve hissetmiyordu. Delikanlı ağlıyordu, sayıklıyordu, ‘’Onu öldürmek istememiştim, bir anda oldu, yanlışlıkla oldu.’’ Delikanlı gözlerini sildi, ayağa kalktı, yürümeye başladı. Emre de delikanlının peşinden takıldı. Birlikte saatlerce caddelerde yürüdüler, buraları, bu yerler Emre’nin çocukluğunun geçtiği yerlerdi. İnsanlar, etrafından; sağından solumdan geçen insanların hepsini tanıyordu. Çocukluğunun insanlarıydı bunlar. Bu önünde yürüyen genç kimdi? Kimdi o? Yürüdüler, yürüdüler… Bir izbeliğin önünde durdular. Delikanlı önde Emre arkada küf kokan karanlığın içinde kayboldular. Delikanlı toprağı kazmaya başladı, kazdı, kazdı… sonra da yakında duran bir çuvalı kazdığı çukurun içine attı. Şimdi toprak dolduruyordu çukurun üstüne. Emre de ona yardım ediyordu. Toprak atıyorlardı çukura her ikisi birlikte toprak atıyorlardı; attılar, attılar. Yer düzleşmişti, sanki içinde bir cisim olan çuvalı yutmamış gibiydi. Delikanlı çuvalı gömdüğü yerin üzerine yattı, ağlamaya başladı. ‘’Seni öldürmek istememiştim, yapmak istememiştim.’’ diyordu.

*

Emre uyandığında ağacın altındaydı, etrafına bakındı, yanında delikanlı da yoktu, çuval da izbelik de. Köşkün bahçesinden koşarak çıktı, öldürdüğü, kıydığı, geçmişte bıraktığı gerçekle yüzleşmişti. İşte burada… Tüm bir hayatı gözlerinin önünde canlanıyordu. Gerçekten onu öldürmek istememişti, bir anda silâh ateşlenmişti, sonra da yere yığılan cesedi gördü. Kimse bilmiyordu ki bu gerçeği ya da herkes biliyordu. Koştu, koştu, koştu.

*
Yokuşu çıktığında yemenili kız karşısına çıktı, elinde tuttuğu şişeyi Emre’ye uzattı. Yaşadığı müddetçe Emre genç kalacaktı.

*
Film çekimi başladı, Emre eskisinden daha yakışıklıydı ve çok daha karizmatik, başarılıydı, rolüne hâkimdi. Kimse Emre’nin eski hâlini hatırlamıyordu, Emre değişen güzel yüzüyle dünyaya meydan okuyordu.

SON.














 



 

Reklam