Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

SÖZ, KELÂM, NUTUK (II)

02 Temmuz 2020 - 10:11 - Güncelleme: 02 Temmuz 2020 - 19:41

SÖZ, KELÂM, NUTUK (II)

Söz kemâle erince kelâm olur.

Söz, insanın zamanla kozasını ören bir tırtıl gibi beslenip, kozasını örer,  kelebek olup uçmak ister. Söz söylenir uçar amma olgunlaşmaya başlayan kelâm ise tıpkı kelebeğin terk ettiği koza gibi elimizde kalan bir değer, kıymeti olan bir metâ, bir hazinedir. Mahir olan eller o kozadan yavaş yavaş bir usta sabrıyla, kelimeleri sarar saklar, ruhunda dinlendirir, demlendirir. Çünkü koza ruhumuzdur ve oraya yerleşen her kelime, her söz içselleştirdiğimiz her hitap ruhumuzu saran ilahi bir tılsımdır, bir musikinin ruhumuzdaki aks-i sadasıdır. Denizin sularının kabarıp köpükleriyle kayalıkların bağrını döve döve oyuklar açıp, şekillendirip mührünü vurduğu gibi söz ruhumuzda kelâm haline gelir Allah’ın mührünü vurur. İşte bu mühür kalbimizi sarar, kucaklar, insanı ulvîleştirir, uhrevi âleme kapılar açar, Allah’la buluşturur, söyleştirir, dağların zirvesine yerleşen keskin bakışlı kartallar gibi sözü latif bir kelâm haline getirip, zirveleştirir.

Yazımızın ilk bölümünde sözden bahsetmiştik. Söz maddi âlemi tanzim etmek için insanın vazgeçilmez enstrümanıdır. Hz. Mevlânâ Fîhi Mâ Fîh adlı eserinde, söz için “söz hakikat’in gölgesi ve fer’idir” der. Hakikatse Allah’ı Zülcelâl’dir. İnsanın beşerle olan münasebeti kadar insanın insanla olan münasebeti ve daha da önemlisi insanın Allah’la olan münasebetidi de önem arzeder. Allah insanı yarattığı ilk andan itibaren yarattığı insana, hem dünyevi nimetler vermiş, rızıklandırmış hem de ruhunu tesviye, tasfiye, tezkiye edebilecek her türlü imkân ve ortamı hazırlayacak sebepler yaratmıştır. Kulun beşerle münasebetini söz tanzim eder, kulun Allah’la olan münasebeti kelâmı belirler. İnsan Padişah huzuruna sıradan kıyafetle bile çıkamazken, ham sözlerle Padişaha meram anlatılmaz . Allah kuluna kelâmla hitap eder. Onu içselleştirip manevi âleme kapı aralayabilirsek işte o zaman bizim için söz de kemâl bulup kelâm haline gelmeye başlar ve söylemek, yazmak için kaleme de gizli bir davet çıkar. Hz. Musa Aleyhisselam’a Tuvâ vadisinde Allah (C.C.)’la konuştuğu için Kelîm denmiş, Kelimullah sıfatıyla anılmıştır. Kur’an’ı Kerim’e kimi zaman Kelâmullah da deriz. Allah’ın Hz. Musa’yla konuştuğu gibi bizimle de Yaratanı konuşturan buluşturan, yegâne kaynaktır Kur’an.

Söz kelâm olup kıymetli olmasaydı Allah Kur’an’ı Kerim’inde Kalem Sûresinin ilk ayetinde “Kalem ve kalemin yazdıklarına andolsun ki” demezdi. Sadece kalem demiyor kalemin yazdıklarına andolsun diyor. Yine Allah (c.c.) o kadar çok bilinmek ister ki Lokman suresi 27. ayetinde “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa, hatta ona yedi deniz daha ilave edilse Allah’ın sözleri yazmakla tükenmez.” der. Çünkü Allah kulunun tek kanatla uçamayacağını bildiğinden insanı maddi âlemde yalnızlığa terk etmemiş, rikkatli, merhametli, şefkatli davranmıştır. Kelâm insanı avlar, bazen Leyla olur çöle düşürür, bazen Hz. Eyüp gibi ruhunda yaralar açar, bazen Şirin olur nefsinizle uğraşır, benlik dağını kaldırıp bir küheylan gibi yere çalar dağı deldirir, bazen yeni baştan inşa eder sizi.  Bütün bunlar ruhunuzu derinden sarsıp, silkeler, örseler yaralar, tekrar sarar, merhemler sürer ruhumuzu Allah’la yakınlaştırır, ruhumuzu bayındır hale getirir. Ruhta yarattığı depremler, heyelanlar, fırtınalar bazen de sıcacık esen bir saba rüzgârı esintisiyle kelâm, yumuşaklık, hiçlik, yokluk, çaresizlik duygusuyla O’na sığınmanın yollarını, çarelerini arayan insanı, en güzel kelimeler, en güzel yakarışlar, en güzel sedalarla sesini duyurmak ister. İnsanın bedenen giremediği hanelere, gidemediği diyarlara, ulaşamadığı her yere kelâm girer. Kelâm kimi zaman iğne deliğinden geçecek kadar latif, kimi zaman dağları sarsacak kadar heybetlidir. Güzel ve belagatle söylenmiş fasih bir dilin açamayacağı kapı, giremeyeceği gönül, zapt edemeyeceği kale, aşamayacağı engel, duvar yoktur. 

Bir anne dünyaya getirdiği çocuğunu emzirirken iki göğsüyle dönüşümlü emzirir, biri dünyadır biri ukbadır adeta. Anneler göğüsleri yara olsa da canları yana yana bebeklerini beslemeye devam ederler.  Kul olarak insanı hem dünya nimetlerinden hem Kur’andan besleyen Allah kuluna karşı bir anneden daha müşfik daha merhametlidir. Biz yanlış yapsak da, günah da işlesek, asi olsak, inansak da inanmasak da O hep bizi uyarır, bizi kendimizden, nefsimizden, kötülüklerden kelâm vasıtasıyla korumak ister. Bizimle ilk insanı yarattığı andan itibaren hep konuşmuş, peygamberler göndererek bilinmek, sevilmek, bizim niyaz edip hacet bildirmemizi, muhtaçlığımızı, O’nun karşısında aczimizi bilmemizi istemiştir. Allah, insanı nasıl çeşit çeşit yaratmışsa Kur’an’ı da her insanın kendi idrakince anlayacağı bir lisanla sayfa sayfa, safha safha, kelime kelime her insanın algısına göre yüzeysel ya da derin bir üslupla yarattığı kuluna hitap etmiştir.

Allah Â’râf Sûresi 199. ayetinde “Ey Peygamber! Sen insanlar için kolaylık ve hoşgörü yolunu tut, daima iyi ve güzel olanı emret, cahillerden uzak dur.” derken aslında bütün Müslümanlara kolaylık ve hoşgörülü olmayı, iyi ve güzel olmayı ve en önemlisi cahil olmamayı öğütlüyor. Allah ilim sahibine, kelâma, kalem ehline, insanlık için O’ndan isteyip niyaz edene kıymet veriyor. Allah’ın Habibim dediği yüce ahlaklı insan güzeli Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) efendimiz bir hadisinde “Körü yolda tutup yeden, Tanrı’dan yüzlerce ecir alır, yüzlerce sevaba girer.” buyuruyor. Sözümüzü şöyle noktalarsak bu âleme gönderilen insan tıpkı bir âmâ gibidir. Gözümüzün gönlümüzün görüş alanını açan, cahilliğimizi gideren ilim sahibi, kalem ehli, Allah’ın ezelden ilmiyle lütfedip kısmetli, ismetli, izzetli, ikramlı kulları doğru işler yapar ve doğru kelâm ederlerse tıpkı yukardaki hadiste söylenen gibi Allah’ın gözü, kulağı, eli, ayağı olurlar. Güzel kelâm el demek, ayak demek, göz demek, ruhu besleyen Allah’a yaklaştıran cennet meyvesi demek, ne mutlu o kaleme, Allah için kelâmı yazdırana, yazana vesselam…