Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

DEFİNECİ KADIN

25 Temmuz 2022 - 19:34

DEFİNECİ KADIN

O bir defineci mi, yoksa kendini arayan biri mi ya da her ikisi mi? Karar verebilmek zor. Hakikat ehli ile dostluğu belki de doğduğu topraklardandır. Çünkü yüce evliya Hz. Mevlânâ’nın yurt edindiği topraklarda, Konya’da gözlerini dünyaya açmış.
Sizlere bugün 1988’de “Dertli Dolap” romanıyla tanıştığım bir dostumdan bahsetmek istiyorum. Evet ona dostum diyorum çünkü o, romanlarıyla sıcaklığını hissettiren bir dosttur okuruna. Nezihe Araz’dan bahsetmek istiyorum. Sağlığında yüz yüze tanışamadığım ama kitapları sayesinde tanıdığım eşsiz bir insan. O, bir Türk ailesinde dünyaya gelmiş, Türk kültür ve ananesi ile yetişmiş aydın bir ailenin kızıdır.
Babası Ankara’nın tanınmış ailelerinden Bulgurluzadeler’den Rıfat Arazdır. Babası Rıfat Bey Rüştiye mezunu. Şam Ziraat Bankası müdürlüğü, Ankara Ziraat Bankası başmüfettişliği görevinde bulunmuş 1927-1947 yılları arasında Ankara milletvekilidir. Soyadı kanunu çıktığında Araz soyadı Rıfat Bey’e bizzat Atatürk tarafından verilmiştir. Çankaya Köşkü’nün yerini de Bulgurluzadeler bağışlamıştır.
Çocukluğunda aile büyüklerinin maneviyatından beslenmiş, bilhassa büyükannesinin annesinden dinlediği Yunus ilâhileriyle büyümüş, mutlu ama suskun bir çocukluk geçirmiştir. Yedi çocuklu bir ailenin beşinci çocuğudur, babası ona Nezihe demişti. Nezihe.
Nezihe pak, temiz, kötülüklerden, kabalıklardan uzak, nezih, seçkin anlamlarına gelen bir isimdi. Nezihe Araz da zaten ismiyle müsemma, nezih bir insan, güzel bir kalemdi. Allah onu yazması için yaratmıştı. O da yaratanın İsrâ suresi 84’de “De ki: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar. Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir.” sözlerini işitmiş Rabbinin ona yüklediği bu vazifeyi seve seve üstlenmiş, ne için yaratıldığını bilenler zümresinden, idraki açık bir insandır.
Nezihe Hanım akademik başarısı yüksek bir çocuktur. Ankara Kız Lisesinde öğrenci iken şiirleri okul dergilerinde yayınlanmıştır. Okuldaki ismi şair Nezihe’dir. Üniversite hayatında yine yazı yazmayı bırakmaz hatta çeşitli gazete ve dergilere yazmış olduğu yazılardan küçük küçük paralar kazanır. Ama o hep bir arayış içindedir. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Felsefe ve Psikoloji bölümünü bitirir. Bir süre üniversitede kariyer yapmayı dener ama yazmak onda bir tutkudur, üniversite kariyerini yarım bırakır.
Ve Nezihe Hanım İstanbul’a gözünü Babaaliye dikmiştir. Orada olmalı ve yazmalıdır. Ailesini ikna eder ve İstanbul’a 1950’lilerin başında yerleşir. İlk olarak bir gazetede tam zamanlı fıkra yazarlığı bulur ve başlar. Herkes onu vazgeçirmek ister orası kurtlar sofrası sen bir hanımsın deseler de o bu işi seve seve kabul eder.
Bir röportajında “Biz sofrada özgürce konuşabilirdik orası demokratik bir alandı, lakin ağabeylerim akademik başarımı kıskanır benim konuşmama pek izin vermezler şaklabanlıklar yaparlardı. Benim bugün yazdıklarım o günlerden beri içimde birikenlerdir.” Ve aynı röportajın devamında “Bizim evimizin salonunda bir küçük sahne vardı. Biz çocuklar orada oyunlar sergilerdik, hatta zaman zaman büyüklerimiz de katılır, annem de oyunlar sergiler şarkılar söylerdi” demişti. Bazı insanlara Allah, bazı şeyleri yapabilmeleri için gerekli ortamı da, şartları da hazırlıyor. Aslında O kulunu hiç yalnız bırakmıyor, yapması gerekeni de gönül kulağımıza fısıldıyor. Yeter ki duymak için kendi içimize dönüp gönlümüze kulak kesilelim.
İstanbul’daki ilk yıllarında Kenan Rıfai Dergâhı’na gidip gelmeye başlar. Bunda en büyük etken babasının ve ailenin Hz Mevlânâ ve Mevleviliğe olan yakınlığı ile babasının Kenan Rıfai ve dergâhına olan muhabbetidir. Dergâhta yazar Samihâ Ayverdi ve kişiliğinden etkilendiği Safiye Erol, Sofi Hûri gibi kalem ehli ve üniversite mezunu hanımlarla tanışmış, Safiye Erol’un evinde Hz. Mevlânâ’nın Mesnevîsi ile ilgili çalışmalar yapmışlardır. Ailenin de tasavvufa olan ilgisi onu bu yöne doğru çekmiş, bu hanımlarla birlikte Kenan Rıfâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık eserini meydana getirmişler ve 1951’de basılmıştır.
İlk romanı olan Anadolu Evliyalarını bastırır ve çok ses getiren bir roman olur. Orta Asya’dan Ahmet Yesevi’den başlayarak Hz. Mevlânâ’ya uzanan evliyâlarımızı bizlerle, yirminci yüzyıl insanıyla buluşturur.
Yeni sabah gazetesi için Toros yaylalarında yaşayan Yörüklerin hayatını anlatan “Kırk Pencereli Konak”  yazı dizisine başlar. Bu yazı dizisi için Toros yaylalarını adeta karış karış dolaşır. Yanında da fotoğrafları çekmek için toprağı bol olsun Ara Güler vardır.
Konya’da doğmuş, İstanbul’da yaşayan, Ankara’dan bir mebus kızıdır ama mesleğinin hakkını verebilmek için katır sırtında Toros yaylalarını gezmiş çadırlarda konuk olmuş, Yörüklerle bazlama, yufka açmış, onların sofrasına bağdaş kurmuş, oturmuş, acılarına ortak olmuş, sevinçleriyle coşmuş, düğünlerinde çeyizler dokumuş, onlardan biri olmuştur. O bir gazetecidir ve görevini layıkıyla yapmalıdır. Görmeden, dokunmadan yazmaz.
Ara Güler deklanşöre basar ânı dondurur, Nezihe hanım ise fotoğrafta dondurulan âna hayat verir, fotoğrafı konuşturur, okuyucusu ile Yörükler arasına görünmeyen gönül köprüleri kurar. Yine Kutsal topraklar ile ilgili bir yazı dizisi için Arabistan’a, Mekke Medine’ye gider. Biz Müslümanların kıblesini Kâbe’yi bir yazı dizisi halinde yazar.
Hz. Yunus Emre’nin hayatını konu alan romanını yazmak için Eskişehir Mihalıççık Sarıköy’de günlerce kalır. Yunus’un türbesini defalarca ziyaret eder, köylülerle konuşur. Yunus’un soluduğu havayı teneffüs eder, onula dertleşir, söyleşir.
O bütün eserlerini yazarken bir define arayıcısı hassasiyetiyle erenleri, veliyullahın bulunduğu mekânları ziyaret eder, onlarla ilgili bilgi toplar, durmadan arar, arar durur.
Yazılarında Türkçeyi tıpkı Yunus gibi kullanır. Sade anlaşılır, gösterişten uzak, tıpkı Anadolulu bir kadın ağzıyla buram buram papatya kokan, ana sütü gibi her çocuğun tanıyıp bildiği bir koku, bir dille yazar. Nezihe hanım toprağın altındaki uyumayan âşıkların ışığını görür, toprak üstünde uyuyanlara o ışığı tutar, sanki yaşayanların göçenlere olan ihtiyacını hisseder, bu hisse kulak verir. Belki sadece kendisi için aramıştı belki de geçmiş, bugün ve gelecek nesiller içindi onun arayışı.
Yine yazdığı güzel romanlardan biri de “Hz. Peygamberimizin Torunları ve Kerbelâ Vakası”, Hz. Hüseyin’in hakikat ve din için korkusuzca ölüme yürüyüşünü gözyaşlarıyla okursunuz.
 “Aşk Peygamberi” romanıyla Hz. Mevlânâ’nın hayatını gözler önüne iddiasız serer.
Objektif ve tarafsızdır, okuyucuya sadece bir yol açar yazdıklarıyla.

O biyografik romanların yazarı olarak bilinse de, üç şiir kitabı, ondan fazla tiyatro eserinde imzası vardır. O bir kadındır ve Anadolu’da yaşamış kadın erenleri de unutmamış yirmi sekiz kadın erenimizi bir gazete de tefrika halinde yayınlamış, sonradan “Kadın Erenler” olarak kitaplaştırır. Çocuklar için tiyatro eserleri yanı sıra çocukları din ve ahlaki yönden besleyecek “Çocuk ve İslam”  eserini meydana getirir. Kendisi evlenmediği için hiç çocuk sahibi olmamış lakin yeğeni Ömer Araz’la yakından ilgilenmiş, eğitim hayatı boyunca hep yanında olmuş, üniversite tercihinde, meslek seçiminde onu ve arkadaşlarını hiç yalnız bırakmamıştır. Zaman zaman gençleri toplayıp onlarla tarihi geziler yapmış, zaman zaman gençleri tiyatro ve sinemaya götürmüş, konferanslara, sohbetlere davet etmiş, yetişmelerinde, hayata hazırlanmalarında onları bir anne şefkati ile kucaklamış, sarmış, bir mürşit titizliği ile rehberlik etmiştir.
Nezihe Hanım’ı iki sayfacık bir yazıda anlatmak çok zor. Bu herhangi bir insan hayatını anlatmak için yetemeyeceği gibi hayatına onlarca kitap, gazete ve dergilerde köşe yazıları, tiyatro eserleri, şiirler, televizyon programları, ilk Türk dizisinin senaristliği, kadınlar için ilk kuşak programlar, ansiklopediler, çeviriler ve alınan pek çok ödül sahibi bir kadını birkaç sayfaya sığdırmak mümkün değil. Kaldı ki yazdığı her eser mutlaka din dünyamıza yeni bir perspektif açmış, iman tahtamızı sorgulatıp tazelemiş, insanın ruh dünyasına ışık olmuş eserlerdir.
Hazret-i Mevlânâ “Bulanlar arayanlardır.” buyurmuş.
O defineci bir kadın, bu topraklarda ve dünyada, gül kokusunu yayan defineyi aramış, bulmuş; hem de gönüllerde o kokuyu yayan inkılaplara vesile olmuş; defineler yaratmış bir Allah dostu. 26 Temmuz 2009 Ölümünün on ikinci yılı Ruhu şad, makamı âli olsun.

Ruhuna Fatiha…  

 

 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum