Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

ŞEHİR SEVGİSİNİN ÖLÇÜTÜ OLABİLİR Mİ?

08 Nisan 2011 - 23:48

 

         ŞEHİR SEVGİSİNİN ÖLÇÜTÜ OLABİLİR Mİ?

           YUSUF ATILGAN’IN MANİSASI

         Bir şehri sevmek için sizi o şehre bağlayan bazı nedenler olmalı.

         Bu nedenler çoğu kişiye göre değişebilir ancak genel kanı şudur:

         “ Bu şehirde doğdum, büyüdüm. Şehrin ekmeğini yedim suyunu içtim. O zaman bu şehirden ayrılamam!”

         Ya da ”Doğduğumuz şehir değil doyduğumuz şehir önemlidir.”deriz.

 Belki de anamızdan emdiğimiz bir damla süttür bizi o şehre bağlayan nedenlerin başında gelen en temel unsur!

         Şehir sevgisinden kastım doğup büyüdüğümüz, kültürümüzün oluştuğu şehirlerdir muhakkak. 

Bu bazen de doğduğunuz şehir de olmayabilir.

Yaşadığınız, emek verdiğiniz şehre bir aidiyet duymaya başlar ve kendinizi o şehirle özdeş hale getiririz. Siz yapmasanız bile eğer o şehirde uzun süre yaşamışsanız o şehirli olarak biliniyorsanız yakanızı bırakmaz ve adeta size yapışır o şehrin havası kokusu…

         Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” eseri görev yaptığı, bulunduğu şehirlerle ilgilidir mesela. Ya da Ahmet Turan Alkan’ın “Altıncı Şehir” böyledir. Bir de o şehirde doğup büyümediği halde şehre vefa borcunu ödemek amacıyla yazılmış Özkan Yalçın’ın Amasya’yı anlattığı “Yedinci Şehir” kitabı vardır örneğin. Bu tablo uzayıp gidecektir…

         Peki, bizi bir şehre bağlayan nedir?

         O şehirde doğmuş olmak?

         Evet, bu önemli bir gerekçemizdir şehrimizi sevmemiz için.

Ancak bir yaşanan hayatın bir gerçeği vardır ki her ne kadar o şehirde doğup büyümüş olsak ta yıllarca şehrinizin dışında bulunduysanız bu seçenek zayıf bir seçenek olarak kalır.

         Birçok insan için doğdukları şehirlerin önemi yoktur. Bunda abartılacak bir durum da olmayabilir elbette.

         E, o zaman nedir şehir sevginizin asıl nedeni?

         Başkalarının bilemem ama şehrimi sevmeyi yirmi yıl Anadolu’yu dolaştıktan sonra mantığımla karar verdim.

Evet, benim için en mantıklı tercih yine kendi şehrimdi. İstanbul’dan Diyarbakır’a, Amasya, Erzurum, Ağrı-Eleşkirt,  Malatya’dan Gaziantep’e varıncaya kadar dolaşmadığım, görmediğim şehir kalmadı diyebilirim. Ancak sonunda yine bu şehirde karar kıldım!

Bu yüzden yıllardır şehrim adına çırpınıp duruyor ve şehrim adına bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Ancak bunların hepsi ayrı bir heyecan ve ayrı bir deneyim de olsa yinede içinizden bir şeylerin eksik kaldığını hissetmeniz tek başına yeter de artar bile. Mesele sizi şehre bağlayıp bağlamama adana vereceğiniz kararın ne olacağı noktasında düğümlenmektedir!

         Fakat bazen de o şehir ne kadar uğraşsalar da bazı insanları içinde barındırmaz.

Dışlar kendisinden.

O şehirde doğmuş olsanız bile kendinizi yabancı hissedersiniz şehrinizde.

         Ya da tam tersi de olabilir. İnsanlar doğup büyüdüğü şehirde yaşayamaz, nefes alamaz olurlar bazen! Hayatlarının önemli bir kısmını o şehirde yaşamış olsalar da artık gün gelir ve yeni limanlara yelken açmak için şehirlerini terk-i diyar edenimiz az değildir. Bunun pek çok örneği vardır.

İlk aklıma gelen örnek “Anamın Kitabında” anlatımıyla Manisa’yı sevmediğini müteaddit defalar dile getiren Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur!  Daha genel olacak belki ama şehirde yaşayıp ta şehre aidiyet duymayanların pek çoğunda vardır psikolojik travmatik bu durum!

         Köy merkezli hayat tarzını benimseyenler genellikle köyünü, vatanını, toprağını sever. Göçebe hayat tarzında otlaklar, meralar ve hayvanların mutlu olduğu yerler sizin için sevilecek sevdiğiniz yerlerdir. O yüzden Türkler için Ötüken “Kutsal” addedile gelmiştir.  Atalarınızın yaşadığı ve geçimini sağlandığı ve başka seçme şansınızın olmadığı yerleri seversiniz genellikle!

         Ancak artık durum günümüz dünyasında öyle değildir. Her nereli olursanız olun paranın kapitalizmin ve sermayenin cazip olduğu şehirler, ülkeler ve para kaynakları daha cazip ve daha çekici gelir sermaye çevrelerine. Ve çoğu zaman da birçok insana!

         Görüleceği üzere sermayeyi elinde bulunduran sanayileşiş emperyal devletler bu amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla bomba üstüne bomba yağdırıyorlar birçok fakir ancak petrolü bulunan ülkelere! Şehir ve ülke sevgisinin mahiyeti de değişmiştir, değişmektedir artık.

         İnsanlara “Memleketin neresi gardaş.” Dediğimizde doğdukları yeri değil daha çok para kazandıkları yerleri söylemeleri bu yüzdendir!

         Ancak ben memleketimi bilinçli seçtiğini düşünenlerdenim. Bu yüzden memleketimle ilgili her ne varsa kenarda köşede kalmış hepsi beni ilgilendiriyor!

         Çöpçüsünden valisine, Şarapçı Orhan’ından, Parti Pehlivanına, Şekerci Hüseyin Dede(Ayçiçek)’den Yusuf Atılganına… Her kim varsa bu şehirde yaşayan benim için bir değerdir diye düşünüyor ve öyle kabulleniyorum şehrimi. Kim ne derse desin!

         Bu sevgi yalnız şehre ait insanlar için de değildir.

Kültürel doku, müzik, yemek kültürü, konuşması, gelenek ve görenekleri de şehre bağlanmakta etkilidir. Ancak bunlarla ölü seviciliği tarzında bir fanatizmden bahsetmediğimizi de belirtmek isteriz.

         Şehri bir bütün olarak ele almak ve geçmişten geleceğe uzanan yolculuğunda bize bahşedilen hayat müddetince şehre yapılacak katkı adına her ne varsa elimizden geldiğince katkı sağlamak. Bizim şehir sevgisinden katkımız budur vesselam!

 

 

***

Ancak burada konusunu edeceğim asıl şahsiyet her ne kadar şehrinden ayrılsa da bu şehirle anılmaya devam eden Yusuf Atılgan olacak.

Yusuf Atılganı çok geç tandım aynı şehirde yaşamış olmamam rağmen! Hem de onu tanımam biraz aleyhte söylentiler, ideolojik kamplaşmalar dönemine rastladığı için olsa gerek kitaplarını okuyarak uzaktan uzağa takip ettim hemşerimi!

Manisalı birisinden daha ne zamana kadar uzak kalabilirdim ki? Bir gün onunla karşılaşacağımı biliyordum bilmesine ve bunu o kadar da çok istiyordum ki, onunla aynı şehirli olmaktan gurur duyuyor; gezip dolaştığım her şehirde her ortamda ondan övünerek bir hemşerim olarak bahsediyordum.

Aynı durum elbette Erol Toy…gibi Manisalılar için de geçerliydi.

Heyhat ki onu dünya gözüyle görmek nasip olmadı! Ama olsun. En azından onu tanıyan insanlarla görüşebilirdim! Nerede yaşadığı, hangi evde oturduğu, kimlerle konuştuğu, hangi tarlada çalıştığı, insanların Hacırahmanlı’da Yusuf Atılgan’a bakışları…bunlar önemliydi benim için.

Manisa’nın o zamanlar köy olan şimdilerde belediye statüsü kazanmış Hacırahmanlı Kasabasındaki mütevazı tek katlı, kiremit örtülü evinde kitaplar dolusu odalarda görmek istedim onu.

Hacrahmanlı’da doğup büyüyen edebiyatçı Berfu …Hanımın www.tarihistan.org  sitesinde yayınlanan Yusuf Atılgan’a dair hatıralarını okuyunca kendisinin de yaşadığı hatıralarla birlikte halen yaşayan eş dost ve akrabalarıyla görüşüp görüşemeyeceğini öğrenmiş ve yardımlarıyla Akif Taşçı’ya ulaşabilmiştim!

Akif Taşçı 1329 doğumlu. Bu gün itibarıyla (20 Mart 2011-Pazar. Saat. 12. 20) 82 yaşında. Ancak yanımızda yine aynı adı taşıyan ve halen Saruhanlı Gençlik Spor Antrenörlük görevini sürdüren torunu Akif Taşçıda bulunuyor.

Yusuf Atılganla yıllarca birlikte olmuş bir isim Akif Taşçı. Ancak şu anda biraz unutkanlık hastalığına yakalanmış. Alzaimer Hastası. Düşüncelerini toplamakta, hatıralarını canlandırmakta zorlanıyor.

Akif Taşçı ile konuşabildiğim kadar konuşuyorum. Yusuf Atılgan’a dair  ne öğrenebilirsem kardır düşüncesiyle yaklaşık iki saat boyunca bir şeyler çıkarmaya çabalıyorum!

Uzun yıllar birlikte çiftçilik yaptıkları kesin. Tarla komşusu ve hatta köylü Yusuf Atılgan’ı adeta dışladığında tek dostu diyebileceğimiz Akif Taşçı ile birlikte aşmış birçok sorununu.

Yusuf Atılganın çok ağır şeyler yazdığını halkın onu anlamadığını haklın ona karşı biraz da dışlayıcı tutumunda bunun etkisi olduğunu söylüyor. Ancak elbette işin felsefik ve ideolojik boyutlarından; Yusuf atılgan’ın o dönemin rüzgârına kapılarak Behice Boranlarla birlikte TİP ideolojisi içerisinde yerel kültür ve milli dini değerlere halkın gözüyle değer vermediğini bilmiyor! Yusuf Atılgan’a dair düşünce dünyasını daha yakından öğrenebilmek amacıyla Hacırahmanlı Yusuf Atılgan Kütüphanesi adıyla  yüz yüzeli kitaptan oluşan bir kütüphaneye gidiyorum.

Kütüphane çarşının ortasında kahvehanenin üst katında Fevzi Çakmak Caddesi üzerinde Pazar olduğu için belediye zabıta görevlisine rica edip açtırıyorum! Çürümüş tahta merdivenlerden çıkıp kütüphane olduğu söylenen yere girdiğimde şaşkınlığımı gizleyemiyor ve küçük kızımın dahi bunlardan daha fazla kitaba sahip olduğunu söyleyiveriyorum! Zabıta görevlisi halkın kitap okumadığını zaten bu kitapların Yusuf Atılgandan kalan son kitaplar olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Evet, Yusuf atılgan’ın kitapları yıllarca kullanılmayan şu anda Muşlu bir aileye parasız kiralanan evde çürümeye terk edilmiş. Kalanlar ailesi çocukları tarafından götürülmüş. Kala kalan şu anda kütüphanede 1930-1940…yıllara ait Milli Eğitim Bakanlığı basımı kitaplarla halkın anlamakta zorlanabileceği felsefik ve sosyalist felsefeyi içeren ve geçer akçe olmaktan uzak kitaplar kalmış geride! Tab ki daha çok gençlerin tercih edeceği eserler olmayınca ve belki de aylardır açılmayan bir yer olduğu için insanları bu kütüphaneye çekmek mümkün olmayacaktır.

Kütüphane kapısını açmakta baya zorlanmıştı zabıta memuru ve itiraf etmişti. “Yıllardır açılmıyor herhalde kilit pas tutmuş kusura bakmayın!”

“Hayır, lütfen siz kusuruma bakmayın sizi okey masasından kaldırdığım için” diyerek de yarı şaka yarı ciddi cevap vermiştim görevliye! 

Anlayacağınız Yusuf Atılgana dair çok fazla bir şey bulamadan döneceğim Hacırahmanlı’dan. Son bir ümit çarşıya çok yakın üç cepheli tek katlı Yusuf Atılgan’ın evine uğramadan ayrılmak istemedim. Önünde çam ağaçları var evin. Yaşlıca birisi bağ kütüklerini kırıp yakacak yapıyor. Buralarda üzüm dallarının kütükleri budanır ve kışın yakılır…

Muşlu olduğunu evi adam etmek ve oturulacak hale getirmek için neler çektiklerini anlatıyor. Yanlış anlamsından korkuyor ve dilim döndüğünce

Kötü bir maksadımızın olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Evi gezdirmelerini söylediğimde yanımda hanım ve çocuklar da olmasa gezdirmeyecek hani! Haksız da sayılmaz hani!

         Yusuf atılganın yazılarını yazdığı ve kitaplarının bulunduğu tek ve basık bir oda var. Avlulu bir köy evi Yusuf Atılganın doğduğu ev. Ancak bakımsız, ilgisiz, mahzun! Birkaç kare fotoğraf çektikten sonra ayrılıyoruz Hacırahmanlı’dan. ..

Çok da güzel hatıralarla ayrıldığımı söyleyemem.

         İnsanlar kahvelerde, parklarda boş boş vakit harcıyor! Etkinlik, çalışma yok. Atalet almış başını gidiyor.

         En azından Yusuf Atılgan’ın evini görmek ve bir nebze olsun onun soluduğu nefese ortak olmak adına değdi diye düşünüyorum buraya gelmemiz!