Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

ŞEHİRLERİ ÖLÜMSÜZLEŞTİRMEK

13 Şubat 2024 - 09:08 - Güncelleme: 13 Şubat 2024 - 09:56

ŞEHİRLERİ ÖLÜMSÜZLEŞTİRMEK

Naci YENGİN[1]


2人の画像のようです
Manisa, XVIII. Yüzyıl başları

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” kitabındaki şehirlere dair satırları okuyunca insanın kendi şehrine dair bir şeyler yazma cesareti kırılıyor. Nasıl kırılmasın ki? Söz üstadı satırları inci tanesi misali insanın zihnine, gönlüne yerleştirip söylemek istediklerini de boğazınıza diziyor! Tanpınar’ın şehirlerini okuyana düşen ise inci tanesi gibi dizdiği satırları nereye yerleştireceğine karar vermek.
Tanpınar şehirleri adeta kutsi birer abide gibi anlatır. Onun şehirlere dair yazılarının her gönle göre değişen etkileri olur.  Okuyucunun gönül zenginliği oranında kutsi birer mimari esermişçesine anlatılan şehirler, milli kültür ve atalardan gelen güzellikleri bir ressamın bin yıllık uğraşı gibi kutsal birer metne yaklaşıyor etkisi gösterir. Tanpınar’da anlatılan şehirler ve şahlanan milli üstünlüğümüz karşısında ister istemez ruh ve mana iklimiyle beslenen insanlar gönüllerindeki tarih, kültür, mimari vb. mesafeler ortadan kalkar. İnsanlar şehrin, şehriler de insanın boyasıyla boyanarak asırlar boyunca devam eden bir silsile ile maziden atiye ulaşmak için heyecanını Yunus gibi Türkçe ’ye, Mimar Sinan gibi mimariye, Karacaoğlan gibi sazın tellerine, Oğuz Kağan gibi, Fatih Sultan Mehmet ve Atatürk gibi Yüce Devlet idealini yaşamak ve yaşatmak ister.
Üstadın satırları birer metin değil adeta binlerce yıllık anıtsal mimari bir sütun gibi, şaheser birer kitabe gibi karşımızda durur ve her okuyanı, okuduğunu anlayanı, anladığını göreni büyülemeye devam eder.
Tanpınar’ın kutsi abide gibi anlattığı şehirleri okuyunca şehirlerle ilgili yazacağınız satırlara ve şehirlere karşı cesaretimiz kırılır. Ancak bir yandan da Tanpınar’dan cesaret alırsınız. Kelimeler, cümleler boyunca şehirleri nasıl anlattığına dair dersler çıkarır ve yazmak için adeta teşvikkar olduğunu hissedersiniz. İyi ki yazmış, iyi ki ölümsüzleştirmiş Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u diye binlerce yıl öncesinden binlerce yıl sürecek ötelere teşekkür ve temennalarınızı gönderirsiniz.
Tanpınar yazmamış sanki bir su damlacığı, bir inci tanesi, bir biblo gibi okuyucuya sunmuş şehirlerin ruhunu. Maziden gelen davudi musikisiyle medeniyetin gür sesini kulaklarımıza fısıldamış ve gönüllere nakşetmiş adeta!
Tanpınar’ın şehirler üzerine yazdığı satırlarda yaşadığım duyguların bir benzerini Cemil Meriç’te de yaşarım. Deneme yazarken Cemil Meriç’in gölgesinde ve belki himmetiyle yazdığımı düşündüğüm çok olmuştur. Bu duygum yazmaya devam ettiğim sürece devam eder. İyi ki Cemil Meriç’in sesine ortak, meclis halkasında yeniyetme bir talebe, kalemine yoldaş olmuşum ve iyi ki Tanpınar yazmış der kendimi şanslı sayarım!
Son yıllarda kadim şehirlerimizden Saruhanoğlularının başkenti, Osmanlı şehzadelerinin gözbebeği Manisa üzerine araştırma, hikâye, gözlem, hatırat ve denemelerden oluşan yazılarımızın  her ne kadar Manisa ile ilgili yazmasa da  Beş Şehir’in gölgesinde kalma ihtimali, endişesi gibi bir durum söz konusu olsa da bundan endişe etmek yerine bundan derin bir mutluluk ve haz duyduğumu da belirmem gerekir.
Şehzade Şehri’ne dair bir şeyler yazmak ve beklide şehre karşı minnettarlığımızı sunabilmek adına yazılan her satır, söylenen her ses ve her sözü kutsal kabul eder Tanpınar’a olan minnettarlığımızı tazeleriz. Şehri yalnız bırakmadığımızı göstermek, şehrin Şehzadeliğinin ihmal etmişliğinin yanında bizim olması için çalıştığımız tarihin külleri arasından bulduğumuz hazineyi çıkarabileceğimizi umduğumuz haşmetli mazi ile azametli geleceği ümitlerimizle birleştiren birer tanık olabilme hevesi ve edasıyla çalışmak yapılması gerene en doğru olanı olsa gerektir.
Yıllardır yapmaya çalıştığımız gibi bildiğimiz türküleri söylemeye devam etmek gerekir. Şehri anlatmaya, Şehzade Şehirle ilgili her ne varsa birilerinin kulaklarına kar suyu kaçırmaya, kendi karanlıklarında homurdanmalarını duymazlıktan gelmeye, kem gözlerden uzak durmaya özen göstererek Tanpınar yolunda yürümeye, şehirleri yazmaya devam edecek birileri olmalı.
Şehrin fikir işçisi, kültür bekçisi, birkaç yoldaşı olmalı her zaman. Aksi halde şehirleri küstürmek içten bile değildir. Şehri yaşayan, hissedenlerle birlikte sokakları arşınlamaya, tarihi mekânları cansiperane savunmaya, korumaya, anlatmaya devam etmekten başka çare ve çıkar yol yoktur.
Revak Sultan, Karaca Ahmet, Gülgün Hatun, Horasan Erenleri, İbrahim Seydi Dede, Saruhan Bey, Fetih Mescidi, Yedi Kızlar, Ulu Cami, Mevlevihane, Saray-ı Amire, Akbaldır Dede, Kırtık Baba, Fatih Sultan Mehmet,  Kanuni Sultan Süleyman, Şehzade Mustafa Çelebi, II. Selim ve III. Murat’la coşmaya, Yirmi İki Sultan’lar Türbesi’nde yatan sabilerle hüzünlenmeye, Çaybaşı’nda işgal ve büyük Yunan yangından arta kalan matem, Ağlayan Kaya’da mitoloji, Müftü Âlim Efendi’de bağımsızlığın imanla şahlanışı,  Demirci Mehmet Efe, Parti Pehlivan’la bağımsızlığın meşalesi olmaya devam edecek birileri olmalı.
Şehrinin boyasıyla boyanmaya, şehre aidiyet duyanların sayısını arttırmaya devam etmek gerekir. Şehirlerine aidiyet duymayanlar şehri yaşanmaz hale getirenlerdir demeye devam edenlerin sayısını arttırmak için yola çıkanlar Seyyahımız Evliya Çelebi’den el aldıklarına inanırlar.
 Şehrin güzelliklerinin saltanatının ruhumuzda devam etmesine izin verebilirsek o zaman şehirlerin şehzadesi olmaya can atacaktır şehirlerimiz. Şehirlerin tacı, Fatih’in lalesi, Şahi güvercini, ak yeleli Ak Küheylan’ı olmaya adaydır şehrimiz.
Şehzade II. Mehmet’in şiirlerinde geçen gençliğine tanık olmuş Saruhan Sancağı Şehzade Şehir olmaya her zaman namzettir.
Kış kokusunu dört koldan yürüttüğü Dumanlı Dağ’ın  kırk bir çeşit baharatına duaların karıştığı Mesir’in mucidi Merkez Efendi eliyle nice sultana şifa olmaya devam edecek ve ayaz gecelerde viran olmayacak, Ehli Salip tarafından yeniden yakılamayacaktır şehirlerimiz.
 Evliya Çelebinin yoldaşı olarak adım adım şehri karışlamak, Dumanlı Dağ’a çıkıp göğe yükselen kuleleri teker teker saymak,  hanlarında çarşılarında dolaşmak, gürül gürül akan Gediz’in serin sularında yılkı atların yelelerinde dinlenmek…
6660 hane, bahçeli, bağlı ev, konak; 60 mahalleli Saruhan Sancağı’nın Fatih Kulesi’nde, Saray-ı Amire’de şehzadelerin adımlarının izini sürmek.
İnşa etmeyip taşlara ruh ve can vererek adeta bir ibadet aşkıyla, demire su verilen ruhlarla Ergenekon’dan çıkar gibi aleme nizam verme sevdasına devam eden milletin mimarisi, sanatı, kültürü, müziği, aşı ve sevdası önünde mana âlemine dalıp ibadetlerin en huşu ikliminde yaşar gibi yaşamak ne güzel!
Ölümü güzelleştirmenin ötesinde derin bir huzur, ölmeden önce ölüp ölümün sırrını şehrin kalbinde yakalamış olmak ne büyük bahtiyarlık.  Şehrin kanatları altında ölümsüzlüğün ölümü öldürmekten geçtiğinin sırrına ermek …
Ölümü öldüren ve ölümü Yaratıcının gölgesine sığınmak olarak kabul eden ve ölümün gök ekini biçilmiş yiğitlerle güzelleştiğinin sırrına Yunus’la eren şehirleri yeniden var etmek ne güzel. / Yazı ilk olarak Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:180, Aralık 2023, tarihinde yayınlanmıştır.
 

[1] Tarihçi-Yazar; [email protected]

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum