Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Manisa-İzmir Yangını Bağlamında

12 Ekim 2011 - 00:00

 

Manisa-İzmir Yangını Bağlamında

NACİ YENGİN

“Vatanın kıymeti kaybedilince anlaşılıyor” der Yahya Kemal Beyatlı Budin’in elden çıkışını anlatırken.

Ve ekler Budin Müftüsünün kızının söylediği türküyü: “Eğil Dağlar” eserinde…

            “Sabah ezanında düştü bir yıldız.

            Deftere yazıldı on bin kız.

            Aman padişah in bizde İslam’ız.

            Aldı Nemçe bizim güzel Budin’i…”

            Balkan Türklerinin dilinden iki yüz seksen yıldır düşmedi bu türkü, düşmez de. Bizim türkülerimiz acı, ayrılık ve hasreti anlatır.

            Yüreğimizi delen ciğerparelerimizin ardından yakmışız türküleri.

            Yalnız türküler mi? 

            Dilden dile dolaşan Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal ve hatta Türkistan’ın Piri Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetli sözleri bu vesileyle günümüze kadar gelebilmiş.

            Ah! Keşke kalemden bu kadar uzak durmasaydık!

            Ne olurdu ozanlarımız yüreğimizi delen türkülerimizin sözlerini yazabilseydi. Yunus kaleme dökebilseydi türkülerle kendimizi bulduğumuz sözleri.

            Yalnız türkülere has bir durum mudur bu Ya Rabbi!

Kalemden, okuyup yazmaktan uzak durmuşuz çoğu zaman. Bu uzun yıllar da devam etmiş maalesef! Hala daha etmiyor mu sizce?

            Sibirya’dan Afrika’ya, Çin’in bozkırlarından Polonya’ya, İtalya’dan Viyana’ya, Hindistan’dan Açe Sumatra’ya kadar bütün coğrafyalar, bütün iklimler; krallar, imparatorlar, dağlar ve ormanların önümüzde el pençe divan durup adalet, insanlık dilendikleri zamanları; olayları, insanları, dağları, iklimleri, savaşları, yağmaları ve kendimizi yazsaydık! Ne güzel, ne muhteşem olurdu!

            Geleceği kurabilseydik kalemlerimizle…

            Ne muhteşem bir mazi ve ne muhteşem bir gelecek olurdu! Kelime kelime, cümle  cümle işleseydik medeniyet duraklarında soluklandığımız yılları her daim!

            Yok değil. Elbette gittiği gördüğü yerleri yazan bize aktaranlar olmuş. Evliya Çlelebi, Katip Çelebi, Seydi Ali Reis… gibi. Ancak yeterli mi ya! Elbette yetersiz… muhteşem maziyi bir de kalemle fethedebilseydik. Hem de dobra dobra… Dosdoğru… Her zaman belgelere yansıdığı gibi bütün gerçekleri orta yere koyabilseydi seyyahlarımız… Şimdilerde karşımıza çıkan ve midemizi bulandıran bazı yüzü bulanık, sahte duruşlu tanıklarla uğraşmazdık diyorum.

            Şimdilerde başımızı ağrıtan, midemizi bulandıran ve bazen tepemizin tasını attırıp bazen çileden çıkaran insanlık, medeniyet ve kültür kaçkını, çulsuz çapulsuzlara en güzel cevabı vermez miydik? 

            İşte o zaman yeni bir dünya ve yeni bir medeniyetin kolları arasında yaşıyor olurduk!

            Yazıdan uzak kalmak, imandan, Kur’an’dan uzak kalmak gibi bir durum diye düşünüyorum!    

            Kıbrıs, Balkanlar, Kırım, Hicaz, Filistin… Asya, Afrika’dan nasıl çekildik? 

            Buralar yazılabilseydi… günlük, hatırat veya yaşadıklarını, gördüklerini kâğıda dökebilseydi insanımız daha iyi anlaşılmaz mıydı dünya? Ve daha iyi anlaşılmaz mıydı medeniyetimizin kılcal damarları? Yeni bir medeniyet inşasına da gerek kalmazdı…

           Dünya, tarih ve gelecek şimdilerde daha iyi okunmaz mıydı?

            Başımızı ağrıtan sorunlarda karşımıza çıkarılan kitaplar hep hatıra kitapları. Hep geçmişe dair geleceğimiz etkileyecek türden.

            Ermeniler “Mavi Kitap”ı Rumlar ise İzmir yangınında belge diye mağdur olmuş, yangını seyretmiş; can havliyle İzmir’den giderken veya sonradan yazılmış Miles Gilton’ın ‘’Kayıp Cennet, Smyrna 1922’’ , Marjorie Housepian Dobkin. “(Smyrna 1922: The destruction of a city )İzmir 1922: Bir Şehrin Yıkılması”, Marie-Carmen Smyrnelis, “İzmir 1830–1930 Unutulmuş Bir Kent Mi? Bir Osmanlı Limanından Hatıralar” türü kitapları gündeme getiriyor. Ama işin belge boyutunu da her nedense o kitaplar oluşturuluyor!

        Kalem, kâğıt ve zamanında yazılmış yazılar.

            Peki ya biz ne yapmışız!

        Ağlamış, sızlamış, vuruşmuş, şehit olmuş ya da öldürülmüşüz. Susmuş, ağıt yakmış ve lanet etmişiz yer yer. Ermeni soyu, Yunan gavuru diyerek içimizde gizlediğimiz kızgınlık cümleleriyle avunmuşuz şimdiye dek!

Şehitlik kadar yüce bir makama erişebilen bir ruhun ardından iki satır yazı kaleme almamışız! Ortaya koyabileceğimiz mezar taşlarından, türkülerinden, ağıtlar ve söylencelerden başka neyimiz var Allah aşkına! Ancak şimdilerde yeni yeni aklımız başımıza geliyor da Osmanlı Devleti arşivlerine, saha araştırmalarına ve bulabildiğimiz hatıralara sığınıyoruz. Öyle değil mi?           

       Elbette üstün meziyetimizin bir özelliğidir bu. Yenilgiler, acılar ve ıstıraplar içimizde yaşanır, gurur, kibir ve böbürlenme nedir bilmeyiz bunun farkında olmalıyız. Yüksek medeniyet meydana getiren milletlere- kültürlere has bir durumdur bu. Ancak üstünlüğümüzü bir de kaleme gerçekleştirebilsek ve ve bu güne yarına medeniyet taşıyıcılığı yapabilseydik güzel olmaz mıydı?  

       Kur’an’i ifadeyle “Kalem kılıçtan üstündür”  diyorduk hani!

           Bu acizlik ve Allah’ karşı sorumluluk kimin?

            Yüz binlerce insan Balkanlar’dan Türkiye’ye geldi. Yüz binlerce Türkistanlı Çin ve Rus zulmünden kaçarak Türkiye’ye göç etti.

Kırım, Sibirya, Yemen, Kore, Bosna, Kafkaslar milyonlarca insan şehit düştü veya zulme uğradı. Peki, kaç tane hatıratımız, bu konularda o günlerden kalma eserlerimiz var!

Osmanlı Yunan savaşlı olan Dömeke Meydan Savaşı sonrası ve hatta daha önceleri başlayan Anadolu’ya ve Anadolu’nun en huzurlu şehirlerinden birisi olan Saruhan Sancığına Rumilinden gelen insan sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Neredeyse şehrin 1/3 oranında Yunanistan, Bulgaristan, Eski Yugoslavya, Makedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek, Girit 

            Uzatmaya gerek yok.

        Yarın bir gün Yunanlılar, Ermeniler Manisa, Turgutlu, Ahmetli,  Salihli, Uşak…Van, Kars, Trabzon… yangın ve yaptıkları katliamları unutup da yazdıkları veya yazdırılan hatırat türü kitaplarla olayların müsebbibi olarak yaşananları üzerimize yıkmaya çalışır ve bu şehirlerle ilgili kitaplar yayınlar, filmler çevirirlerse ne yapacağız!

      ''Zira vatan kaybedilirse her şey çok geç olacak!'' 

         Mesela Manisa ve yöresi ile ilgili yayımlanmış hikaye, roman ve hatırat tarzında çok fazla çalışma bulamazsınız.

        Milli Mücadele dönemine dair Manisa ve ilçeleri merkezli yapılan araştırma ve roman sayısı yeterli değil. Kamil Su’nun “Manisa’da İşgal Acıları”, Mustafa Yıldırım’ın “Ulus Dağına Düşen Ateş”,Teoman Ergün’ün “İşgal” romanları ilk akla gelenler.
         Teoman Ergül bölgeyi tanıyan ve en son çalışma yapan araştırmacı.
         Avukat olması onun edebiyatla ilgilenmesi ve ele aldığı eserlerin hakkını vermesine engel değil. Aksine “Nurbanu”, “Selim ve Nurbanu” ve “Altının Laneti” gibi romanlarla okuyucunun takdirini kazanmayı bildi.
         Teoman Ergül’ün “İşgal” romanı roman formatında olmasına rağmen Manisa il ve ilçeleriyle birlikte Ege Cephesi Kuva-i Milliye ve Milli Mücadele örgütlenmesini ortaya koyması açısından önem taşıyor.

Necdet Bilgi, Nusret Köklü, Milli Mücadele’de Manis ve Kuva-yı Milliye Sempozyumu… gibi son dönemde yapılmış çalışma ve birkaç akademisyenin üstün gayretleriyle ortaya konan eserlerden daha fazla çalışmalar yetersizdir.

            Ancak bu panik hali psikolojisinden bir an önce kurtulmak gerek.aksine sağlam duruş ve akademik çalışmalarla desteklenen gerçeklerin ortaya çıkarılması Türkiye’nin her zaman lehlinedir.

            Daha çok bazı basın yayın kuruşları sayesinde oluşturulan toplum üzerindeki baskı psikolojisinden kurtulmanın tek yolu hemen her ilimizde bulunan üniversite ve fakültelerimizle yerel tarihçilerimizin harekete geçip saha araştırmalarına yönelmelerini sağlamak olmalıdır.

Bir de evlerimizde Eski Türkçe diye okumadığımız ve sandıklarda hatıra olarak duran eserleri birilerine okutmak, onların gün yüzüne çıkmalarını sağlamak olmalıdır. Hatıralar, söylenceler, dramlar, sevinçler, mani ve türküler derlenmeli Osmanlı coğrafyasına dair Türkiye’nin hinterlandına dair her türlü bilgi, belge ortaya konmalıdır…

            Hükümet bu alanda yapılacak çalışmalara destek vermeli ve bu eserler yerel yönetimler, il özel idare ve sivil toplum kurucuları tarafından yayımlanmalıdır.

       Zira vatan kaybedilirse her şey çok geç olacakttır!

        Geriye türkülerden gayrisi kalmayacaktır!

          Balkanlar, Kafkaslar, Karabağ’ın acı hatıraları her zaman canlı ve tazedir…