Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

DOĞUNUN GÜNEYİNE İNDİK

27 Mayıs 2014 - 09:52

DOĞUNUN GÜNEYİNE İNDİK

 

İzmir Adnan Menderes Havalimanı'ndan yaklaşık bir saat on dakikalık yolculuğun ardından Güneyin başşehri Adana Şakir Paşa havalimanına inişle başladı ülkemizi tanıyalım yolculuğu. Otobüs ile Türkiye’nin en büyük sulama projesi olan; gövdesindeki bazalt maddenin 1919 metre yükseklikteki eski bir volkanik dağ olan Karadağ’ın eteklerinden getirildiği, GAP’ın en büyük barajı, Atatürk Barajına, uzun bir yolculuktan sonra ulaştık.

 

Seyir terasından, 8 yıl gibi oldukça kısa bir zamanda bitirilen, Türkiye’nin medarı iftiharı, bu eşsiz yapıyı hem seyre hem de fotoğraflamaya koyuluyoruz hemen. Her güzelliğin bitimi her zamanın tükenişi bizi burada da yalnız bırakmıyor. Elveda demeden ayrılırken baraj yapımı esnasında, hayatını kaybeden işçiler için yapılan anıtı ziyaret ederek onlara Fatihalar göndermeyi ihmal etmiyoruz.

 

Bakımlı- geniş yolların üzerinden ilerlerken sağlı-sollu verimli ve işlenmiş arazilerin seyrine doyum olmuyor. Zaman zaman biteviyeliğe, bazen de yorgunluğa yenilen gözlerimizin azizliğine uğradığımız da oluyor. Araçlarla yapılan aktarmalar sırasında yapılan arkeolojik ve mitolojik bombardımanı söylemeden geçemeyeceğim. Her gelene standart bir paket halinde bu kadar bilgi yüklemesinin yapılmasını çok doğru bulduğumu da söyleyemeyeceğim. Minibüslerimize binerek Kâhta ilçesi üzerinden Nemrut dağı milli parkı sınırları içerisinde bulunan Karakuş Tümülüs’ü, Cendere Köprüsü, Arsemia (İl merkezine 63 kilometre uzaklıkta olan antik kent, M.Ö ll. yüzyılda Kommagene'lerin atası olan Arsemia tarafından kurulmuştur. Değişik ve güzel kalıntılara sahip olmakla birlikte bu antik Kent’te, Anadolu'nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı bulunmaktadır. Tepe üzerinde konumlanmış olan Mithridathes Callinichos'un mezar tapınağı ile sarayını görmek de mümkün. Çok sayıda heykel, bir kraliçe ve Antiochos başı da önemli kalıntılar arasındadır.) ve Eski Kale gezilerini yaptık, ardından 2150 m. yükseklikteki Nemrut Dağı'na çıktık.

 

Tanrı kral Antiochos tarafından, gelecek nesillere vasiyetimdir, başlığı altında yazılan Nomos kitabesi.(Burada oluşturulan köle ordusunun-yapı işçisi- kalıntısı misal, yumruk büyüklüğünü geçmeyen taşlarla meydana getirilmiş Tümülüs’ün çağrışımları, zihinleri bulandırıyor. Hatta günümüzde, olumsuz anlamda meydana gelen her şeye rağmen, insanın şükretmesi gerektiğini de işaret ediyor zannımca.) Doğu ve Batı Terasları, Zeus Oramastes, Apollon Mithras, Herakles Artagnes, Kommagene ve koruyucu Aslan, Kartal heykellerini görerek tefekkürün sınırlarını hayli zorluyoruz. Bir yandan da akşam Güneşinin Batışını izleyerek romantizmin iklimlerine kayıyoruz, tabi üşümeyi de ihmal etmiyoruz.

 

Kaptanımız Ahmet beyin: ”Hoca güneş her yerde aynı batar. Onun değişik battığını söyleyen insanlar değişiktir.” sözleri kulağımızda yankılanarak, güneşi batıranların aşağıya doğru inişini, yaz gecelerinin ilk ışığını yakan ateş böcekleri gibi birbirinin peşine takılarak oluşturdukları katar misali yürüyüşlerini, birbirlerini geçme çabalarını, Şahmeran kültürünü haklı çıkaran yılan yollardaki ışık cümbüşünü seyrederek, tekrar minibüslerimize binip otelimize varıyoruz. Gezdiğimiz yerlerde ve mekânlarda dikkatimizi çeken, önemli gördüğüm bir durumun altını da çizmeden geçemeyeceğim. Hemen her yerde arkaik isimlere karşı aşırı bir rağbet oluşmuş, hatta çok küçük ticarethanelere bile bu isimlerin verilmesini anlamlandırmakta zorlandığımı itiraf etmeliyim. İnşallah, altından bir çapanoğlu hikâyesi hortlatılmaz.  

 

Ertesi sabah açık büfe kahvaltının ardından Siverek ilçesi üzerinden Diyarbakır’a ulaşıyoruz. Diyarbakır’da sırası ile Cahit Sıtkı Tarancı evi, şeyh Mutahhar (dört ayaklı minare), Keldani kadim kilisesi, Ulu cami, kale surları ve keçi burcunun gezilmesinin ardından Halil ustada verilen ciğer ziyafetinin sonrası Dicle nehrini takip ederek Batman’a ulaşıyoruz. Panoramik şehir turu sonrası yapımı devam eden Ilısu barajı ile sular altında kalacak olan erişilmez mağaralar anlamına gelen Hasankeyf’e ulaşıyoruz.

 

Yeni Saray, Mescit, Gözetleme Kulesi, Büyük Saray, Ulu Cami, Mağaralar gezimizi yaparak Kaleden inip El Rızk Caminin kalan tek parçası olan eşsiz minaresi ve Artuklu Fahrettin Karaaslan tarafından 1116 yılında yapılan orta çağın en büyük köprüsünü görerek nefis fotoğraf kareleri tespit ederek küçük Mardin olarak adlandırılan Midyat ilçesine yöneliyoruz.  Bölgenin önemli el sanatlarından olan Telkâri pazarında serbest zaman sonrası, sıla dizisinden hatırlayacağınız Midyat Konuk evi gezisini, taze nohut demetini elimize alıp hem yiyerek hem de gezerek gerçekleştiriyoruz. Ülke ekonomisine verilen katkının hayli yüksek olduğunu, özellikle hanımlar marifetiyle, söylemeden geçmeyeceğim.

 

Güne açık büfe kahvaltının ardından, açık müze kent Mardin gezisine başlıyoruz. Burada ilk durağımız Mor Behrem Kırklar Kilisesi. Kilise görevlisinin yarı anlaşılır yarı anlaşılmaz bilgilendirmesinin ardından güneşi saklayan Mardin’in dar sokaklarında yaptığımız yürüyüşle Mardin müzesini, Latifiye Camii ve bölgenin en önemli yapılarından biri olan Ulu Camii görüyor ve fotoğraflıyoruz. Ardından birçok dizi ve filme ev sahipliği yapmış PTT binasını geziyor, Şehidiye Camii ve Medresesini ziyaretimiz sonrası, Mardin’in sembollerinden olan Abbaralardan( altgeçit) geçip –Darkale köyünü dolayısıyla Soma’yı hatırlayarak- aracımıza binerek, Kasımiye medresesine ulaşıyoruz.

 

Selçuklu döneminde üniversite denginde eğitim veren bu olağan üstü mimaride Güneydoğu kültüründeki eyvan felsefesini öğrenip gezilerimizi bitirip rotamızı 1932 yılına kadar Dünya’daki Süryani halkının merkezi konumunda bulunan Deyrulzafaran Manastırına çeviriyoruz. Manastır hakkında edindiğimiz bilgiler sonrasında Kızıltepe, Viranşehir üzerinden peygamberler şehri Şanlıurfa’ya varıyoruz.

 

Göbekli Tepe ören yeri gezimiz sonrasında Halil-ür Rahman ve Rızvaniye Camileri, Balıklı Göl, Ayn-el Zeliha Gölü, Hz. İbrahim Makamı, Hz. Eyüp’ün çilehanesi gördüğümüz ve ziyaret ettiğimiz yerler arasında yerini alıyor. Ardından Gümrük handa geçirdiğimiz serbest zamanlarda yöresel alışverişlerimizi gerçekleştirdikten sonra otelimize ulaşıyoruz, konaklama otelimizde. Urfa kültürünün bir parçası olan Sıra Gecesi, Akşam yemeği, Şıllık tatlısı, Mırra güne son noktayı koyuyor.

 

Günün başlangıcının olmazsa olmazı sıkı bir kahvaltının ardından ipek yolu üzerindeki Mezopotamya kültüründe ay tanrıçası Sin inanışının bulunduğu ve kesişen yollar anlamına da gelen Harran ilçemizi bir dahaki sefere diyerek yola devam ediyoruz. Fırat nehri üzerinde kuzeyden güneye dördüncü baraj olan Birecik Barajı ile bir kısmı sular altında kalan Halfeti’ye doğru yola revan oluyoruz. Burada Birecik Baraj Gölü üzerinde bir saat süren Tekne Turuna çıkıyoruz. Tekne turunda Rum Kale, Tarihi Mağara Evleri ve sular altındaki yapıları görebileceğiniz Savaşan Köyünü kısmi olarak gezdikten sonra tekrar Halfeti’ye varıyoruz.

 

Dönüş yolunda, Birecik’te dünyada nesli tükenmekte olan sadece Fas ve Birecik’te bulunan Kelaynak kuşlarının barındırıldığı, korunduğu, üremelerinin sağlandığı milli parkı görüyoruz ve fotoğraflıyoruz. Ardından Nizip üzerinden güneydoğunun sosyo-ekonomik açıdan en gelişmiş ili Gaziantep’e ulaşıyoruz.

Zeugma’dan çıkartılan mozaiklerin ve bölgeye ait eserlerin sergilendiği Gaziantep Arkeoloji Müzesini, daha geniş zamanda bahanesine terk ediyoruz. Tam olarak yapılış tarihi ve uygarlığı bilinmeyen, Türkiye’de günümüze kadar ayakta kalabilen Gaziantep Kalesi, bölgenin en çarpıcı özelliklerinden olan Çarşılar ve Sedef Atölyeleri gezilerinin ardından, en önemli meselelerimizden birisi olan boğazlar meselesi, damak ziyafetleri ve bölgenin en eski kahvesi olan Tahmiz Kahvesinde verdiğimiz mola sonrası Adana' ya hareket ediyoruz.

 

Güzellikleri tüketişin yorgunluğu, dinlenme zamanının bitişi, başladığımız noktaya varış, tekrar görüşmek dilek ve temennileriyle ayrılış… 24.05.2014 Muammer AZMAK

Arsemia