Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

'BİZ DÜNYAYI ÇOK SEVDİK, ÖLÜM BİZDEN UZAK OLSUN'

21 Nisan 2013 - 21:31

Ölüme karşı duyarsızlığı çok yerde gözlüyoruz: Yanından süratle geçip aldırmadığımız bir trafik kazasında. Yolda yürürken birikmiş kalabalığın arasında yatan ve merakımızdan öteye geçmeyen bakışlarla, ilgilenilen sahipsizlere umarsızlığımızda. Banka kuyruğunda can vermiş bir emeklinin üzerinde. İlgililerin gelmesinin beklenildiği ve adli bir vaka, dokunulmaz, düsturunun arkasına saklanılan hallerde. Dikkatlerden kaçırılmak için dikkatleri daha çok çeken, rasgele örtülen bir gazete parçasında. Diğer canlılara karşı davranışlarımızda.

 

Her geçen yıl yerleşim merkezlerinden uzaklaştırılan, hatta sürgün edilen ve kıymet verdiklerimizi emanet ettiğimizi iddia ettiğimiz mezarlıklarda. Şehrin nefes alma noktası olmaktan çıktığı yetmediği gibi; emin olunan yer özelliğini de yitirdi. Ve adeta şehirden kovuldu kabristanlar. Hurdalık gibi eski püskünün atıldığı mezarlıklar oldular. Yaldızlı süslemelerin yapılması, gönülleri teselli etme cabasından başka bir şey değil. Mekândan uzaklaştırılınca zihinlerden de def edilmiş oldu. Malum sözdür ‘gözden ırak olanlar gönülden de ırak olur’ diyerek, payandamıza yaslanır, yolumuza devam ederiz. Ta ki bizi de ensemizden ansızın tutacağı dakikaya kadar.

 

Genellikle dediğimizde bazılarının alınganlık yapacağı ama bizim yine de söylemeden geçemeyeceğimiz cenaze törenlerindeki durumlar ve tutumlar. Havadan sudan bahsetmelerin tavan yaptığı cenaze törenlerinde ve taziye ziyaretlerinde bu duyarsızlığı olanca çıplaklığıyla gözler önüne sergiliyoruz. Gözlerimizin içine sokarcasına yaşanılan olayın, göz önünde olmadığı algılaması ile yaşamaya devam etme sevdası. Hafızayı aldatma atraksiyonları. Yok, sayma çabaları. Aldırmaz görünen tutum ve davranışlar. Tefekkür ve olumlu hatırlama çabalarından uzaklaşmalar. Kendi hissemize çıkarımlarda bulunmak, kendimizi gözden geçirme fırsatına arkamızı dönmek ve benzeri birçok duruşun sergilendiği alanlardaki yapıp-etmelerimiz. Zamanı geçmiş ağlamalar, sızlamalar. Ölüye de diriye de hayrı olmayan törenler, uzantıları, arda kalanlar. Tadilat yerine tahkimat yapılan yanlışlar. Yanlışların doğurduğu yeni yanlışlar.

 

Ölüm, tamamen unutmaya çalıştığımız dermansız bir dert mi? Yoksa korkusundan beslediğimiz bir hırs tetikleyicisi mi? Neden daha çok yaşamak istiyoruz? Daha çok yaşamamızın kendimize ve insanlığa ne kadar katkısı var? Benim ömrümden al, ona ver, söylemlerinin değeri ne kadar? Başkalarının mutsuzluğunun üzerine, gününü gün etme çabası huzuru buldurur mu? Ölümden kaçmanın yollarını ararken ölümün tuzağına daha fazla mı tutuluyoruz? Yaşlanmayı geciktirme yollarını ararken kendimizi tüketme yollarına mı giriyoruz?

 

Bildiğimiz ama fark etmemekte ısrar ettiğimiz bir şey ölüme karşı olan tutumumuz. Ölüm yaşadığımız ana kadar çaresini bulamadığımız bir varlığın sınırları içerisinde sürüp gitmektedir. Ölümü bildiğimizden onu sıradan bir olgu haline dönüştürmeyi neden gerçekleştirmiyoruz. Ölümden sonraki evrenin sırlarına vakıf olmaya çaba yerine, Sonunda mutlaka gerçekleşecek bir hesaplaşmanın dokümanlarını, tespitlerini, gereken eylemlerini yapmak daha doğru değil mi? Onu bizden biri saymak, vazifesinin şuurunda biri olarak kabul etmek, üzerine düşeni mutlaka yerine getirir olarak bilmek bizi rahatlatacak. Hatta ölümü evcilleştirdiğimizi fark edeceğiz. Tedirginliğimizin azalması, huzura yaklaştıracak bizi. Huzurlu olanların hayatı daha da uzun olacaktır. Şüphelerin, korkuların, gelecek endişesinin olmadığı bir dünyada ömür daha sağlıklı ve daha iyi sürdürülebilir olacaktır.

 

Hayata tutunma gayesinin neticesinde kendini vitaminlere, diyetlere, reçetelere, teslim eden kimselerin şahsi menfaatleri bekledikleri nispette ortaya çıkıyor mu? Evet, demek pek mümkün gözükmemektedir. Tabi ortamda meşguliyetlerin en kabası, en yorucusu ile baş başa hayat sürenlerin hayat süreleri daha geniş olmasına karşın diğerlerinin ise daha dar olduğunu bizzat kendilerinin yaptığı tespitler doğrulamaktadır. Suni katkıların bir dereceden sonra tabi olana zarar verdiği bilinen bir durumdur.

 

Ne pahasına olursa olsun yaşamaya tutunma saplantısı acaba ölümün yolunu açıyor mu? Ölümü hatırdan bir an olsun çıkarmamak manevi iklimleri bozuyor mu? Hayattan beklentilerin gerçekleşmemesi, istenilen saygıyı görmemek, adam yerine konulmamak, evvelki muktedirliği elden kaçırmak, doğduğu andan sonrasına doğru yaklaşmak, dünya devrinin dönmelerinin farkına varmamak, bütün bunlar ölümü hatırlamaktan daha kötü olgulardır. Manevi gücün tükenmesine sebep etmenlerdir. Hayatın anlamsızlaşmasına, hedefin kaybolmasına, yaşama sevincini kaybetmeye vesile nedenlerdir. Nedenleri görmezden gelip sonuca takılıp kalmak doğru olmasa gerektir. Ölüm fikriyle barışmak hatta kucaklaşmak gerekir. Dünyamızın olmazsa olmazlarından birisidir. Hoşumuza gitmese de, beğenmesek de bu bir gerçektir.

 

'BİZ DÜNYAYI ÇOK SEVDİK, ÖLÜM BİZDEN UZAK OLSUN' şarkı sözü olarak güzel bir dillendirme lakin bizim gerçeğimiz, ölümünde hayırlısına kavuşmaktır. Bu vesile ile eski-yeni kaybettiklerimize rahmet, yaşayanlarımıza sağlık, afiyet, hakka- hukuka riayet ve güzelliklerle dolu bir nihayet dilerim.

                                                                                                                                    20/ 04 / 2013 Muammer AZMAK