Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

DEDEM MENYELİ HÜSEYİN

30 Ocak 2018 - 12:06

DEDEM MENYELİ HÜSEYİN 


Naci YENGİN

Köyde horoz sesleriyle uyanmanın ayrı bir tadı var, sabahın kör karanlığında. Yanık bir türkü gibi, anamın ak sütü gibi ılık ılık akar kulaklara…

Sabahın şafağı ile başlayan horoz sesleri aydınlığa açılan ilk yelkenli geminin gelip bizi sabaha taşıyana kadar devam ediyor.

Özel bestelerini peş peşe sıralayan mahallenin horozlarının ses yarışında hepsi galip gibi görünüyor! Mağlup olan yok. Kendine güvenen çıkıyor dam başına ve ötüyor.

Gecenin orta yerinde başlayan ve musikişinasların nice ilhamlar alabileceği uzun soluklu horozların daha bir iştah ve gümrah sesleriyle yarışa ayrı bir anlam kattıkları mahallede koro arada bir cılız sesli ve kısa süren ötüşlerle kesilse ve yeni yetme horozları da duymak mümkün.

Ve köy uyanıyor.

Toprak uyanıyor.

Tabiat ana yeni güne göz kırpıyor.

Toprak örtü kerpiç evler yeni betonarme köy evleri arasında kaybolup gidiyor. Ancak her şeye rağmen direnmeye devam edenler de yok değil. Bölgeye, tarihe ve imkânlara özgü yapılan toprak örtü kerpiç evler arasında sanırım en bakir kalan ve en korunaklı ev dedemin evidir. Çocukluğumun bir bölümünün geçtiği ve her köye gelişimde içerisinde bir maden bulacakmışım gibi dip bucak karıştırmadan köyden ayrılmadığım ev!

Çanaklıkta dedemin köstekli saatini bir gün tamir ettireceğim diye saklar dururum yıllardır! Ama yerinden kıpırdatmadan, dedeme saygısızlık addederim onu oradan almayı. Çalışsın ve dedemi hatırlatsın biteviye.

Yüklüğünden çanaklığına sineklik denilen ve şimdilerde dedemden kalma bazı eşyaları sakladığımız bölüme, gömme dolabına varıncaya kadar her şey ama her şeyi birer birer elden geçirmeden ayrılamam köyden.

İki göz olan bu evlerde pencereler avluya bakardı. Komşu avlulara pencereler açılmazdı. Bu bir örftü. Güzel bir adetti.  Hane dokunulmazlığına gösterilen saygı. Hiçbir kanun kitabında yazmayan dinle bütünleşen aile mahremiyeti geleneği korunurdu.

Evler arasında belli bir mesafe bırakılır ve avlu bu mesafenin korunmasını sağlardı.

Cümle kapısından girilirdi avluya.

Kapıda bir koyun çanı veya başka ses çıkaracak bir şeyle bulunurdu. Bu ses elli metre ötede evde oturanların rahat duyabileceği bir sesti. Ev sahibi avludan gireni kapı sesinden anlardı gelenin kim olduğunu, görmese de.

Dedem avlu kapıdan içeriye girdiğinde öksürürdü.

Bu öksürüğün diğer öksürüklerden ayrı bir anlamı vardı. Bunu bilirdi evdekiler. Gelenin misafir değil bir ev sahibi, bir dede olduğunu bilirdi. Destur işaretiydi dedemin öksürüğü! Toparlanma ve karşılanmaya hazırlanma sesiydi.

Bastonunu vura vura içeri girerdi dedem. Kalın çerçeveli gözlüğünün numarasını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim dedem meşe ağacından yaptığı bastonuyla gezerdi.

Yalızca öksürürdü.

Öksürerek içeriye girerse bu yalnız geldiği anlamına gelirdi. Yok, bastonuyla kapıya ve yere “tak tak” vurduysa yanında misafirleri olduğunu anlatmak isterdi.

Anam “git bak deden bir şey mi diyor” diye dışarıya ne zaman gönderecek diye anamın gözünün içine bakar ve görevi alır almaz çocuk halimle kapıyı zar zor açar ve aralık soğuğuna aldırmadan dedemi karşılamaya çıkardım.

Yalın ayak başı açık, öksürük, burun akıntısı, üşüme nedir bilmez koşar dedemin kollarına sarılır ve bakkaldan bir şeyler getirmiş olma ihtimalini değerlendirirdim!

Öksürerek avludan içeriye giren dedemin yaptığı ilk iş ahıra girmek olurdu. Hayvanlara bakar ve ihtiyaçlarını giderirdi.

Dedemin avluya girmesiyle birlikte yeni bir hayat başlardı kerpiç evde.

Şimdilerde avludan o öksürük sustu susalı koşmadım aynı heyecanla kapı dışarı. Gelenin kim olduğuna bakmadım. Dedemi anlatan seslere de kulak asmadım.

Hala yanan kandillerin, fitillerin ağır ağır yanışını izlerken gazyağında bıraktığı islerle beraber köstekli saatin tik tak seslerini arzular gibidir! www.tarihistan.org