TÜRKLER GELİYOR: ADALETİN KILICI
Sinema büyülü bir perde, kitleleri etkilemede, yönlendirmede, toplum dizaynında ve algı yönetiminde hiç şüphesiz sinemanın yadsınamaz bir yeri vardır.
Amerika’nın dünyaya sattığı iki önemli ihraç malı var derler: Biri İngilizce kitaplar (tabiiki Amerikan İngilizcesi), diğeri Hollywood sinema endüstrisidir. Bu iki ihraç malıyla “Amerikan Rüyası”nı emperyal düzenlerinin tesisinde kullanarak dünyaya satarlar. (Tabiiki sadece bu iki ihraç ürünüyle sınırlı değildir Amerikan emperyalizmi ama konumuz bu olmadığı için diğer hususlar üzerinde durmayı gerek görmedim.) Özellikle sinema endüstrisi sayesinde dünyadaki bütün insanların evine, aklına girmiş, bir beğeni ve hayranlık duygusunu oluşturmayı başarmıştır ki ülkemizde de bunun izlerini maalesef görmek mümkündür. Ama artık dünyada diğer sinema endüstrileri de gelişmektedir özellikle Hindistan sinema endüstrisi Bollywood bu alanda nitelikli ürünler ortaya koymaktadır.
Ülkemizde Yeşilçam zamanında insan ruhuna, kalbine dokunan, toplumsal sorunları işleyen filmler yapsa da içerik olarak tahmin edilebilen bir konu ve döngüde kalmıştır. Ama o zamanların imkânlarını ve şartlarını düşündüğümüzde ortaya büyük bir özveri ve fedakârlık konduğunu da görmekteyiz.
Yeşilçam’ın işlediği konulardan benim için en önemlilerinden biri de tarihi filmlerdir. Kartal Tibet’in, Serdar Gökhan’ın ve Cüneyt Arkın’ın başrolünde oynadığı o çocukluğumuzun muhteşem filmleri. Tarkanlar, Battal Gaziler, Malkoçoğluları… Çocukluğumuzda bu filmleri seyredip kendimizi Tarkan’ın yerine koyup Vikinglere karşı mücadele etmişliğimiz, Malkoçoğlu’nun yerine koyup serhat boylarında akınlar düzenlemişliğimiz vardır. Ruhumuzun, romantizmimizin oluşmasında da muhakkak etkili olan bu başyapıtlara bugünün dünyasından bakıldığında eleştiri adı altında küçümseyenleri de zaman zaman görmüşüzdür. Ama bu küçümsemeleri, bu kadar da abartı olmaz diyenleri mesela “Rambo” karakteri karşısında gördük mü bilmiyorum. Burada incelenmesi, üzerinde durulması elzem sosyo-psikoloji bir durum, bilinçaltında yatan mankurtluğun güz yüzüne çıkmış farklı tezahürlerini görmek, onların dışa vurumunu müşahede etmek gerekmektedir.
Günümüze doğru geldiğimizde Türk sineması artık eskiye nazaran imkânları artmış, teknolojik imkânları gelişmiş bir haldedir. Elbette bu imkânlar yeterli olmasa da eskiye nazaran ciddi mesafeler alındığı beyazperdeye yansıyan filmlerden görmekteyiz. Türk filmlerinde yabancı oyuncuları da görmekteyiz, dünyanın saygın sinema ödüllerinde ödül alan film, oyuncu ve yönetmenlerimizi de görmekteyiz. Türk sineması geçmişe nazaran kabuğunu kırmış gitgide dünya sinemasında haklı bir yer almaya başlamıştır ki daha iyi yerlerde olmasını da tabiiki Türkiye’nin sosyo-ekonomik seviyesinin gelişmesi ve sanata karşı olan ilginin ve yatırımın artmasıyla bekleriz.
Türk sinemasında yukarıda belirttiğim gibi beni dünden bugüne en çok etkileyen filmlerden muhakkak en başta olanı tarihi içerikli olanlarıdır. Bunda hiç şüphesiz Türk tarihine karşı derin muhabbettim, sevgim ve ilgim etkilidir.
Tarihi filmlerde olmamız gereken yerde hala olmasak da bu konuda güzel çalışmalar da yapılmıyor değildir. Yakın zamanda Çanakkale’yi anlatan; Son Mektup, Çanakkale Yolun Sonu (2013), Çanakkale 1915, Son Kale: Çanakkale ya da I. Dünya Savaşında doğu cephesinde yaşanan dramı anlatan 120 ya da Taş Mektep filmi gibi güzel ve etkileyici filmler sinemamızda yer almıştır. Bunlar elbette Türk tarihinin derinliğini ve zenginliğini düşündüğümüzde yetersiz olsa da nicelik ve nitelik açısından daha iyilerini gelecekte görmek adına bir umut ışığıdır.
Şuan hala vizyonda olan benim de yeni seyrettiğim bir film vardır. Adı: “Türkler Geliyor: Adaletin Kılıcı” akıncıları konu edinen bir yapıttır. 2018 yılında Osmanlı’da önemli görevler ifa eden savaşta düşmana korku salan “Deliler” olarak bilinen yapı “Deliler Fatih'in Fermanı” adlı filmle beyazperdeye aktarılmıştı. Bu sefer Osman Gazi zamanında temelleri atılmış, Osmanlı’nın özellikle Yeniçeri Ocağının kuruluşuna kadar -ki sonraki süreçte de etkinliği sürmüştür- çok önemli görevler ifa eden sınırların genişlemesi, fetihlerin sürmesinde etkili olan, hafif süvari birlikleri niteliğinde bulunan Akıncılar bu filmle bir daha tarihi film sevenlerin ilgisine mazhar olmak adına 17 Ocak 2020’de vizyona girmiş bulunmaktadır.
Daha önceleri Malkoçoğlu filmlerinde Akıncıları seyretmiş bulunan bizler için yeni bir film, yeni bir oyuncu kadrosu ve kurgusuyla beyazperde de Akıncıları seyretmek hele ki zamanında zihnimizde “Malkoçoğlu Kurtbey” olarak yer alan Serdar Gökhan’ı bu sefer “Konuralp” olarak görmek bizler için tarihi bir nostalji oldu. Filmin senaristliğini ve yapımcılığını son zamanlar da televizyon ekranlarında seyrettiğimiz Diriliş Ertuğrul ve Kuruluş Osman’ın yapımcısı olan Mehmet Bozdağ üstlenmiştir. Filmin konusuna bakarsak dönem olarak Fatih Sultan Mehmet zamanında Sırp Kralı Lazar’a karşı Akıncıların mücadelesini anlatır. Lazar hakkı olmadığı tahtı hileyle almış Osmanlı’ya karşı olan vergisini ödemeyip, aklınca Osmanlıya kafa tutmuş bu da yetmezmiş gibi Boşnak Bogomillere karşı zulüm etmektedirler. Akıncılar bu zülme karşı dur der ve Lazar’ı kendi sarayında durdurur.
Filmde akıncı ruhu üzerinde durulmuş ve özellikle Sungur ve Alina karakterlerinin diyaloglarında nizamı âlem, akıncı nasıl olunur gibi sualler cevap bulmuş ki filmin sonlarına doğru Alina’nın “Ben de Türk oldum” ifadesi üzerine dahi sayfalarca yazmak mümkündür zira günümüze doğru geldiğimizde Bosna katliamında Boşnaklar’ın Batı nazarında Müslüman = Türk olarak görülmesinden etnik katliama maruz kaldıkları bir gerçektir. Ayrıca filmde bir mezar sahnesi vardır akıncılar kazdıkları mezarlara uzanırlar ve dua ederler burada akıncı ruhunun teslimiyetini, fenafillahı, kendinden ulvi değerler uğruna geçmeyi görmekteyiz.
Filmde Sırp Kralı üzerinden “Türk Korkusu” da vurgulanmıştır ki bu korku yüzyıllarca Avrupa’nın içlerine kadar sarmıştır ve her an bu korku “Türkler Geliyor” dedirtmiştir.
Savaş hile üzerine kurulur, plan içinde plan yapılır, düşmanı aldatmayı, gafil avlamayı amaçlar filmin senaryosuna bu hususların da başarıyla işlendiğini görmekteyiz.
Bir de filmin sonunda Arslanbek Sultanbekov’u görmek var o dombrasıyla söylediği “Ak sakallı kocalar / toyladı hep alpları / En kutlu dualarla / kuşattı pusatları (…) dinlemek de ayrı bir keyif oldu bizim için.
Bu film ve bunun gibilerinin artması, yenilerinin çekilmesi elzemdir. Bu konuda da özel teşebbüsün yanında bir kültür politikası olarak devlet teşviki de gerekiyor ve sinemaseverlerin teveccühü elbette en büyük motive kaynağıdır yeni filmlerin çekilmesi için.
Evet, efendim kısaca bu filmi vizyondan kalkmadan gidin seyredin derim.
Mustafa ORAL