Mustafa ORAL

Mustafa ORAL

Yazı İşleri Müdürü
[email protected]

Gözlerimiz Her 19 Mayıs’ta O Sarışın Kurd’u Arar

20 Mayıs 2019 - 09:08 - Güncelleme: 19 Mayıs 2020 - 02:14

Gözlerimiz Her 19 Mayıs’ta O Sarışın Kurd’u Arar

Milletlerin ve devletlerin kaderini etkileyen bazı tarihi vakalar ve tarihi şahsiyetler vardır. Yok oldu, buraya kadar, artık bitti denilen yerde milletin dinamizmini tekrardan hayata geçiren, ona bir gelecek sunan, yek vücut olmalarını sağlayan tarihler ve şahsiyetler vardır. Bazen bu süreçler o milletin sosyolojisini etkiler, bazen yeni bir çağ açmasını sağlar, bazen de yeniden doğuşu getirir.

Dünyanın kadim milletleri arasında yer alan Türk Milleti’nin tarihinde de öyle anlar ya da tarihe hükmetmiş şahsiyetler vardır ki millet olarak bu süreçlerde yeniden silkinmemize kim olduğumuzu hatırlamamıza vesile olmuşlardır.

Mesela; tarih olarak 751 Talas Savaşı her ne kadar Arap ve Çinliler arasındaki bir savaş olarak görünse de sonraki süreçte Türk’ün sosyolojisindeki etkisi ortadadır. Ya da 1453 İstanbul’un fethi sadece devletimizi ya da tarihimizi değil dünya tarihini etkilemiştir. Ya da Kürşad İhtilali, Kürşad ve 40 çerisi Çin sarayından sağ çıkamayacaklarını bilmiyorlar mıydı! Ama ruhlarını Rey ırmağında Tanrı’ya ulaştırırken bir milletin tekrardan küllerinden doğuşunu sağlıyorlardı.

Bu misalleri uzatabiliriz.

Bir tarih daha vardır ki nasıl Göktürkler Çin esaretindeyken bir Kürşad ve 40 çerisi çıkmış hürriyet muştusunu yakmış iste o gün de Mustafa Kemal Paşa ve 18 inanmış yürek hürriyet meşalesinin ilk kıvılcımını yakmıştı.

O gün 19 Mayıs 1919 ve yer Samsun’du.

O güne gelinceye kadar yaşanan facialar; Trablusgarp, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı gibi dünyanın coğrafi olarak merkezinde olan Osmanlı’yı derinden sarsmış, doğan büyür, büyüyen ölür mukadderatınca artık tarih hükmünü icra etmeye başlamıştı.

I. Dünya savaşından sonra İngilizler İstanbul’u işgal etmiş, payitaht esaret altına girmişti. Kurtuluş ümidi boğazın doğu yakasından Anadolu’nun içlerine, Karadeniz’in hırçın dalgalarından yükselecek, gönülleri tutuşturacak umut ateşini bekliyordu.

Atatürk; Kafkas, Trablusgarp, Balkan, Çanakkale gibi birçok cephede yoğrulmuş, Selanik, Makedonya gibi fikir cereyanlarının merkezinden gelmiş Osmanlı’nın son askerlerindendi. Balkan Savaşlarından sonra Osmanlı ordusunun kurmay heyeti büyük oranda gençleştiği için yeniliklere açık, ümidini kaybetmemiş Gazi Paşa ve diğer genç kurmaylar görev almaya başlamıştı. Bu kurmaylar Osmanlı’nın tarihteki yerini aldığının farkındaydı.

İstanbul’u İngilizler işgal ettiğinde Boğazdaki İngiliz donanmasını gören Mustafa Kemal “Geldikleri gibi giderler” diyordu. Peki, asrın en iyi techizatlarıyla donanmış devletinin donanmasına karşı Anadolu’ya akın akın çekilen, savaşlardan bitap düşmüş bir devlet ve millet ne yapabilirdi ki Gazi Paşa bu kadar öz güvenli konuşuyordu. O biliyordu; Türk’ün tarihini ve zor anlarda nasıl silkindiğini yeter ki demir dağı eritecek bir Bozkurt çıksın önlerine, liderlik etsin.

Türk esareti kabul etmez idi, bu millet kendisine sembol olarak Bozkurt’u almıştı. Bozkurt esir olur muydu?

Tarihinin derinliğine, Anadolu insanın ruhuna ve mayasına sonsuza kadar güvendiği ve güvenmenin ötesinde iman ettiği için Payitahttan değil, Kurtuluşun Anadolu’dan olacağının bilinciyle bir an dahi tereddüt etmeden vazifeye talip olarak ya da kendisini vazifeye almaları yönünde gerekli ortamı oluşturarak kendisiyle beraber 18 kader arkadaşı Bandırma adlı vapurla İstanbul boğazının serin sularından Karadeniz’in hırçın dalgalarına kendilerini bırakmışlardı.

Ve adeta Viyana kapılarından beri kan akıtan, gözyaşı döken, ağıtlar yakan bir millete; üç kıtadan Anadolu’ya çekilen bir devlete, hatta Tuğrul ve Çağrı Beylerin, Sultan Alpaslan’ın emaneti olan Türk’ün mayasının tekrardan yoğrulduğu Anadolu toprakları dahi çok görülmüş, İç Anadolu’da küçük bir yer de adeta sizler son nefeslerinizi alın, yeter tarihteki hükmünüzü icra ettiğiniz artık tarihin tozlu sayfalarında ansiklopedik bir malumat olarak kalacaksınız denildiği zaman, O mavi gözlü sarışın kurt tekrardan Ergenekon’dan çıkış için, Türk’ün sönmeye yüz tutmuş közünü alevlendirmek için, Samsun’a ilk adımını atıyordu. Varsın onu gönderenler başka talimatlar ve emirler versin. O tarihteki ikinci Türk adıyla kurulacak olan Türk’ün devletinin meşalesini yakmak, esaret zincirlerini yıkmak için Samsun’daydı. O ve silah arkadaşları közü harlamaya başladıkça ateş yükseliyor ve ateşin kıvılcımı payitahttaki İngiliz’i terletmeye yetiyordu ama artık mücadele başlamıştı. Sarışın kurdu ve silah arkadaşlarını durduramazlardı ve öyle de oldu.

O gün 1071 yılından beri Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğunu unutanlara tekrardan tarih dersi verilmeye başlanmıştı. Atatürk resmi üniformasını çıkarmış ama gönüllerdeki üniformayı giymişti. Milletiyle omuz omuzaydı.

Artık geri dönülmez bir yola girilmiş, ya bir avuç inanmış insanla Anadolu’yu kenetleyecekler, tekrardan diriliş başlayacak ya da esaret zincirleri kat be kat artacaktı.

Atatürk kurtuluşun nüvesini Anadolu insanında görmüş ve o ruhu ateşlemişti. Sarışın kurt birliğin tesisi, ayrılıkların telafisi için Samsun’a ilk adımını attıktan sonra kongre süreçleriyle (Amasya, Erzurum, Sivas) Anadolu insanını kurtuluş muştusuyla cem eylemiş, daha sonra Çanakkale’de şahlanan Türk ruhu Anadolu’da tekrardan şahlanmış ve yıkılan bir devletin küllerinden; hasta, yaralı, yorgun, yoksul, gençlerini kaybetmiş, yavrularını şehit vermiş bir milletten yeni, modern bir devlet kurmuştu.

Evet, bugün devletimiz 96 yaşında artık koca bir çınar hükmünde, şunun şurasında bir asrı devirmesine 4 kısacık yıl kalmış ve devletimizin kuruluşun işaret fişeğinin atıldığı 19 Mayıs 1919 tarihinin üzerinden de 100 yıl geçmiş.

Evet, şuan aslında tarih kitaplarının içinde anılacak olan bir zaman dilimindeyiz ve ecdat yadigârı bu aziz vatanı bize armağan edenlerin kutlu mücadelesinin huzurundayız. 

Ne bizim için 19 Mayıs 2019 tarihi ne de 29 Ekim 2023 tarihi alelade bir gün olacaktır. Beşer hafızasız yaşayamaz. 19 Mayıs 1919 ve 29 Ekim 1923 tarihleri 5000 yıllık kutlu tarihimizin şeref levhalarıdır. O tarihler arasında neler yaşanmadı ki; kongre süreçleri, savaşlar, iç isyanlar, anlaşmalar, inkılaplar…

Bugünlere hazıra konmuş bir millet olarak değil bedelini her alanda ödemiş ve göğüslemiş bir millet olarak geldik.

O günden bugüne millet ve devlet olarak nice sıkıntı ve badireler yaşamaya devam eden (sağ – sol meselesi, PKK meselesi, Asala meselesi gibi) bizler tekrardan dirileceksek 21. yüzyıla Türk’ün mührünü vuracaksak sarışın kurda layık evlatlar olduğumuzu göstermek istiyorsak evvela O’nu iyi anlamalıyız ve çalışıp asrın gerektirdiği donanımlara ulaşıp, o donanımı Türk’ün mayasıyla karıp, geleceğe emin adımlarla yürümeliyiz. Aksi halde sarışın kurdun nefesi her zaman ensemizde, şehitlerimizin vebali her zaman üzerimizde olacaktır.

19 Mayıs 1919’dan, 19 Mayıs 2019’a ve nice 100 yıllara, 1000 yıllara Anadolu’da Türk’ü aziz kılan Allah’a hamd olsun. Allah’ın yeryüzündeki ordum dediği bu necip millete bir lütfu olan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ve yakılan o hürriyet muştusuna koşan her bir silah arkadaşının, şehitlerimizin ruhları şad olsun. Bizleri, bu aziz Türk milletinin istikbaldeki müstesna yerinde bir karınca misali yer almamızı nasip eylesin.      

Mustafa ORAL