ANADOLU’DAN YÜKSELEN YENİ BİR SES: “BALTA DERGİSİ”
Cemil Meriç Bu Ülke adlı kitabında şöyle der: “Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür.” Bir nevi Cemil Meriç dergileri; düşüncenin şekillenmesinde, filizlenmesinde bir temel teşkil ettiğini adeta düşünceye bir kale koruyuculuğu yaptığını belirtir. Öyle değil mi? Mesela Genç Kalemler, Servet-i Fünun, Türk Yurdu vb. dergileri şöyle bir gözümüzün önüne getirelim ve düşünelim. Mesela bir asrı deviren Türk Yurdu dergisini düşünelim. Türk Milliyetçilerinin en köklü dergisi olan bu dergi; Türk Milliyetçiliğinin yeşerip, filizlenip, olgunlaşıp, kök saldığı bütün devirlerde yazılarıyla adeta bir yol gösterici olmamış mı? Elbette olmuştur. Dergiler aracılığıyla yazarlar, şairler ilk eserlerini, gözlerinin ilk nurlarını okuyucuyla buluştururlar. Dergiler aracılığıyla an yakalanıp, anda derinleşip, fikirler işlenir ve okuyuşuyla buluşur. Kimi edebiyatçılar mesela sağlığında hiç şiir kitabı yayınlanmamıştır ama dergiler aracılığıyla tefekkürün burçlarında gezinmişlerdir. Onlar için dergilerde yer almak kitabının basılmasından daha değerlidir. Bizde Batı’dan gelen edebi türlere ait bazı eserler mesela dergilerde, gazetelerde tefrika halinde kitaplaşmadan önce okuruyla buluşmuştur. Yine fikir ve siyasi hareketler içerinde dergilerin oynadığı rolü ve yayınlandığı dönemde ilgili fikrin takipçileri üzerindeki tesirini yakın dönemden mesela Töre ve Büyük Doğu Mecmuası gibi dergileri göz önüne getirerek düşünelim. Mesela 1980 öncesi şartlarda Ülkücü - Türk Milliyetçiliğinin fikri bayraktarlığını Töre dergisi yapmıştır. Töre dergisi şiirlerle, hikâyelerle, denemelerle, ilmi yazılarla vs. ülkücülerin düşüncelerini soyuttan somut hale geçmesini, kitlelere yayılmasını sağlamıştır. Günümüzde de dergiler hala nitelikli okur için en elzem başucu kaynakları arasındadır. Gelişen teknolojiye ve toplumun geniş kesiminin okuma konusundaki ilgisizliğine rağmen dergi sayfalarının kokusu, büyüsü okuyucusunu beklemektedir. Yakın zamanda ülke olarak içinden geçtiğimiz ekonomik sıkıntılar olmuştur. Ve bu sıkıntılar kâğıt sektörünü, kâğıt sektörü özelinde de yayın dünyasını olumsuz olarak etkilemiştir. Bazı yayın evleri kitap basamaz hale gelmiştir, bazı ciddi kültür - sanat dergileri de maalesef ekonomik sıkıntılara yenik düşüp okuyucusuna elveda demek zorunda kalmıştır. Kapanan her dergi bize Cemil Meriç’in şu sözünü içimizde fırtınalar kopararak fısıldamaktadır: “Bir neslin vasiyetnâmesidir dergi; vasiyetnâmesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.” Evet, ne diyebiliriz ki bu söz karşısında, hür tefekkürün bir burcunu daha kaybetmekten, surda onarılmaz delikler açmaktan yorulmadın mı, çalışmadan, üretmeden, düşünmeden yaşadığı çağı yakalayacağını zanneden sevgili ülkemin güzel insanları…
Bizde dergilerin çoğu İstanbul ve Ankara merkezlidir. Osmanlı Cihan devletine başkentlik yapmış İstanbul hala kültürün başşehri olma özelliğini muhafaza etmektedir. Ankara ise hali hazırdaki başkentimiz olarak bürokrasinin merkezidir. Bundan mütevellit fikri, siyasi, kültürel hareketlikler için bu iki şehrin önemi ve bu şehirlerde vücut bulan yayın faaliyetleri yadsınamaz. Bir de taşra olarak tabir edilen Anadolu’muz vardır. Ülkemizin asıl insan hamurunu yüzyıllardır yoğuran, çoğunlukla unutulan, kendi kaderine terk edilen, genellikle asker ihtiyacı karşılanacağı zaman akla gelen Anadolu’m.
Ama artık bu gidişata karşı Anadolu’muzun farklı yerlerinden çoban ateşleri yakılmaya, fikir burçları dikilmeye başlanmıştır. Bu burçlardan mesela benim çok yakından takip ettiğim bir dergi olan Edebice dergisini misal olarak verebilirim. Samsun merkezli olan bu kültür-sanat-edebiyat dergisi değme İstanbul dergileriyle yarışacak vaziyettedir. İstanbul aynı zamanda ticaretin, ekonomin de başşehri olması hasebiyle o çevrelerde bir derginin yaşayabilmesi için gereken maddi olanakları, sosyal ilişkiler bağlamında temin etmek taşraya göre daha kolaydır. Taşrada hele kitap okuma oranlarımızı düşünürsek kültürel faaliyetlere sponsor bulmak, reklam bulmak ne kadar güç ve zahmetlidir siz düşünün gerisini. Buna rağmen Anadolu’nun birçok ilinde gayretli, fedakarane bir şekilde bu gidişata karşı kendi duruşlarını bozmadan niceliği değil niteliği önemseyenler ve ortak bir ülkü çerçevesinde kenetlenenler ortaya yeni eserler, yeni dergiler koymaktadır.
İşte fikir burcunda taşradan yükselen yeni bir ses olan Balta dergisi bu minvalde ilk sayısıyla Isparta ilimizde yayın hayatına başlamıştır. Bu dergiyi ilk olarak pazartesi akşamları Orhan Haşim Elmalı abimizin ve Engin Topuz Hocamızın Manisa FM’de yaptıkları Bir Tat Edebiyat programında duydum ve ilk düşüncem olarak bir nevi destek amacıyla almak için yollara düşüp kitapevinden temin ettim. Benim şahsi dünyamda kitaplarla olduğu kadar kitap yazarlarıyla kurduğum ayrı bir bağdır. Kişisel dünyamda, kitaplığıma giren her kitap ve her derginin yazarıyla bir nevi aramda iki cihanda sürecek bir hukuk başlar. Bir dergiyi elime aldığımda acaba tanıdığım bir yazar var mı? Diye bakarım. Şayet varsa o dergiye karşı hemen içimden bir bağ oluşur, onu kendi iç dünyama alma ihtiyacı, kokusunu duyma ihtiyacı hissederim. İşte Balta dergisini daha kitapçıdan çıkmadan hemen göz atmışımdır ve tanıdığım, daha önceden bir romanını okuduğum bir yazarla karşılaşmışımdır. O yazar: Harun Bora Tunç ve kitabı Kara Kama Günlükleridir. Artık dergiyle aramda manevi bir irtibat haliyle başlamıştır. Derginin içine koydukları daha sonra dergiyi okurken manifestolarından bir kesit olduğunu gördüğüm ayraçtaki şu ifade beni benden almıştır: “Balta Dergi, sizin âlem dediğiniz bu bitirim dünyasının bütün raconlarını tedavülden kaldırmak üzere ikâmet ettikleri semtin delikanlıları ve hanımefendileri tarafından kurulmuştur. Okumasını bildikten sonra Balta bir dergidir, aykırıdır ve antikadır. Mutluluğa inanmaz, derdi olan herkese kapısı açıktır.” Evet derdi olan herkese açıktır diyor dergi. Niyâzî-i Mısrî ne diyordu: “Dermân aradım derdime / Derdim bana dermân imiş / Bürhân aradım aslıma / Aslım bana bürhân imiş” fikir çilesinin temeli de dertlenmeye dayanmıyor mu? Hayatta bir meselesi olmaya, uğrunda kavga edecek bir mücadelesi olmasına, yoksa yığınlardan ne farkımız kalırdı düşünen fertler için. Memleketimin başına ne geliyorsa dertsizlerin, kifayetsiz muhterislerin suyun başını tutmasından gelmiyor muydu? Balta dergisi de hayatta sadece yemek, içmek ve uyumanın yanında insanı insan yapan hatta erdemli fertler haline getiren en temel nimet olan aklı, yani düşünceyi, düşünceden mütevellit hayata, insana, doğaya, çevreye vs. karşı derdi olan bir grup genç tarafından yayın hayatına başlamıştır. Derginin hakkımızda kısmından öğrendiğimize göre temelleri 2018 yılında atılmış. Peki dergi kendisine neden Balta ismini seçmiş, onu da derginin internet sitesinde yer alan şu satırlardan öğreniyoruz: “Neden Balta?
Esin kaynağı Cumhuriyet dönemi şâirlerinden Âsaf Hâlet Çelebi’nin şiirindeki şu satırlardır, “İbrahim içimdeki putları devir, elindeki baltayla.” Dolayısıyla dergimizin adının herhangi bir şiddet eğiliminden kaynaklandığını söyleyemeyiz, sadece her insan kadar sinirli ve öfkeliyiz fakat arada sevdiğimiz de oluyor.”
Ve derginin takdim yazısı (s. 4) kısmında “Neden Balta” ? Sualine karşı şu cümlelerle karşılaşmaktayız: “Adımızın Balta oluşu önce içimizdeki, sonra da etrafımızı saran putlardan kurtulmak isteyişimizdendir. Biliyoruz, yakınımızda ya da uzağımızda yüreği bizle atan, gözü kulağı bizde olan başka Baltalar da vardır. Kalabalık değiliz ama yalnız da değiliz. (…)” demektedir. Derginin manifesto ve takdim yazılarından anlaşılan derginin bir iddiası, bir duruşu olduğu ve kuru kalabalıkların, boş lafların değil niteliğin peşinde olduğudur. Dergi bizi biz yapan insani duyguları da temel almıştı ve yazılarının ana malzemesi olarak işlemiştir. Dergi adına ilham veren Asaf Halet Çelebi hakkında iki yazıyla başlamıştır. İlk yazı da Asaf Halet Çelebinin biyografisi, ikinci yazı da şiirlerinden ilhamla edebi ve fikri özelliği üzerinde durulmuştur. Derginin özellikle bu iki yazsı dikkatle ve altını çize çize okunmalıdır. Bu iki yazının ayrıntılarına derginin hakkına girmemek için inmeyeceğim zira marifet iltifata tabidir derler ve iltifatta sadece sözle tebrik etmekle olmaz destek olmakla, okumakla, yaymakla olur. Meraklısı da alır okur. Derginin sayfalarını çevirmeye devam ediyoruz. “Fikrinizi, / Sesinizle, / Düşünüyorum” diyen bir şiirle karşılaşıyorum. Sanatın zirvesidir şiir ve duyguların, hissiyatların en güzel terennümü şiirle vücut bulur. Güzel bir lirik şiir okuyucularını beklemektedir demekle kifayet edeceğim. Dergi bunun haricinde deneme ve öyküleriyle ön plana çıkmaktadır zira sadece bir şiir vardır. Deneme ve öykülerde de insan, insani duygular bahse konu edilmiş ve durum hikâyelerinin güzel örnekleri verilmiştir. Mesela “Beşerin İhtiyacı” adlı denemede en temel insani duygulardan biri olan “İnanmak” kavramı ele alınmıştır. Öyle insan fıtratı gereği hiç kimseye inanmadan, güvenmeden nasıl yaşayabilir. Denemede de bu işlenir ve şöyle bir cümle vardır: “İnanmak, soyut bir kavram olduğu gibi insanın somut kalabilmesinin ardında yatar.” (s. 13) Düş de Gör ve Üç Bardak Çay adlı öykülerde de durum hikâyesinin incelikleri gözler önüne serilmiş anda derinleşilmiş, bir anın içine o ana gelinceye kadarki bütün hayat serencamı gözler önüne serilmiştir özellikle “Düş de Gör” adlı öykü bu konuda okunmayı ve üzerinde tahlil etmeyi gerektiren bir yapıt olmuştur. Dergi de bir de kitap tanıtım yazısı vardır. Nazi Almanya’sında soykırım uygulanmasından sorumlu bir SS subayı olan Karl Adolf Eichmann’ın yargılanması sürecini kitaplaştıran Arendt’in “Anlamaya Çalışmak Bağışlamakla Aynı Şey Değildir” adlı kitap bir dönemi anlama noktasından okunmayı hak eden bir eser. Çünkü Yahudilerin bu dönemle ilgili kitapları ve filmleri belli bir bakış acısını ele alır. Bu kitap insan faktörünü de ele alıp; kendisi de bir Yahudi olan Arendt tarafından yazılmış ve dergide tanıtılmıştır. Balta dergisi bana bu yazı aracılığıyla yeni bir kitabın peşine düşme duygusunu da vermiştir. Derginin son yazısı “Sinema” olmuştur. Maalesef ülkemizde sinema sanatının gücünün yeterince fark edildiğini düşünmüyorum. Zira Amerika için dünyaya “Amerikan Rüyası”nı pazarlamada en etkili araç sinema sektörüdür. Bu yazıda sinema tarihi hakkında önemli bilgilere ulaşıyoruz.
Kısaca; dergi, manifesto ve takdim yazıları haricinde; bir biyografi, üç inceleme, bir şiir, üç deneme ve üç öykü olmak üzere toplam on bir yazı vardır. Hacimce küçük, muhtevaca büyük bir derinliğe sahip olan dergi 27 sayfadan oluşmaktadır. Dergi hakkında daha fazla malumat öğrenmek isteyenler, derginin resmi internet sitesi olan https://www.baltadergi.com/ adresine bakabilirler. Balta Dergisi (Hz.) İbrahim’in baltasını eline alıp; putları devirmeye namzet okurlarını beklemektedir.