Kadir KESKİN

Kadir KESKİN

[email protected]

Ömürler Kısa Emeller Uzun

09 Mart 2019 - 20:15

                   Ömürler  Kısa Emeller Uzun

Tul-i emel: İnsanın dünya hayatında ebedi yaşayacakmış gibi  plan ve program içinde  çok uzun  emeller beslemesine denir. Daha kısa bir anlatımla hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama isteğidir.

 Geçenlerde yataklı tedavi gören bir dostumu ziyaret için hastaneye gittim. Hastane sanki bir miting alanı gibi. “Kum atsan yere düşmez” diye bir tabir var ya .  Tam aynısı. Polikinliklerin önü ana baba günü. Allah bütün kardeşlerime şifa versin, sağlıklı ömürler versin. Ama bu arada kendi sağlığımızı da kendi ellerimizle tehlikeye atmıyor muyuz?

 Geçenlerde ünlü doktorlarımızdan biri ekranlarda “ Hapşırınca doktora gelen hastalık hastası, hastalarımız var.  İhtiyacı olmadığı halde ‘kötü doktor demesin’  diye bir iki ilaç yazarak gönderiyoruz ama yazdığımız her ilacın da bir yan tesiri olduğunu hastaların bilmesi gerekir. diye samimi ikazlarda bulundu.

Evet, ne kadar sağlığımıza dikkat edersek edelim, değişmeyen bir sünnetullah var. Geçen her dakika, her saniye ölüp ölüp, diriliyoruz. Vücudumuzda her an ölen ve dirilen hücreler var. Ne zaman ki ölen hücre, dirilen hücreden fazla olduğu zaman ihtiyarlık da o zaman başlıyor, demektir. Kısacası ne kadar uzun ömürlü olursak olalım sonunda ölürüz. Bu nedenle ne ömre doyacağız, ne sevdiklerimize doyacağız, ne de yapacağımız işleri bitirebileceğiz, ne de düşündüklerimizi gerçekleştirebileceğiz.   Kendimize ne kadar iyi bakarsak bakalım, gençliğimiz soluyor, gücümüz tükeniyor. Son nefesimiz gelince bakıyoruz ki ömrümüz ne kadar kısa. Hasretlerimiz ne kadar çok ve yapacaklarımız meğer ne kadar eksik bırakılmış. Bu herkes için böyle. İçinde  hasret, pişmanlık  olmadan ölen kim  var ki.?

  Geçtiğimiz hafta namaz çıkışı bir cenaze namazında eski bir öğrencim ile karşılaştım. Cenaze yakınlarından biriymiş. Bu arada babası da velim olduğu için babasını sordum.  Öğrencim “ Hocam sizlere ömür babamı geçen sene kaybettik, babama doyamadım” dedi. Ben de kendisine baş sağlığı diledikten sonra  “ Bak   A.  hiç anasına babasına  doyanı duydun mu? hayatta insan her şeye doyuyor da ömre doymuyor. İnşallah ahrette birbirinize kavuşursunuz da orada yarım kalan sevgiyi doya doya yudumlarsınız “dedim.

Uzun ömürlü mezar kazıcıya dostu sorar:  “ Ne olur anlat! hayatının tamamı mezar kazmakla geçti. Toprağın altında seni hayrete düşüren neler gördün?” Mezar kazıcı : “ Sana şaşıracağın bir şey söyleyeyim. Şu köpek nefsim yetmiş yıldır ölen insanların mezarını kazdığımı gördü de,  bir an bile kendi mezarının kazılacağına bir türlü inanmak istemedi.” Evet mezar kazan insan bile öleceğine inanıyor da ama bir türlü bir gün kendi mezarının kazılacağına inanmak istemiyor.

 Evet, insan ömre doymadığı gibi kendine de doymuyor. Öldükten sonra da unutulmasın istiyor.  Onun için her anne ve baba da fıtrattan gelme bir çocuk sahibi olma isteği var. İstiyor ki öldükten sonra da çocuklarıyla anılsın. Bazı büyük değerler de, arkasında kalıcı izlerle bırakarak anılmak istiyorlar. Rahmetli Akif’in

 Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince/ Günler şu heyulayı elbet silecektir.

Rahmetle anılmak budur amma  / Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecek?  Dizeleri oldukça beni etkilemiştir.  Gerek cephede, gerekse cephe arkasında cami, cami koşturarak halkı cepheye sevk eden, savaş kazanıldıktan sonra da pazartesi sabahları, Cuma akşamları onun sesiyle açılan ve kapanan okullarımız rahmetlinin yazdığı İstiklal Marşı  ile çınlarken   rahmetli Akif bile unutulmaktan  korkuyor.

 Akif gibi büyük adamlar eserleriyle anılıyor.  Selimiye, Süleymaniye denince Mimar Sinan, Sultanahmet deyince Birinci Ahmet ve mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa’nın akla geldiği gibi.

Eserler, o eserin müessirini ( yapanı) yaşatır.  Sade insanları yaşatan da insanın çocuklarıdır. Milletleri yaşatan da nesillerdir. Herkes bir Mimar Sinan değildir.   Arkasından herkes bir Selimiye ve Süleymaniye bırakamaz. Ama evlenen çoğu insan arkasında çocuk bırakırlar. O çocuklar da milletin nesli olur. Sanatçılar, bütün hünerlerini ve ihtiraslarını sanatlarıyla ortaya dökmüşlerdir. Sade insanlar da ihtiraslarını çocuklarıyla, milletler de nesilleriyle gerçekleştirmeye çalışırlar. Bugün birçok anne-babayı çocuklarının oturdukları sıralara oturtsanız inanın çocuklarından daha başarılı olurlar. Neden?  Çünkü onlar zamanla oturduğu sıranın kıymetini değerlendiremedikleri için,  kaçırdıkları fırsatı çocuklarıyla yakalamak istiyorlar. Çünkü anne  - baba olarak bizim yapamadıklarımızı, yarım bıraktıklarımızı çocuklarımızla tamamlamak istiyoruz.

Bir milletin tarihini ve kültürünü oluşturan anıtlar, saraylar, sanatlar güzel veya çirkin fakat ölmeyen şeyler ancak onlara sahip olan çocuklar( nesiller), bunları duyan çocuk, bunlara “ mirasımız” diyen çocuklar ve çocukların kümeleştirdiği nesiller varsa yaşarlar. İnsanoğlunun, ölüm karşısındaki derin, değişmeyen endişesini, yok olma için duyduğu korkuyu önlemek için bulduğu her şey: Dua, hayır, hayırlı evlat, anıt, mezar, yazı, tarih… hepsi, onu, devam ettiren ona değer verdiren, nesil bulundukça vardır. Nesil… Nesil dediğimiz bu gerçek çocuktan başka neyle mümkündür?