Ergül ALTAŞ

Ergül ALTAŞ

[email protected]

NEFES ALAMIYORUZ

14 Temmuz 2020 - 15:45

                                                      NEFES ALAMIYORUZ

Havanın, suyun, meyve ve sebzelerin derken yürümenin de tadı kaçtı. Ağız ve burun maskeyle sıkı sıkıya örtülmüşken çöp, lağım, egzoz kokularının arasından çiçek kokularını süzüp seçmek mümkün olmuyor. Nefes nefese yürürken ritmi bozuluyor kalbin. Ayaklar birbirine dolanıyor. Şaşırıyor insan nereye yürüdüğünü. Kayboluyor avucunun içi gibi bildiği şehirde.
Nicedir sıçrayarak uyanıyorduk yarım yamalak uykulardan. Hayra yorulacak yanı kalmamış rüyaların mahmurluğuyla koşuyorduk işe, çarşıya, pazara. Hayal kırıklığımız boyumuzu aşmıştı çoktan. Unutmuştuk düşünerek, hayal kurarak aheste yürümenin huzur bahşeden şifasını.
Atı alan Üsküdar’ı geçmişken biz yaya kalamazdık. Baktık herkesler koşuyor, biz de kapıldık o rüzgâra. O rüzgâr bizi bizden alıp buraya getirdi.
Burada nefes alamıyoruz.
Savaş, can pazarı, ağıt, açlık, gözyaşı her yerde. Birileri doymuyor; güce, mala, iktidara. Şimdi beton dökülüyor hayat veren bütün can damarlarımıza. Dünya ellerimizin arasından kayıp gidiyor.
Azmanlaşan şehirler yamaçlardan ovalara iniyor. Kimyasalların kirlettiği bereketli topraklarda gökdelenler yükseliyor. Gökdelenler yükseldikçe şehirlerde, başının göğe ereceğini zannediyor insan. Topraktan uzaklaştıkça unutuyor topraktan yaratıldığını, toprağa döneceğini. “Gelecek zamanlarda / Ölüleri balkonlara gömecekler” dizesinden ürperenimiz yok.
Ormanları kestik ya da yaktık; tarla açtık, ev yaptık, otoyol geçirdik, fabrika kurduk. Akarsulara fabrika atıklarını saldık, şehirlerin lağımlarını bıraktık; yetmedi HES kurduk, kuruttuk. Kuruyan yataklara yeni yerleşim yerleri inşa ettik.
Doğal besinler bizi doyurmuyor artık. Yaşasın GDO. Yaşasın kimyasal ilaç ve gübre sanayi. Hazır gıda her yerde baş tacı olunca iğneden ipliğe her şey ambalaja girdi. Dağ-taş, dere-tepe, deniz-göl hep çöp. Toprağın altını üstüne getirdik maden diye. Demir, bakır, altın, gümüş … Madenlerin omuzlarında bir medeniyet yükseldi insanlıktan uzak. Suda balık, ormanda ceylan kalmadı.
Kendinden başkasına hayat hakkı tanımayan uygar dünyanın kabına sığamayan insanı kurdun kuşun yaşam ortamını işgal etti. Ağaç, su, toprak, maden; aklına her ne gelirse onundu, o öyle sanıyordu. Eşrefi mahlûkat olmanın anlamını yanlış bellemişti bir kere.
Mevsimler değişti. Baharımız kışa döndü. Sel, yangın, deprem, salgın hastalıklar; başımızdan musibet eksik olmaz oldu.
Kızılderili lider Şef Seattle ne diyordu: Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak. Anladık mı? Bilmem, görünen köy ortada.
Dünyayı atalarımızdan miras değil çocuklarımızdan emanet aldık.
Bu üretim ve tüketim çılgınlığı devam ettiği müddetçe kendi nefesimizde boğulmaya devam edeceğiz. İçimizden biri çıkıp “Nefes alamıyorum!” deyince bir vaveylayla yerimizden doğrulup bağırıp çağıracak, “Hepimiz eşitiz, aynı gemideyiz” nutuklarıyla çarkına su taşıdığımız düzene ateş püsküreceğiz. Sonra ateş sönecek, geride kül kalacak. O külün esen rüzgâr karşısında hiçbir hükmü olmayacak.
Bizim zamanımız geçti, geçiyor. Bunlar iyi günlerimiz.
 Hala akletmeyecek miyiz?
Bizi bizden alıp götüren tüm gemileri yakmadıkça umutsuzluk dalgaları dünyanın yaşam kaynaklarını tüketmeye, ruh ve beden sağlığımızı aşındırmaya devam edecek.
 
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum