Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ GÖRMEK

08 Nisan 2018 - 20:25

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ GÖRMEK

             

            Kabuk değiştirmek zordur.

            Hele hele kökleri derinlerde olan milletlerin kabuk değiştirmesi daha da bir sancılı bir süreçtir.

             Osmanlı son dönemiyle başlayan ve Cumhuriyet sonrası daha da hızlanan köklü değişimin millet üzerinde yarattığı sancılı sürecin nelere mal olduğunu yaşayarak gördük.

Yaşıyoruz.

            Cumhuriyetin ilk nesli iliklerine kadar hissetti bu değişim ve sancıyı. Yeni kültürel kimlik ve beynelmilel sistemin düşünce ve pratiğini benimseyip destekleyenler dahi nasibini aldı bu sancılardan!

            Türkiye her ne kadar batıya ve emperyalizmin tüm değerlerine karşı savaş vermiş gibi görünüyorsa da Cumhuriyet sonrası hali hazırdaki görünüm sanki bu durumun tersiymiş algısı yarattı uzun yıllar insanımızda.  Yaşananlar rüyaymış, yazılanlar doğru değilmiş gibi gelir çoğu zaman. Ancak gerçeklik payı çok olan süreç yaşadık Tanzimat’la başlayan, Cumhuriyetle devam eden süreçte.

Zira savaş verdiğimiz ve vatandan boğuşarak gönderdiğimiz işgalci batının silahlı emperyalizmine galip gelmiş ancak vahşi kapitalizmine; sanayi, ekonomik yapı, düşünce dünyası ve birçok değer yargısına karşı verdiğimiz mücadeleyi kaybetmiştik!

İbn Haldun’un meşhur teorisidir: “Toplumlar kendilerinden askeri yönden üstün olan toplumların önce askeri ve teknik yönlerini örnek alırlar. Bu durum o toplumu kurtarmaya yetmezse zaman içerisinde savaş verilen toplumların kültür ve medeniyetleri örnek alınır.”

Ancak örnek model kabul etme durumu teknik yetersizlik içinde bulunan ancak köklü medeniyete sahip devletlerin kabuk ve kimlik değişimini de beraberinde getireceğinden geri kalmışlığın sorumlusu olarak kültür ve kimlik değerleri görülür. Bu nedenledir ki Osmanlının I. Dünya Savaşı sonrası yok olması ve vatanın işgaline karşı verilen Kurtuluş Savaşı sonunda batı örnek alınmış ve bu örnek alınma yalnız teknik alanla sınırlı kalmamıştır.

Cumhuriyeti kuran kadro ile Cumhuriyet yönetiminde bağımsız ve demokrasi ile yönetilmeyi arzulayan millet arasında kültürel ve ülkenin duruşu anlamında derin uçurumlar olduğu kısa zamanda anlaşılmıştır!

Halkın yerel ve geleneksel kültürüne karşı seçkinci Cumhuriyet kadrolarının uluslararası beynelmilel değerlerle yüzyıllardır devlet merkezini elinde bulunduranlarla aynı minval üzre olduklarını söylemek mümkündür.

Cumhuriyetin kurucusu elit kadronun ülkeyi yönetecek tam anlamıyla ekonomik ve siyasi gücü elinde bulundurabilmesi zordur. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında sermayenin daha çok batıcı ve laikçi, merkezci kadro tarafından yönlendirildiği görülmektedir. Bu yön tayininde Osmanlı içine çöreklenmiş batı ve onların argümanlarıyla hareket edenlerin etkisi yadsınamaz.

Bir yandan düşmanı yurttan kovmak ve bağımsızlık için savaşıp düşmanı yurttan kovacaksınız öte yandan düne kadar düşman bellediğiniz batı ile el sıkışıp ortak hareket etmeye başlayacaksınız! Bu çelişkili durum zorunluktan mı kaynaklanmaktadır yoksa bile isteye yapılan bir tercih midir tartışıla dursun ortada bir gerçek vardır ki Cumhurun elit kadrolarının devleti yönetme, siyaset yapma, milletiyle kucaklaşma; milletin öz benliğini devlet hayatına hâkim kılma anlayışları arasında birtakım farklılıkların olduğu görülmektedir.

Başta ortaya koyduğumuz batının ekonomik ve teknolojik gücün adeta tapınma derecesinde benimsenmesinde özellikle 1940 sonrası batı ile olan ilişkilerde Amerikan ve İngiliz yanlısı bir yönlenme dikkat çekicidir. Bu durum her ne kadar Sovyet tehdidi gibi gerçeklerle doğrudan ilgisi olmayan batı ve ABD’nin Türkiye’yi çevreleme, kıskaca alma ve bölgede Sovyet tehdidine karşı jandarmalık görevi verme politikalarından kaynaklanan bir durumsa da dönemin iktidarlarını 1957’ye kadar oyalamıştır. Türkiye 1945 sonrası adım adım batı ve ABD yörüngesine sokulmuştur.

 Türkiye’nin batı ve ABD ile olan güçlü bağları Batının desteğiyle iktidara gelen Menderes’in yine ABD’nin desteği ile gerçekleştirilen 1960 Askeri Darbesi sonucu idamına da sebep olan Sovyetlerle birlikte sanayileşme çalışmalarını başlatıncaya kadar sürdürülmüştür.

 

DP ile başlayan Amerika ekonomik ve siyasi yelpazesi etrafında gelişen iç ve dış faktörler 2000’li yıllara kadar açıkça devam etmiş görünmektedir. Ancak son on yıl içerisinde yaşanan uluslararası ve ulusal gelişmeler Türkiye’nin batı ve ABD ittifakını sorgulamasına Rusya, Çin ve başka alternatiflere yönelmesini zorunlu hale getirmiştir.

 

Şunu kabul etmek ve görmek gerekmektedir. Önümüzdeki süreçte AB’ye karşı ABD ve Rusya’nın ortak hareket etme imkânları aramaktadırlar! Bunda şaşılacak bir durum yoktur. Tarihin hiçbir döneminde ABD ile eski Sovyet yeni Rusya karşı karşıya gelmemiştir. Karşıymış gibi izlenen siyasetin faturasını en çok Türkiye’nin çektiğini söylemeye gerek yoktur. Türkistan, Amerika ve Ortadoğu’da bulunan devletlerin nasıl da kamplaştırıldığı hala hafızalardadır! İngiltere, Ortadoğu’daki çıkarlar ve İsrail faktörü önümüzdeki sürecin belirleyicisi olmaya aday konularındandır.

Avrupa Birliğine temelden karşı olan ekonomik, siyasi ve enerji yatakları itibarıyla Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Türkiye’nin içinde bulunduğu, hatta her zaman elde tutmak isteyen ABD ve Rusya’nın karşı karşıya gelmesi bundan sonraki süreçte de düşünülmemelidir!

Dış dünyada görülen küresel gelişmelerin iç politikaya yansımalarını yaşayıp göreceğiz.

Ancak medyadan iktidar ve muhalefete kadar tüm kesimleri bundan etkileneceği ve buna karşı ya da bu çerçevede rol alıp almamaları onların var olup olmayacaklarını da gösterecektir!

Kabuk değiştirmek hem de üzerinizde tabu kabul edilen dogmaların derin izlerinin kabuklarını çıkarıp atmak bir hayli zor olacak.

            Ancak bu değişimin ülkeyi milli devletten yana olan Avrupa ve onlar tarafından yönetilen sermayenin desteklediği gibi bazı siyasi partilerin geleceğinin ne olacağını zaman gösterecektir.

Yalnızca ABD ve Rusya modeliyle hareket eden siyasi partilerin toplumsal tabanında kaymalar ve sertleşmelerin görülmesi muhtemeldir.

Yaşanan süreçte siyasi yapının kırılganlığı bir nebze atılmış, güçlü bir merkeziyetçilik, güçlü bir millet-devlet anlayışına doğru adım atılmaktadır.

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtına karşı gösterilen topyekûn destek millet devlet-devlet millet anlayışının binlerce yıldan itibaren yaşadığının, milletin genlerinde olduğunun çok önemli bir göstergesidir. Yeter ki yönetim kadroları millete sırtını dönmesin, yeter ki milletin öz benliğine karşı taşıma kültür ve ideolojilerle yaklaşılıp dayatılmasın. Millet her zaman hazır ve nazırdır. www.tarihistan.org