Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

[email protected]

ÇAY HİKÂYELERİM

19 Mart 2023 - 21:32

ÇAY HİKÂYELERİM

                                                                                                               Namık Açıkgöz

Çay ile fazla haşır-neşir olunca, ister istemez, günlük hayatınızda bazı anekdotlar da birikiyor. Zaman zaman da muziplik olsun diye çay konusunu biraz abartarak kaşıdığım da olmuştur. Çoğu zaman da çay içmeyi başlı başına bir zevk haline getirmeyi çok sevdiğim doğrudur.
İşte onlarda bazıları…

ÇAY MI İSTİYORSUN HOCAM?

Fırat Üniversitesindeki, odam çay ocağına yakın idi. Çaycı da iyi çay tiryakisiydi, ben de… Odamdan seslenirdim zaman zaman. Necip  Fazıl’ın diliyle ve sesini taklit ederek:
           
Çaycı! Getir ilaç kokulu çaydan!
            Dakika düşelim senelik paydan
            Zindanda dakika farksızdır aydan
           
Karıştır çayı,zaman erisin
            Köpük köpük,duman duman erisin!

derdim. Sesimi duyan çaycı Mustafa, mutlaka elinde bir bardak çay ve bardağı tuttuğu elinin parmak aralarında sigara ile kapıma gelir:
            -Çay mı istiyorsun hocam? diye sorardı.

***

 

ÇAY-I ŞERİF


Muğla’da, Hakan adında bir çaycımız vardı. Ona da telefon eder isterdik çayı. Bir gün Malik Aksel’den okuduğum şu olayı hatırlayarak çay istedim ondan:
           
            Eski İstanbul konaklarından birinde, ev sahibi,  hizmetçiye seslenerek,
            -Getir şu ibrik-i şerif ve leğen-i şerifi de bir abdest-i şerif alayım, demiş.
Hizmetçi denileni yapmış ve ev sahibi abdestini aldıktan sonra, hizmetçi,
            -Eh ben de bir ayak-ı şerifimi yıkayayım, demiş. Ev sahibi gürlemiş:
            -Sen kimsin de ayağın “ayak-ı şerif” oluyor, demiş. Hizmetçi de,
            -Beyim, çingenenin yaptığı ibrik,  ibrik-i şerif; leğen,  leğen-i şerif oluyor da, Allah’ın yaptığı ayağım niye ayak-ı şerif olmasın, demiş.

            İşte, bu hikâyedeki leğen-i şerif, ibrik-i şerif ifadesine benzeterek, bir gün Hakan’a telefon edip,
            -Hakan, bana bir çay-ı şerif getir, dedim. Hakan, çayı anlamış da “şerif”i anlamamış ve
            -Hocam, çayın yanında yiyecek bir şey mi istiyorsunuz, diye sordu. Ben de,
            -Yok Hakan, yiyecek bir şey istemiyorum;  çay-ı şerif istiyorum, dedim. Garibim Hakan gene anlamadı ama,
            -Hocam, çay var da, öteki dediğinizden yok, dedi.

***
 

ADA ÇAYI YARIM ADA ÇAYI


Muğla taraflarında adaçayı çok içilir.
            Gene bir gün Hakan’a telefon ettim ve
            -İki çay, bir ada çayı, bir de yarımada çayı getir, dedim.
            Biraz sonra Hakan geldi. Tepside iki çay, bir ada çayı ve bir de yarım bardak ada çayı vardı. Yarım bardak ada çayını göstererek,
            -Hakan bu ne? dedim. 
Hakan da:
            -Hocam, iki çay, bir ada çayı bir de yarım ada çayı istediniz ya, dedi.
Ben de:
            -Bak Hakan! İlkokullardaki coğrafya derslerinde öğretirler. Dört tarafı su ile çevrili kara parçasına “ada” ; üç tarafı suyla çevrili kara parçasına “yarımada” denir. Ben senden işte böyle bir yarımada çayı istemiştim, sen gene ada çayı getirmişsin, dedim.  
Garibim Hakan ifademdeki “yarım” kelimesini “yarım bardak” anlamış.

***

ADA ÇAYI,  ADAM ÇAYI


Gene adaçayıyla ilgili. Ben daha çok çay içerim. Tavşan kanı olmalı. Ben bu çaya “namuslu çay” derdim eskiden. Muğla’da da çay içmeye devam ettim. Bazı arkadaşlar, hafif olduğu için ada çayını tercih ederlerdi. Ada çayı içen ve nazımın geçtiği bir arkadaşım gelince çay ocağına,
-Bir ada çayı; bir de adam çayı, diye telefon ederdim.

***

İKİ ÇAY, BİRİ AÇIK, HATTA HİÇ OLMASIN

Bizim bir arkadaş, çok açık içerdi çayını. O geldiğinde, çaycıya:
-Bir çay, bir de çok açık çay veya mümkünse çay olmayan çay! Ve hatta hiç getirilmeyen çay, derdim.

***
                       
  İKİ ÇAY,  HATTÂ BİRİNİ GETİRME

 Bir başka arkadaş yeme içme konusunda “tam kıl” biriydi. Yemekten sonra asla çay içmezdi.
Bazen, yemekten çıktıktan sonra benim odama gideriz ve gayr-ı ihtiyârî, çay söylemek üzere elim telefona gider ve:
-İki çay, derim.
Hemen arkadaş ikaz eder beni ve
-Ben içmiyorum, der ama o esnada iki çayı söylemiş olduğumdan, arkadaşın sözü üzerine eklerim:
-İki çay!...  Birini getirme!
***

İÇTİKTEN SONRA BARDAĞI NEREYE KOYAYIM?

Masası çok dağınık biriyim. (Kafam da öyledir ya!) Fakültedeki odamda da, başka görevler  yaptığım sırada, oralardaki odamda da, masam hiçbir zaman derli-toplu olmamıştır.
Çay veya kahve istediğimde, çaycı çocuklar çayı getirirler ama koyacak yer bulamazlardı. Ben de onlara Evliya Çelebi’nin, Bitlis’in yamaçlı bir yer olduğunu ifade etmek üzere söylediği şu cümleyi söylerdim:
-Evliya Çelebi’nin, “Bitlis’te kahvemizi içtikten sonra, fincanı koyacak düz bir yer bulamadım” dediği gibi, siz de benim masamda, fincanı (veya bardağı) koyacak yer bulamıyorsunuz değil mi?

***
ÇAY BURDA, ÇAYCI BURDA, OCAK BURDA, İZMİR’DEN ŞEKER’İ DE ÇAĞIRIN DA ÇAY İÇELİM!

Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümünde çalışan hocaların adları şöyleydi: Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Prof. Dr. Abdülhaluk Çay, Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı.
Hocaların soyadlarındaki uyumu gören Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, bir gün şöyle demiş:
            -Çay burada, Çaycı burada, Ocak burada. İzmir’den Şeker (Dokuzeylül Üniversitesindeki tarihçi Prof. Dr. Mehmet Şeker)’i çağırın da bir çay yapıp içelim.

            ***
            ÇAYA ŞEKER DEĞİL, ŞEKERE ÇAY KOYMAK

            Ortaokul ve lise yıllarımda Turgutlu’da Talat Kostak ustanın mozaik atölyesinde çalıştım. Kurban Bayranı’nın kış mevsiminde olduğu yıllardı. Ramazanda, Ramazan telaşıyla  ölmüşlerini pek hatırlamayan insanımız, Kurban Bayramı’ndan önce ölmüşlerine mezar taşı yaptırmayı çok severdi. Bu yüzden de mezar taşı yazmak için gündüzler yetmezdi; en fazla 10 metrekarelik bir yazıhanemsi yerimiz vardı. Talat usta akşamları işleri yetiştirmek için lüks lamba yakarak yazıhaneyi aydınlatırdı. Osman Kulalı ile ben akşamları o minicik yazıhanede mozaik dökme mezar taşları yazardık. Yazıhaneyi o lüks lamba ile sadece aydınlatmazdı ustamız, aynı zamanda ısıtırdı; bununla da kalmaz, lüksün üzerinde çay da demlerdi. Tek lüks lamba ile hem aydınlan, hem ısın hem de çay demle!... Ah ustam ah!...
            İşte böyle akşamlarda demlenen çayı içerken sevgili Osman bardağın neredeyse yarısına kadar şeker koyar, üstüne çay dökerdi. Bu durumda ben de Osman’a:
            -Sen çaya şeker değil, şekere çay koyuyorsun, derdim.

            ***

            ÜSTTEN DEM

            Çayı kendim demlediğim zaman veya kendim alacaksam, bardağa önce suyu koyar; dem için yeterli boşluk bırakır; demi üstten koyarken demin suda dağılışını seyrederim. Demin suyu renklendirerek dolaşmasını, rengin açıktan koyuya dönmesini ve nihayetinde kıvama ulaşıp sükûnete erişmesini seyretmeyi çok severim.


 








 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum