Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

[email protected]

AH AGAM AH!... SANA MANİSA LÂLESİ GETİREMEDİM

05 Şubat 2023 - 12:54 - Güncelleme: 06 Şubat 2023 - 09:28

AH AGAM AH!...
SANA MANİSA LÂLESİ GETİREMEDİM

Her sene bu vakitlerde yolumu mutlaka İstanbul’a düşürürdüm. İstanbul’un kışını sevdiğimden falan değil elbette. İstanbul’da Agam vardı… Halil Agam… Özellikle münzevi hayat yaşamaya başladıktan sonra her sene mümkün olduğu kadar bu mevsimde uçağa atlar İstanbul’a inerdim.
Ne diyordu Tahirü’l-Mevlevî:
“Eli boş gidilmez gidilen yere”
Ben de Aga’ya eli boş gitmezdim ama kıymetli hediyeden ziyade ona çocukluğunu götürürdüm. Ahlat armudu, hayıt çiçeği ve lâle olurdu hediyelerim.
Temmuz’da gidersem hayıt çiçekleri götürürdüm.
Kapıdan içeri girdiğimde, çiçek demetinin arkasında beni göremezdi. Benden önce çiçek demetine sarılır ve çocukluğuna dönerdi… Dere kenarında leylağın birkaç tonuyla açan hayıtlara ve çiçeklerine kavuşurdu.
Kasım’da gidiyorsam ahlat (Biz “çöğür” derdik.)  armudu götürürdüm. En iyilerinden bulmaya çalışırdım. Meyvesi iyi olan birkaç ağaç belirlemiştim; onlardan toplar götürürdüm. Her ağaç her sene meyve vermezdi. Bazı seneler içinin sırf et olanını bulmak için hayli dolaşırdım. Ahlat meyvesi hemen yenmez. Masada bir hafta kadar bekletilir; erginleşenler yenirdi. O hafta evin için mis gibi ahlat kokardı.
Ah Agam ah!...
Her Şubat’ta gelişimde sana lâle getirirdim. Bilimsel adı “anemone; Manisa lâlesi” olan lâleden… Şehir lâlesi (tulipa) değil yani… Bizim “kır lâlesi” dediğimiz lâleden. Biz daha çok “yoğurt çiçeği” derdik. Sanırım kuzu ve oğlakların doğup sütten yoğurt yapılmaya başlanan mevsimde açtığı için “yoğurt çiçeği” diyorduk. 6 yapraklı kır lalelerinden bizim oralarda hep kırmızı olurdu. Beyaz, pembe, açık ve koyu leylak renginde olanlar pek olmazdı. Onlar daha çok Aşağı Bozkır köyünün yamaçlarında olurdu. Sırf kırmızıdan başka renklileri görmek ve toplamak için taa Aşağı Bozkır köyüne giderdik. İbrahim amcanım en büyük kızı Fatma abla oraya gelin gitmişti. Onları ziyaret etme bahanesine tepeler aşar, dereler geçer oraya giderdik ve o yamaçta rengârenk kır lalelerini görünce deli olurduk. Beyazı, pembesi, açık ve koyu leylağı ve arada kırmızısı… Yıllar sonra gene bu günlerde Aşağı Bozkır’a gittim ve o yamaçta kır lalesi görme ümidiyle o yamaca vardım. Ama heyhaaat!... Yamaçtan yol geçmiş ve her şey alt-üst olmuş… Tabii ki kır lâleleri de artık çıkmaz olmuş…
Rengârenk kır lâlelerini göremeyince çok ama çok üzülmüştüm… Sanki çocukluğumu yitirmiştim.

Fotoğraf: Bilal Söğüt

Muğla’da kır lâlesinin her rengi yetişir. Özellikle deniz seviyesinin çok düşük olduğu yerlerde her rengi erkenden çıkar. Lâle görmek için en çok gittiğim yer, Ula’nın öbür tarafında, ucu Gökova köyüne ve dolayısıyla Gökova körfezine uzanan Çaydere… Orada rengârenk kır lâleleriyle hem-hâl olmak başka bir hayat tadı ve lezzeti.
Şubat başında İstanbul’a gideceksem, uçağa biniş saatine yakın ve havaalanı civarında envai çeşit kır lâlesini toplar, saplarını sulu bir pamuğa yerleştirip alüminyum folyo ile sararak valize uygun bir şekilde yerleştiririm.
Aga’nın evine vardığında kapı açılırken, içeri benden önce kır lâleleri girer. Aga, lâleleri iki eliyle tutar ve burnuna götürüp koklar. Bu lâlelerin kokusu uzaktan duyulmaz. Berrak bir su kokusu vardır ve ancak çok yaklaşınca hissedilir. Bu hâliyle kır lâleleri kokusunu, koku mahremiyetini bilip de çok yaklaşanlarla paylaşır. İçe çekildiğinde dimağı saran ve sarsan bir kokudur bu… Aga o kokuyu içine çeker çeker çeker… Bir anda çocukluğuna dönmüştür… O dereler, o yamaçlar, o tepeler… Koyun-keçi güdülen, kartal kanadından kavallar çalınan o tepeler... Sümbül dolu, lâle dolu o yamaçlar… Yamaçların dereye kavuştuğu yerlerden boşalan “kara sulaklar”… Hasılı bütün çocukluk, o bir demet kır lâlesine, bir demet “yoğurt çiçeği”ne  sığar; kokusuna ve rengine sığar… Dünyalara sığmayan çocukluk bir demek yoğurt çiçeğinin renginde ve kokusundadır artık…
Ve Halil Aga’nın gözleri heyecanla parlamıştır… Neden sonra beni fark eder. Ben, beni geç fark etmesinden asla alınmamışımdır. Çünkü o bir demet yoğurt çiçeğinde kendine, kendi çocukluğuna kavuşmuştur. O bir demet kır lalesi, “karan çalısı” köklerken burnunu kırdığı “Dedemin tarlası”dır; Mor yarın önüdür; Sümbüllü Boğaz’dır, Merçemli düzlüğüdür, Çarklı Deresidir…
İnsan yıllar yıllar sonra buralara kavuşunca beni neylesin!...
Ah Agam ah!...
Dört senedir sana kır lâlesi getiremiyorum. Bundan sonra lâleler o yamaçlara bakan kabrinde açacak Agam!...
Ruhun şâd mekânın kır lâleleriyle bezenmiş cennet olsun Agam!...
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum