Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

[email protected]

AGA-DEMİ ÇAYLAR

01 Nisan 2023 - 09:19 - Güncelleme: 01 Nisan 2023 - 09:23

AGA-DEMİ ÇAYLAR



Halil Aga’nın en kutsal  içeceği çay idi… Arada kola türü şeyler de içerdi ama onlar onun için sıradan içeceklerdi. Sadece kola gibi şeyler değil, su bile onun için sıradan bir içecekti. Özelliği, ritüeli, özel kapları falan yoktu su için. Damacanadan alır, içerdi. Myle takıntılı olduğu bir bardağı falan yoktu. “Takıntılı” dedim… Burası ciddi… Aga’nın hayatı takıntı ile geçmiştir ve bunun en kesif yaşandığı yer çay’dır. Demlenmesi, bardakları, suyunun kaynaması, sunuluşu… Bubların her biri Aga için takıntılı bir iştir. Misafirler (Ki evi hiç misafirsiz kalmamıştır.) çay hizmetini, Aga’nın istediği ölçülerde yapmadıkları zaman Aga hemen yanlarında biter ve “Olmaaaz!.”  lafını yapıştırır!...
Aga sabah erken uyanır ilk yaptığı içi ocağa su koymak ve fileli çay torbasına 2 kaşık çayı koyup demliği de su çaydanlığının üstüne koymaktır. “Su yavaş yavaş ısındıkça, torbadaki dem de ısınarak keyfe gelecek…” derdi. Çay suyu kaynayıncaya kadar pencereden geçilen “Hass Bahçe”de (Tarihi çeşmenin üstünü minik bir bahçeye çevirmişti.) çiçeklerle, otlarla ve bodur ağaçlarla uğraşır; mevsimine göre kumruları beslerdi. Bahçedeki vakti ona göre ayarlar, ocaktaki su kaynamaya başladığında mutfağa gelir, sıcak suyu demliğe koyar ve “13 dakika sonra çay emrinize âmâde efendim.” derdi. Sonra gene bahçeye çıkar biraz daha uğraşır; 13. Dakikada mutfakta biterdi…
Çayın demlenmesinde 13 dakika onun için çok önemliydi. Çayı misafirlerden biri hazırlar ve 13 dakikadan az demlenirse: “Ne bu?... Çay kokusu yok!... Otsu otsu kokuyor!...” derdi.
13 dakika onun için önemliydi!...
İlk çay, 13. Dakikada bardağa dökülmeliydi.
Ne eksik, ne fazla!...
Eksik olduğunda otsu kokmasına kızar, fazla olduğunda koyu dem olmasına sinirlenirdi.
Misafirler de onu sinirlendirmek için, zaman zaman 13 dakikadan önce ilk çayı almaya niyetlenirlerdi. O da “Elleme çayı!... Demi ve keyfi gelsin bekaretini o zaman alalım aga!...” derdi.
13. dakikada ilk bardak önemliydi. O ilk çay bardağa dökülürken özel bir haz duyardı. Sanki dünyanın en güzel ve en coşkun şelalesinden çağıl çağıl akan suyun verdiği hazzı duyardı o seste. Demin üstüne dökülen suyun gittikçe açılan rengini takip eder ve istediği kıvama gelince “Hah!... Çay demini ve rengini buldu!...” deyip kahvaltı masasına getirirdi.
Kalın ve kulplu çay bardaklarını tercih ederdi. Benim gibi bardak takıntısı olan birine bile sempatik gelecek bardaklar haline geldi o kalın kaba bardaklar.
Sabah yedi buçukta ilk dem çayla başlayan gün, çayla devam ederdi… Ocak hiç sönmez, devamlı kısık ateşte kaynayan su, demliği de sıcak tutardı. Sabah yedide başlayan çay faslı, günde 4-5 defa demlene demlene ve her demlemede demin 13 dakikada tutmasını bekleye bekleye gece yarısına kadar devam ederdi. Mümkün olduğu kadar her dem tutmada çayı kendisi demler, misafirlere bırakmazdı. Misafirlere saygısından değil tabii, çay ölçüsü ve demlenme dakikasını ille kendisi kontrol edecek. Hamın misafirlere bile çay demletmezdi… O kadar!... Yani “o kadar gıcık”tı!...  Arada gıcıklık ve kıllık damarına basar, tatlı tatlı öfkelendirirdik.
“Kıllık” deyince aklıma geldi.,. 2013 sonlarında açık kalp ameliyatı oldu. Kalbi artık iflas etmek üzereydi. Yüzde 25 çalışıyormuş… Ameliyata yatacak… Yaşayanlar bilir büyük ameliyatlarda bedendeki kıllar temizlenir. Aga’nın ameliyatından önce bedenindeki kılları temizlemeye götürdüler. Az sonra geri geldiler. İşi yapacak kişi: “Beyefendinin bedeni kılsızmış. Gerek kalmadı temizlemeye.” dedi. Ben de “Onda kıl yoktur; o kendisi kıldır.” dedim. Gülüştük.
Aga’nın çayına dönelim.
Aga’nın evi, bir akademi gibiydi. Gelenlerin hemen hepsi akademik çalışmalar yapan insanlardı. Bir ara “Serbest Akademi” diye bir web sayfası da açmıştı internette. O yüzden onun evine hepimiz “Akademi” derdik. Bir ara Yasemin Akkuş hanım, Aga’nın “aga”sına da gönderme yapacak şekilde “Agademi” dedi ve bu laf da tuttu. Bu güzel buluş, sevgili Hayri (Ataş) tarafından  çay ile ilişkilendirilerek Aga’nın içtiği dem ölçüsüne “aga-demi” dedi ve “aga demi çay” böyle oluştu. Bu laf da tuttu. Bu arada şunu da hatırlatalım: Bunca çay muhabbetine rağmen, Aga, rahatsızlıklarından dolayı hep açık çay içerdi. Hani o SSCB zamanından kalma “Bu taraftan bakınca öbür tarafında Moskova görülüyor” denen türde bir açıklık. İşte bu demdeki çayın adı “aga-demi” idi.
Yazları Hass Bahçe’de çalışırdı. Çayı da akrobatik hareketlerle pencereden içeri girip alırdık. Elektrikli demlik alıp bahçede çay demleme konusunda çok ısrar ettim ama ikna edemedim. İlle alevde kaynayan suda olacakmış çay… Sanki alevin ısısıyla beraber rengi ve letafeti de çaya geçiyormuş gibi anlatırdı ocakta yapılan çayı. İyi ki semaver veya odun ateşinde çay faslına geçmemiş. Yoksa evin içinde bile odun ateşi güzelliği uğruna ateş yakar, bütün evi dumana gark ederdi alimallah… Aga kafaya koydu mu yapardı… O yüzden odun ateşi konusuna hiç girmemesi iyi olmuştu.
Bahçede veya çalışma odasında bardakta çayımız bitince birimiz mutfaktan kendi bardağımızı doldurup gelsek; “Aga!... Nefsine Müslüman mısın!... Bize de çay lütfen. Bizim de canımız ve boş bardağımız vardır!...” derdi. Veya “Aga!... Burası Kerbelâ’ya döndü!... Bir yudum çay!...” derdi…
Yaaa… İşte böyle Süheylâ!...
Çay deyip geçme!... Çay bazı insanlar için basit bir “tein”li madde değil, başlı başına bir ritüelistik olgudur… Tıpkı Aga’da olduğu gibi.
Ne tatlı bir çayyaştın Aga!...

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum