Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Türkçe üzerine düşünmek

12 Mart 2018 - 21:57

Türkçe üzerine düşünmek

 

Bugün ve yarına dair tıkandığımız konulara tarih bilimi referans kaynağı olmaya devam edecektir.

Osmanlı son döneminde başladığını düşündüğümüz günümüzün sorunlarının aslında çok daha eskilere dayandığını görüp şaşırıyoruz!

Malum 2017 Türk Dili yılı olarak kutlandı. Türkçe’nin her kurum tarafından desteklenmesi, işyeri adlarının, tabelaların Türkçe olmasının özendirilmesi ile ilgili bazı çalışmalar yapıldı.

Türkler millet olarak yeniliğe birçok milletten daha açık bir tarihi süreç yaşayarak gelmişlerdir. Bu durum halen de artarak devam ediyor.

Türkistan coğrafyasından günümüze kadar çoğu zaman çevresel, ekonomik, kültüre ve siyasi şartların etkisi ile Türkçe’nin dışında farklı dilleri de kullanmaktan çekinmemişlerdir. Hatta Köktürk yazıtlarının bir tarafının Türkçe olmasına karşın bir tarafının da Çince olması dikkat çekicidir. 725-732 yılları arasında ilk yazarımız olarak kabul ettiğimiz Yoluğ Tigin tarafından Türkçe ve Çince yazılan kitabelerde belki Çinli vezir Tonyukuk’un da etkisi vardır. Çinlilere Türkler hakkında bilgi ve ders verme amacı taşımıştır. Ancak yine de Çincenin etkisinde kaldığımızı da kabul etmemiz gerekir.

Daha sonra Türk devlet ve boylarının yaşadığı her coğrafyada farklı dillerin benimsenmesi Türklerin Türkçeyi unuttuğu anlamına gelmez belki ancak e azından kültürel, dini baskı altında kalmışlık; entelektüel çevrenin baskınlığına karşı genellikle önceleri Farsça daha sonraları Arapça olmak üzere birçok dilde eserler vermişlerdir.

Karahanlıların Türkçe eserler vermelerine karşın Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar gibi büyük ve köklü medeniyet ve devlet kuran devletlerin özellikle eğitim dilinde Türkçe’nin dışında kalan dilleri benimsemeleri sadece çok uluslu olmakla açıklanamaz. Bunda kültürel baskıların, medrese, saray ve çevresini oluşturan bürokrat yapının da büyük etkisi vardır.

10.yüzyılda Kâşgar ve Balasagun civarında ortaya çıkan yeni bir Türk kültür çevresi Kutadgu Bilig ve Dîvânü Lûgati’t-Türk gibi eserleri meydana getirmiştir.

13 ve 14. Yüzyıldan itibaren Harzem bölgesinde merkezileşen Türkçe Azerbaycan, Mısır, Anadolu, Balkanlar, Suriye gibi değişik coğrafyalara yayılmıştır.  Kafkasya ve günümüz Rusya içlerinde Çağatay Türkçesi 19. Yüzyılın ortalarına kadar hâkimiyetini sürdürmüştür.

Anadolu Türkçesi içerisindeki Arapça ve Farsça unsurların Selçuklularla beraber daha da arttığını görmek mümkündür. Ancak Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Hoca Dehhani gibi Türkçe eserler yazanlarla beraber Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmi dil ilan etmesi Anadolu Türkçesini bugüne kadar getirmiştir.

Osmanlı Türkçesi ise Batı Türkçesinin ikinci devresidir. 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar devam eder. Eski Anadolu Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki dönemdir. Eski Türkçenin etkileri kaybolmuş, dile yeni gramer şekilleri girmiştir. Bu dönemde kültürel etkileşimden dolayı dilimizde Arapça ve Farsça unsurlar, kelime ve terkipler bolca yer almıştır.

Osmanlı Türkçesi ve Türkçe’nin gelişimini destekleme ile ilgili gelişmeler daha ziyade II. Murat döneminde önem kazanmıştır. Molla Arif’in Danişmendnamesi, Yazıcıoğlu Ali’nin Kaabusname’si dönemin en önemli Türkçe eserleridir. Bunların yanı sıra II. Murat’ın Muradi mahlasıyla Türkçe şiirler yazdığını biliyoruz. "Sâki getür yine dünki şarâbumı/Söylet dile getür yine çeng ü rebâbumı/ Ben var iken gerek bana bu zevk u safâ/Bir gün gele ki görmeye kimse tûrabumı" şiiri en meşhur şiirlerindedir.

Aynı şekilde Fatih Sultan Mehmet’in de Avni lakabıyla Türkçe şiirler yazdığını biliyoruz.” Yar içün ağyar ile merdane ceng etsem gerek/İt gibi murdar rakib ölmezse yar elden gider.”

Bunların yanı sıra II. Bayezıt, Cem Sultan, Şehzade Korkut, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, III. Murat, I. Ahmet, II. Osman ve III. Selim gibi padişahların da divan şiirleri önemlidir.

Yavuz Sultan Selim’in dillere destan olmuş “Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn itdi felek /Giryemi kıldı füzûn ekşimi hûn itdi felek /Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân /Beni bir gözleri âhûya zebûn itdi felek” şiiri unutulmazlar arasına girmiştir.

Yunus’un diliyle arı Türkçe Osmanlılarda III. Selim’den itibaren özendirilmeye başladı. Osmanlı kuruluşundan itibaren Türkçeyi benimsemiş olsa da Medrese eğitimi alan, Arapça ve Farsça bilen devlet adamları ve onların kâtipleri, biraz da sanat ve hüner göstermek için resmi yazışmalarda bu dillerden kelime ve terkipler kullanarak Türkçenin ağdalı ve anlaşılmaz hale gelmesinde etkili oldular. Ta ki II. Abdülhamit döneminde kabul edilen Kanun-ı Esasi’ye kadar.

Kanun-ı Esasi’nin 18. maddesinde "Tebaa-i Osmaniye’nin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır." Denilerek Türkçe Anayasal güvence altına alınıyor ve her kademede özen gösterilip yaygınlaştırıyordu.  www.tarihistan.org