Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

AFRİN, MENBİÇ VE SURİYE OPERASYONU

02 Şubat 2018 - 21:20 - Güncelleme: 04 Şubat 2018 - 19:00

AFRİN, MENBİÇ VE SURİYE OPERASYONU

Afrin ile Türkiye ve Suriye’yi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilen Misak-ı Milli belgesinde yalnız Afrin, Menbiç, Halep değil Şam’ın üzerinden Kuzey Suriye ve Kuzey Irak topraklarının tamamı sınırlarımız içinde kalmaktadır.

Osmanlı zamanında Kilis iline bağlı kaza olan Afrin’e yapılan harekâta "Zeytin Dalı Harekâtı" adının verilmesinde bir yandan harekâtın barış amacı güttüğü mesajı verilirken bir yandan da 637'den bu yana İslam coğrafyasında olan ve İhşitler(Akşitler)den itibaren Türk coğrafyası içinde yer alan bir bölgenin zeytincilikle geçimini sağladığı vurgusu yapılıyor olsa gerekir. İkinci nedense harekatın barışçıl amaçlar çerçevesinde gerçekleştiğini vurgulamaktır.

Halep, Bayrbucak, Afrin, Menbiç… Bölgesinde Türkmenler başta olmak üzere Arap ve Kürtler yaşamaktadır.

Fransa ile TBMM arasında 1921 Ankara Antlaşmasıyla Türkiye'den kopan Afrin ve Suriye topraklarında o günden bu yana kan ve gözyaşı dinmemiştir.

Türkiye'nin 1990'lı yıllardan itibaren amaçları arasında bulunan Suriye ve Irak'ın Kuzeyinde Batı, ABD ve onların yerli taşeronlarınca oluşturulan terör odaklarını yok etme, bölgede güvenli bir hat oluşturma çabaları her seferinde başta sözüm ona müttefikimiz olan bazı devletler tarafından akamete uğratılmıştır!

Ağustos 1984'ten itibaren PKK terör örgütü eliyle beslenen kaos sarmalı Türkiye, İran, Suriye ve Irak ve tüm bölgeyi içine alacak şekilde genişlemiştir.

11 Eylül 2001'den itibaren "Arap Baharı" adıyla sözde teröre karşı başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyasına karşı ABD, İsrail, NATO ve dünyanın sayılı aileleri tarafından yeni ve daha kapsamlı bir plan devreye konulmuştur.

Batı,  ABD ve onların yandaşlarınca devreye konulan İslam dünyasını; Türk dünyasını kuşatma, yarma ve bölme harekâtının ilk ayağını oluşturan Arap Baharı politikasında elde ettikleri başarının Türkiye ve Türk dünyası üzerinde de başarılı olacağı savıyla hareket eden söz konusu çevreler son dönemde Türkiye'nin kararlı tutumuyla ya yumuşamış ya da sessiz kalmayı tercih etmiş görünmektedirler.

ABD, Almanya, Avusturya, NATO içinde bazı devletler, İsrail'in başını çektiği Türk dünyası ve Türkiye'ye karşı çevreleme, Türkiye ile Arap, Afrika İslam dünyasının arasını açma, ilişkileri koparma çabaları Cezayir ve Mısır'da darbe yapacak kadar ileri gitmiştir!

Irak’ta Barzani öncülüğünde girişilen özerklik şovuna dönüştürülen referandum ve devletleşme senaryosundan tutun da terör örgütünün şehirleri sözde kantonlara bölme girişimlerinin sonuçsuz kalmasına rağmen ABD başta olmak üzere Batı sermayesi ve onların yönettiği devletler Türkiye’yi dize getirme, çevreleme, kıskaca alma çabalarını aleni hale getirerek devam etmektedirler!

Teröre açıkça destek veren, en ağır silahlarını teslim ederek terörün hamiliğini üslenip sözcülüğünü yapan ABD, İsrail ve Batı 1946’dan itibaren genellikle Türkiye’nin aleyhine işleyen ancak yine de ılımlı bir çizgide devam eden ikili ilişkilere rağmen ABD, 1952’den itibaren NATO’nun en önemli caydırıcı, vurucu gücü hatta 1990 yılına kadar bölgede jandarması rolünü üstlenmiş bir Türkiye’nin her türlü fedakârlıklarını görmezden gelmeyi tercih etmişlerdir!

Türkiye’nin son dönemde ABD ve Batının her türlü engelleme, baskı ve yönlendirmelerine rağmen fark ettiği en önemli avantajı ve üstünlüğü bölgede yapılan her türlü faaliyette ilk akla gelen hami ve güçlü devletin Türkiye olduğu ve bu sorumluluğun Türkiye’nin omuzlarında olduğu gerçeğidir.

Bosna’dan Kırım’a, Yemen’den Aden’e, Sava’ya, Yemen’den Aden, Afrin, Suriye, Irak, Kerkük… Türkistan’a varıncaya değin Türk-İslam dünyasının umudu, gözü Türkiye’dedir. Bunu görmemek için gözlerin değil kalplerin kör olması gerekir.

Türkiye’nin avantajlarını ve Türkiye’den beklentileri fark etmek, siyasi hayatta bu referansların avantajlarıyla geleceğe yönelik rota belirleyip yeni bir yol çizmek gerekmektedir. Türkiye’nin yeni hedefi ve yolu bu olmalıdır.

Türkiye’nin kendi rotasını kendisinin çizmeye başlıyor olması, bunu engellemek amacıyla değişik isimlerle terör odaklarının 40 yıldır yapageldiği terör faaliyetleri yetmezmiş gibi ABD, NATO, Almanya… Bazı devletler Türkiye’ye karşı fiili olarak ittifaka yönelmişlerdir.

Ancak Türkiye’nin son dönemde Rusya ve İran’la olan Irak, Suriye, Kafkasya enerji kontrolleri konusunda ortak planları Batı, ABD’yi rahatsız etmiştir.

Batı ve ABD’nin Türkiye, İran ve Rusya’nın bazı konularda ittifak içinde olmasından rahatsız olmalarının asıl amacın İpek Yolu Enerji Koridoru ve Avrasya enerji yollarının en kritik noktasında bulunan bu devletleri ve bölgelerini kaos sarmalıyla kuşatmaktır.

Geçen Aralık ayında İran’da başlatılan ayaklanma girişimleri, 2016 Temmuzunda Türkiye’de oynana darbe senaryolarının asıl hedefinin bu olduğunu söylemek zorundayız.

Sözün özü Türkiye’nin geçen yıl El Bab, bugün Afrin, yarın İdlip, Menbiç… Ayne-l Arap Operasyonları devam edecektir.

Türkiye’nin birinci önceliği Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta terörle Batı, İsrail ve ABD’nin terörle ördüğü koridoru ortadan kaldırmak ve bölgeyi güvenli hale getirmektir.

Ancak Türkiye’nin içinde, bölgede ve sınırlarındaki terörden kesin olarak kurtulması için Kuzey Suriye ve Kuzey Irak Türkmenleriyle Arap ve Kürtleri bir çatı altında bulunduracak askerden arındırılmış ve tamamen Türkiye’nin kontrolünde bir bölge oluşturması gerekmektedir!

Unutulmaması gereken en önemli ayrıntılardan birisi de İran ve Rusya’nın Türkiye’nin %100 yanında olacağı yanılgısına düşülmemesi gerektiğidir. Devletlerarasında ebedi dostluklar ve düşmanlıklar yoktur. Çıkarlar vardır. www.tarihistan.org