Önder GÜZELARSLAN

Önder GÜZELARSLAN

[email protected]

YENİ DÖNEMİN NERESİNDEYİZ

29 Ocak 2021 - 10:55 - Güncelleme: 29 Ocak 2021 - 12:34

YENİ DÖNEMİN NERESİNDEYİZ

Dünya tarihini incelediğimizde, yazının icad edilmesinden önceki döneme “Tarih Öncesi Çağlar” yazının icad edilmesinden sonraki döneme ise “Tarihi Çağlar” diye ifade etmekteyiz. Tarih öncesi devirler kullanılan araç ve gereçlere göre isimlendirilmiştir. İnsanoğlu her bulduğu ve icad ettiği malzemeyle bulunduğu dönem ait bir medeniyet kurmaya çalışmıştır. Tarih öncesi dönemlerde bile kullanılan alet insanlığı bir adım öteye taşımıştır. Avcılık ve toplayıcılıktan, ekip biçmeye doğru yol almaya başlamış, kendini sürekli yenilemeye çalışmıştır. Bu dönemlerde ihtiyaçlar icatları beraberinde getirmiştir.

Tarihi Çağlar diye bilinen dönemler yazının icad edilmesiyle başlamıştır. M.Ö. 3000’li yıllarda başlayan bu dönem insanlığın icadlarıyla yeni dönemleri peşinden getirmiştir. İnsanlar daha iyi topraklarda yaşamak ve daha konforlu hayat sürmek için sürekli arayış içinde olmuştur. Ortaçağ diye de ifade edilen dönemde ciddi Kavimler Göçü olmuş bu dönem de İslamiyet ortaya çıkmış ve İslam dinine giren toplumlar bu dinin kendilerine gösterdiği ufuk ile ilim, bilim, fen ve teknoloji alanında topluma ışık olacak birçok buluşa İslam alimleri imza atmıştır. Bugün fenni ilimler dediğimiz alanda, tıp, astronomi, matematik, fizik, kimya alanlarında zirve yapacak eserler ortaya koyarak bütün dünyayı aydınlatmaya çalışmışlardır. İslam alimleri ve ilim adamlarının ortaya koyduklar eserlerden karanlık çağı yaşayan batı dünyası da istifade ederek kendisine yön çizmeye, gelişmeye başlamıştır. İstanbul’un fethi ile bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılmış bu dönemde Osmanlılar yani Türkler en zirve noktayı görmüşlerdir.

Batı ise o dönemlerde kendi içinde savaş vermekte ve buhranlar yaşamaktaydı. Kiliseye, otoriteye olan güven neredeyse kalmamıştı. Coğrafi keşiflerle birlikte, reform ve rönesans ile Batı dünyasında değişim ve dönüşüm başlamış, Osmanlı İmparatorluğu’nun da gerileme dönemine girmesini fırsat bilen Batı dünyası yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirmek için ciddi buluşlar ve çalışmalara imza atmaya başlamıştır. Fransız İhtilâli bunun zirvesi olmuştur. Milliyetçilik akımıyla Osmanlı içinden bir çok devletler ortaya çıkartılmış. Bir devre damgasını vuran ve dünya nizamına her alanda katkı sunan Osmanlı İmparatorluğu artık can çekişmeye başlamıştır. 1. Dünya Savaşı ile birlikte de dağılıp gitmiş, yerine genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Batı ve keşfedilen ABD yüzyılın başında teknolojik çalışmalarını arttırarak, özellikle buharlı makineler, petrolün bulunması ile yüzyılın ilk yıllarına damgasını vurmaya  başladılar. 100 yıl boyunca da hiç durmaksızın teknolojik buluşlar ve çalışmalara devam ettiler. Uzayın keşfi, aya gidilmesi bunların göstergelerindendir. Yaklaşık 50 yıllık süreçte bilgisayarların keşfedilmesiyle de teknoloji baş döndürücü hız kazanmaya başladı. Artık günümüzde gelinen nokta da yapay zekalar konuşuluyor. Robotlar konuşuluyor. En önemli meslek yazılımcılık oldu. Yazılım alanında ki gelişmelere yetişebilmek adeta imkansız bir noktaya geldi.

Bütün bunlar olup biterken biz neredeyiz. Neredeyse 100 yıldır İmparatorluk bakiyesi topraklara tutunabilmek için kısır siyasi çekişmeler, dini değerler üzerinden politikalar üreterek, kısır çekişmeler ile 100 yılı neredeyse heba ettik. Teknolojik alandaki gelişmeleri takip edip o alanda yatırım yapacağımıza, gençleri o yönde yetiştireceğimize maalesef hala daha bu nokta da bir türlü istenilen seviyeye gelebilmiş değiliz. Bir dönem dünya da hemen hemen her alanda zirve yapmış bir milletin torunları bugün ne dini alanda, ne iktisadi alanda, ne ilim ve bilim alanında ne de fen ve teknoloji alanında yok maalesef. Adeta can çekişiyoruz. Gelecek nesli yaşayacakları çağa göre yetiştirmekten aciz durumdayız. Hala kısır bir eğitim çarkı içinde öğütülüp gidiyorlar. Toplumumuzun gündemine baktığımızda hala boş şeylere kafa yormaktayız. Bir dönem ilim, teknoloji ve fen alanlarında çağa ve dünyaya ışık olmuş Türk-İslam bilginlerinden haberimiz bile yok. Neden onların hayatları ders olarak okutulmaz. Neden onların hayatları örnek alınması için bir çaba sarf edilmez. Bütün bunlara anlam verebilmek gerçekten çok zor. Bizim dönemimizde Sanat Tarihi dersi vardı. Sanat alanında yapılan incelikleri okuduğumuzda hayran kalıyorduk. Bugün bu ders yok. Bugün klasik eğitim ile sadece sınavlarda başarı elde etsinler diyerek at yarışı yapılırcasına sınavlarda başarı elde eden bir nesil türettik. Çocuklarımızla konuştuğumuz da, büyüyünce ne olmak istiyorsun verilen cevap gayet kısır. Seviyesi orta düzeyde ise öğretmen, polis veya asker olmak istiyor. Eğer biraz zeki ise, doktor, mühendis olmak istiyor. Bir tanesi de çıkıp ben bilim adamı olacağım, öyle buluşlar yapacağım ki, bütün dünya beni konuşacak demiyor. Ya da yapay zekanın konuşulduğu, robot çağına girdiğimiz bu dönemde, kendimi öyle yetiştireceğim ki, yazılımcı olacağım, öyle şeyler üreteceğim bütün dünya şaşacak. Çocuklarımıza bunları dedirtebilmek için önce bu ruhu aşılamalıyız. Öncelikle eğitim sistemi bu minval üzere kurgulanmalıdır. Devasa inşa edilen okul binaları ile eğitim işini halletmiş olmayız. Mekan elbette önemli ancak mekandan çok içerik bizim için elzem şu anda. Yine bilim yuvası olarak gördüğümüz üniversiteler maalesef ne hazindir ki, işsizliği erteleme mekanları, eğitimden ziyade bir 4 yıl daha oyalanma mekanı. Üniversitelere bakıyoruz bilim, fen ve teknoloji den ziyade açılan bölümler, hukuk, eğitim bilimleri, iktisadi idari bilimler, Çok yazık. Bu devasa üniversite binaları da gelecekte boş olduğu anlaşılacak. Üniversite mezunu binlerce genç mezun oldukları alanla ilgili bir istihdam alanından ziyade hayata tutunabilmek için, öğretmen, polis vb. gibi mesleklere yöneliyor. Eğer bir sosyal araştırma yapsak üniversite mezunları arasında mezun olduğu okulla, bölümle alakalı bir bölümde çalışan ve gelecek kuran sayısı % 10’u anca bulur. Geri kalan % 90’nı ise hiç ilgisi olmayan alanlarda istihdam edilmektedir. Sadece üniversite mezunu yapmak için, gençleri üniversite okutmak bir ihanettir.

Peki yapılması gereken nedir? Yüzyılın ihtiyaçları doğrultusunda gençler yetiştirilmeli, bu alanda onlara eğitim verilmeliyiz. Üniversite sayısının çokluğu ile değil, niteliği ile övünmeliyiz. Kendi kültürel değerlerimizi elbette öğreteceğiz bunda problem yok. Ama geleceğin konumunu şimdiden sezip onları geleceğe dönük hazırlamaz isek gelecek 100 yıllarda kayıp gitmiş olacak elimizden. Onun içinde ne yapıp yapıp teknolojiye yatırım yapmalıyız. Sosyal alanlardan ziyade, beyin niteliğindeki gençleri fen ve teknoloji alanlarına yönlendirmeliyiz. Avukat, öğretmen, polis, bekçi ve zabıta yetiştirmekten vazgeçelim. Öyle bir sistem kuralım ki, insanlar avukat olmaksızın mahkemelerde kendilerini savunabilsin. Yine öyle bir insan tipi yetiştirelim ki, kural tanımayan olmasın, polis, bekçi ve zabıta olmaksızın kurallara uysun. Kendi kendisinin polisi, bekçisi, zabıtası olsun.

Bugün bütün üniversite mezunlarımız devlet kapısında iş bekliyor. Bu kafa yapısından artık kurtulmalıyız. Her üniversite okuyan devlette çalışacak diye bir kural yok. İnsanlar kendi işlerini kurabilir, ortaklaşa ticari faaliyetler yapabilir ya da özel sektörde de çalışabilir. Devletçi mantıktan sıyrılmamız lazım.                    

Yeni yüzyılın en büyük madeni olan insan beyni, yani gençlerimiz önümüzde duruyor. Onları doğru eğittiğimiz, doğru donattığımız an hiçbir yabancı güce muhtaç olmadan en iyi yazılımları yapmak, siber güvenlikten finansal ağlara kadar bütün alanlarda iddialı olmak, süper güç haline gelmek elimizdedir.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum