Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

YÂRİM VATAN

23 Ağustos 2015 - 09:25 - Güncelleme: 30 Ağustos 2015 - 11:15

YÂRİM VATAN

“İnsan mı coğrafyaya mahkûmdur yoksa coğrafya mı insana?”

“İnsan mı coğrafyanın kaderini belirler coğrafya mı kendi kaderini insana yükler?”

Yaşadığımız mekânların kaderi ile aynı kaderleri paylaşırız. Mekânlar kaderlerimiz olur bir süre sonra. Kültürümüz, tarihimiz, dinimiz, dilimiz, aşımız ekmeğimiz olur yaşadığımız coğrafyalar!

Coğrafya, mekân ve insan üzerine yapılacak çalışmalar ilginç sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Hatta coğrafyalarda yaşanmasına rağmen kendi tarihimiz, milletimiz, soyumuz, boyumuz, sülalemiz, aşiretimiz… Üzerine yapılacak çalışmalarda ortaya çıkacak farklılıklar inanması güç denecek kadar şaşırtıcı olacaktır. İnsan zaman içinde coğrafyanın rengini alarak hayatına devam eder.

Köklü medeniyet kuran milletlerde coğrafyanın ortak değerlerini benimseme olgusu daha güçlüdür.  Coğrafyaya ram olma ve vatan edinme, vatanları için feda olma her ne kadar İslami bir referans olarak karşımızda dursa da İslamiyet’ten önce yaşayan Türkler için de geçerli olan bir üst kabuldür. Cennet’i “uçma”, cehennemi “tamu” olarak kabul eden eski Türk dini vatan- coğrafya, milli benlik, özgür bir hayat sürmek amacıyla mücadele etmeyi en şerefli olarak kabul ederdi. Bu yüzden vatan toprakları “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” olarak kabul edilirdi. Yeryüzü Türk’ün vatanıydı. Tanrı yeryüzünü yönetsin diye yaratmıştı onları.

İslamiyet sonrası “Kızılelma” şeklinde idealize edilen yeryüzünü vatan kabul edip adalet,  din ve medeniyet taşıma görevi Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Sünni Abbasi Halifesini himayesi altına alıp ve Bağdat’ı kurtarmasından sonra (1055) başlayıp 1914 Necit çöllerinde, Sina’da, Aden, Yemen, Şam, Dimyat’ı küffardan kurtarmak amacıyla Trakya ve Anadolu’nun toprak ve ana sütü kadar temiz gençlerini kaybetmesine; Enver Paşa’nın Ruslara karşı Türkistan’da verdiği onurlu “Türk Birliği” mücadelesinde şehit olancaya(4Ağustos 1922) kadar devam etmiştir.

Coğrafyaya hâkim olduktan sonra o coğrafyanın kültürel, ekonomik özellikleriyle milli kültürümüzü sentezleyen milletimizin vatan kavramı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle “Atalarımızın mezarlarının bulunduğu yerden başlar.” Hala daha aynı anlayışı benimseyen insanlarımız çoktur. Ancak son dönemde vatan kavramı paranın, sermayenin aktığı coğrafyalar olarak değişmeye başlamıştır!

Vatan için şehit verilmeye devam ediyorsa umut hala var demektir!

Vatan için gözyaşı döken analar varsa vatan hala kutsal bir ana kucağı demektir.

 Vatan için “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” nidaları atılıyorsa vatan bizim demektir.

Vatanın bağrında ezanlar okunmaya devam ediyorsa şahadetlik edenler var demektir.

Vatan için toprağa düşen her şehit için yüreğimiz kalkıyor, onunla birlikte olma isteği duyursak vatan hala sınırlarını bilemediğimiz kadar geniş bir ideal demektir.

Vatan için Anadolu, Trakya, Türkistan, Suriye, Irak… Kıbrıs’tan ortak “ Allah’u Ekber”  sesi yükseliyorsa kilometrelerin, mesafelerin vatanı sınırlayamayacağını anlamamız gerekmektedir.

Gönüllere sınır çizilmezmiş. Bazen gönüllerin vatanı sevdasına tutulduğu yârdir. Bazen ana. Bazen kara toprak. Hangi coğrafyada toprak anaysa orası bizim vatanımızdır!

Büyük milletlerin büyük düşmanları olur. Terörü tek başına düşman olarak görmek yanıltıcıdır! Terörün, silah, finansman, lojistik, sığınak, hukuk, medya, moral, ekonomik desteğini sağlayanlar; kısaca yedi düveli, büyük aktörleri dize getirmeden terörü tek görmek bizi yanıltabilir. Zira baronları görmeden tetikçilerle uğraşmak baronları daha da güçlendirecektir!

Vatan görünmeyen gizli eli görmek, duymak ve varolmak demektir!