Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

SÜLEYMANŞAHIN TÜRBESİ VE TÜRKİYE'NİN POLİTİKASI

22 Şubat 2015 - 19:26 - Güncelleme: 22 Şubat 2015 - 20:14

Süleyman Şah, Osman Gazinin dedesidir. Türbenin 1921 Ankara Antlaşmasıyla Caber Kalesinde kalacağı zaptı rapt altına alınmıştır. Fransa ile TBMM arasında yapılan antlaşmadan sonra Süleyman Şah'ın türbesi 1939'a kadar Caber Kalesinde kalmıştır.

II. Abdülhamit tarafından mezarı ve türbe şeklinde kendisine, şanına layık bir makam yapılmıştır. Süleyman Şah'ın türbesi için II. Abdülhamit 49 bin 45 kuruş harcamıştır.

Caber Kalesi 1939’dan 1975'e kadar Süleyman Şah'a türbe olarak kalmıştır. Ancak Caber Kalesinin baraj gölü suları altında kalacağı endişesiyle 1975'te Karakozak Köyüne nakledilmiştir.

1975'ten 22 Şubat 2015 tarihine kadar bu köyde kalan türbe  bu günden itibaren Suriye Eşmesi köyüne nakledilecektir.

Buraya kadar tarihi süreçte bir sıkıntı yok. Ancak gelin görün ki stratejik öneme haiz olan ve uluslararası anlamda Türkiye’nin toprakları dışında bir Türk toprağının varlığı Osmanlıyı hatırlatırken bundan İŞİD ve bölgenin sorunları karşısında geri çekilmek büyük devlet olmayı sorgulamak anlamına gelmektedir.

Ebedi ecdadımdan kalan tek hatıra yok edilmiş ve geri çekilerek önümüzdeki süreçteki zaferlerden bahsedilmeye başlanmıştır!
Süleymanşah türbesi kaybedildi!

1939daki Ankara antlaşmasıyla Türkiye’ye bırakılan sınırlarımıza ve Türbenin gerçek mekanına taşınmasına kadar devam edecek olan yas ve yara daha da derinleşmiştir. Umarız kagrene dönüşmez…

Türkiye önümüzdeki dönemde Suriye ve Irak konusunda daha kapsamlı düşünmek zorundadır. Süreç ve tarihi birliktelik bize bunu zorlayacak gibidir.
Şartların zorlamasıyla değil bölgenin ve dünyanın Türkiye'nin bölgede varolacağını, varolmak zorunda olacağını görmesi politikasıyla hareket edilmelidir. Kararlı ve güçlü…

Önümüzdeki süreçte bölgede olası bir sünni-şii çatışmasında Türkiye’nin kendisini ve vatandaşlarını güvence altına alması gayet doğaldır. Ancak bu geri çekilme şeklinde algılanan ve taviz gibi yorumlanan stratejik hamle yakın dönemde Türkiye’nin başını daha çok ağrıtma ihtimalini de barındırmaktadır.

Bunun aksi de olabilir pek tabiî ki.  Türkiye’nin bölge üzerinde varsa bir planı bu planını kararlılıkla havadan ve karadan uygulama alanını açmış olma ihtimali de yüksektir. Ancak PYD ve İŞİD arasında ya da İngiltere, ABD ve İsrail’in elinde maşa olarak kullanmak istediği yeni bir Suudi Arabistan modelinin bölgede on yıllarca Batıya hizmet edecek sorun yumağından Türkiye’nin en az zararla çıkmasının yollarını aramaktadır denilebilir.

Arap baharının nihai amacının Türkiye olduğunu söylemeye gerek yok sanırım! Politika ve süreç bu düşünceden hareketle yapılamlıdır.