Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

KÜTAHYA’DA BİR GÜN

30 Nisan 2015 - 11:12

 

KÜTAHYA’DA BİR GÜN

 

[email protected]

Bir şehri sevmek için illa o şehirde doğmuş olmanız ve o şehirde yaşıyor olmanıza gerek yoktur.

“Şehir sevgisi imandandır” dense yeridir. Vatan sevgisi ile şehir sevgisini aynı minvalde düşünmek gerekir. İman biraz da medenilik-şehirliliktir.

Şehrini sevmeyenlerin ülkelerini, vatanlarını sevdiğini iddia etmeleri bana hep yapmacık ve kaçamak cevapmış gibi gelir.

Doğduğunuz, yaşadığınız ve araştırdığınız şehirleri sevmeniz medeniyetimizin bir vecibesi gibi algılana gelmiştir. Ancak ülkemin, milletimin ve kültür coğrafyamın hangi şehri sevilmez ki? Buhara, Bağdat, Kosova, Üsküp, Semerkant,  Mekke, Medine, İstanbul… Manisa, Kütahya sevilmeden medeniyetimin kılcal damarlarında dolaşan irfan kodlarına ulaşmanız olası değildir.

İslam dünyasının başkenti olan İstanbul başta olmak üzere Osmanlının Osmanlı olmasında etkili olan Manisa, Amasya, Kütahya, Bursa, Trabzon… Şehirlerini sevmeden, anlamadan Osmanlıyı anlamanız mümkün değildir.

Şehzade şehirleri bir başkadır irfan ehlinin gönlünde. Hele hele “Şehzade Şehir” Manisa’da yaşıyorsanız diğer şehzade şehirlerine olan sevginiz merakınız bir o kadar da fazla olacaktır.

Bu şehirlerden birisi de Kütahya’dır. Kütahya dendi mi Kütahya fatihi Melik Mansur gelir ilkin. Hayme Ana, Yıldırım Beyazıt, Evliya Çelebi… Gelir aklıma.

Nisan yağmurlarının mola verdiği sabahın erken saatinde 13 Nisan2015 Pazartesi günü Kütahya’ya doğru yola çıkıyoruz.

Kütahya İl Milli Eğitim Müdürlüğünün davetine icabet etmek ve bilgi akışını hızlandırmak amacıyla Manisa İl Milli Eğitim Müdürlüğü Ar-Ge birimi olarak komşu illere yaptığımız ziyaretler çerçevesinde Kütahya’dayız.

Bir şehri sevmek o şehrin damarlarına akan çeşmeleriyle, şairleriyle, musiki ve mimarisiyle, han, hamam, kervansaray, çinisiyle birlikte sevmektir. Kütahya kendini Mevleviliğiyle,  sokakların arasında karşınıza çıkan hanlarıyla, gürül gürül akan çeşmeleriyle, cami, kümbet, kale ve kale gibi maneviyat kokak insanıyla sevdirir.

2010 yılında Evliya Çelebi etkinliklerinde Manisa ve Evliya Çelebi’yi araştırmış bu aşamada Kütahya’ya olan ilgi ve merakım bir kat daha artmıştı. Malum ya Evliya Çelebi’nin ataları Kütahyalıydı. Her ne kadar kabri İstanbul’da olsa da araştırmacılar ve Kütahyalılar onu daha çok Kütahyalı saymış, öyle kabul etmişlerdir.

Kütahya,  Yunan işgalinden çok fazla zarar görse de mimari ve insani dokusunu kaybetmemiş ender şehirlerimiz arasındadır.

Anlatılanları dinler, yazılanları okudum Kütahya hakkında. Tanıdığım Kütahyalıları her nedense Şehzade Şehir olan Manisalılara çok benzetirdim. Gidip gördüğümde ne kadar haklı olduğumu anladım. Sanki Manisa sokaklarında dolaşıyordum. Biraz eskilerden olsa da bu hatırlar benimle bu güne kadar yaşamıştı.

Kütahya sokaklarında dolaşırken lise yıllarımın Manisa çarşıları, esnafları geçti zihnimin film karesinden. Yıllar öncesine gittim ister istemez. Bir de köyümün insanlarına… Egeliler birbirinden ne kadar uzak şehirlerde yaşasalar çok benzerler. Bu benzerlik onların geçmişte aynı köklere dayandığını da ortaya koyan önemli bir ayrıntıdır anlayana! Kültürel yönlerinin ötesinde fiziksel yapıları, simaları da öyledir.

Dört saatlik yolculuktan sonra Kütahya önümüzde belirmeye başlıyor. Yol kenarlarında öbek öbek kar kümelerini görmek yol yorgunluğumuza iyi geliyor. Bir de bizi karşılayan adeta şehrin sembolü olmuş devasa çini işlemeli vazo!

Kütahya İl Milli Eğitim Müdürlüğünün nazik karşılamalarından sonra şehrin orta yerinde “Sevgi yolunda”  şöyle kısa bir gezinti yapıyoruz. Ama ne gezinti! Hiç bitmesini istemeyeceğim adımlarımı şehrin kalbine doğru atarken karşıma çıkan mimari, insan bütünleşmesi; mimari ve maneviyat bütünlüğü ilk dikkatimi çeken ayrıntı oluyor. Sonra Ulu Camii.

İçinde Ulu Camii barındıran şehirler ayrı bir kıymete sahiptir zihnimde. Belik de Bursa, Manisa, Kütahya… Şehirlerini birbirine bağlayan ulu mekânlardır! Kim bilir? Sonra çeşmeler, buz gibi sularıyla gürül gürül akan çeşmeler.  Osmanlı için boşuna biraz da su medeniyeti benzetmesi yapılmamıştır. Medeniyet, temizliğin sembolleştiği şehirlerde yükselir. Medeniyet suyun ve musikinin sesiyle şiir ve nağmelerini bulur. Kütahya şairle vatanıdır aynı zamanda. Mevleviliğin şehri kucaklayan sımsıcak çağrısını unutmak olmaz elbette. Eğer Evliya Çelebi’yi tanıyorsanız onunla birlikte dolaşır gibi olurunuz Kütahya sokaklarını. Hayatını seyahatlere adamış ve Kutlu Müjdecinin görevini baş tacı etmiş çelebinin ruhu dolaşır sokaklarda.

AR-GE birimlerimizin çalışmaları bittikten sonra birkaç saat de olsa Kütahya’nın tarihinin koynuna yaslanmak amacıyla arka sokaklara geçiyoruz.

İznik Çini Evinde Mehmet Gürsoy’un enfes desenlerini, Germiyan Konağını adım adım konakları, hanları ve tarihi dokuyu koruyan güzel insanları yâd ederek yürüyorum. Ancak gördüğüm ve ilgi bekleyen konaklar, taş, kâgir yapıları görmenin hüzünlü dakikalarından kurtulmam Karadonlu Camii’ni görmemle kayboluyor!

Kütahya Kalesinde şehrin siluetini doyasıya içime çekiyorum.

Kütahya’yı tarihi zenginliği, turizmi, çiniciliği, tarımı ve en önemlisi termal sularıyla Kütahya’yı şaha kalkmayı bekleyen bir küheylan gibi “Haydi” işaretini bekler vaziyette görüyorum.

Kale içinde Döner Kule’de çayımızı yudumlarken akşamın alacası şehrin üzerine düşmeye, ışık kümeleriyle dans etmeye başlıyor.

Yönümüzü Manisa’ya doğru çevirdiğimizde arkamızda kalan dost ellerin havadaki hüzünlü ayrılığı ve güle güle nidalarının sıcaklığını hissetmenin içimizi burkan güzel anılarını yanımıza ödünç alarak ayrılıyoruz Kütahya’dan. Bir gün yeniden buluşmak için şehirle… Öyle bir ayrılmak bizimkisi…

Kütahya, bize de bekleriz! Arayı açmayalım olur mu?