Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

DÜNYAYI YÖNETME KILAVUZU

29 Mart 2015 - 22:43 - Güncelleme: 30 Mart 2015 - 23:14

Ülkeleri parçalamak için illa işgal etmenize gerek yok. İşgal etmek istediğiniz ülke insanın kalbine, yönetimine fitne sokun o ülke kendi kendini bitirecektir.

Girilmeyen gönül, girilmeyen ülke senin değildir anlayışı emperyalizmle birlikte değişti. Sermayenin girmediği ülke senin değildir anlayışı hâkim oldu.

Hem üstelik sermaye hangi ülkenin kontrolündeyse o ülke onların sayılır!

1916’da İngiltere ile Fransa arasında Osmanlı topraklarını paylaşmak için yapılan Sykes-Picot antlaşmasıyla Ortadoğu toprakları; petrol bölgeleri paylaşılmıştı. Bu paylaşımdan kısa bir süre sonra Osmanlı bölgeden çıkarılmış ve hatta yıkılarak yerine batıyla iyi geçinen, batının sermaye, yaşam tarzı ve pek çok değer yargısını kabul eden bir devlet kuruldu. Durumumuz her ne kadar birçok açıdan tartışılsa da Arapların durumundan bin kat daha iyiydi!

Arap ve Afrikalılar bölgede devlet olma aşamasında varlıklarını İngiltere, Fransa, İtalya… Devletlerine borçludurlar. Nasıl borçlu olmasınlar ki. Osmanlı halifeliği çatısı altında yaşayan İslam coğrafyasındaki birçok bölge zaman içinde batının sömürge alanı haline geldi. Batı sömürgesi altında yaşayan halklara batılı efendileri bağımlısızlık bahşederek 2. Dünya savaşından sonra çekip gitmişti!

Batı İslam dünyasındaki sömürgelerinden çekip giderken irili ufaklı devlet, prenslik, emirlik, krallık, cumhuriyet… Adı altında bazı kabile ve aşiretlere devletler kurarak kendileri adına faaliyet gösterme ve kendi hesaplarına çalışma imkânı bahşettiler.

***

1991 yılında ABD öncülüğünde Irak’a karşı başlatılan Körfez Savaşından bu güne çok zaman geçmedi. Hatırlayanlarımız çoktur o günleri. Peki, neydi bunun anlamı?

1945 yılında ABD, SSCB ve İngiltere arasında Kırımda yapılan Yalta Konferansında dünya iki kutuplu hale getirilmişti. Doğu-Sosyalist devletlerin hamiliği Sovyet Rusya’ya Batı bloğu olarak bilinen devletler de ABD’nin kontrolüne bırakılıyordu. Bu sistem 1990’lı yıllara, SSCB’nin dağılıp yerine Rusya’nın kurulmasına kadar devam etti. NATO ve Varşova Paklarının düşmanlığı sona ermişti.

O zaman Batı ve ABD’yi ayakta tutacak yeni düşman gerekliydi.

Emperyal devletleri ayakta tutan güçlü düşman algısı ve suni düşman tehditleridir. Batı-ABD’nin halklarını ve Türkiye gibi ülkeleri kendi saflarında tutmak için ürettikleri suni düşman algısı 90’lı yıllardan itibaren kominizden İslam’a çevrilmiştir. Düşman renk yeşil, düşman coğrafya İslam coğrafyasıdır!

Ancak ortada kaotik bir durum vardır. İslam’a karşı geliştirilen “Yeni Düşman İslam” algısında tüm İslam coğrafyasını batı karşıtı ve düşman göstermek emperyal çıkarlara uygun bir politika olamazdı. Bunu gerçekleştirmek için İslam’ı “Ilımlı İslam”, “Radikal İslam”, “Köktendinci, terörist İslam”, şeklinde ayrıştırmak gerekiyordu. Bunu kendi istihbarat birimleri içinde yetiştirdikleri ve çoğu zaman Arap sermayesinin desteğiyle uygulamaya koyulan terör örgütleri eliyle pekâlâ yapabilirlerdi. Öyle de yaptılar, yapmaktalar. Afganistan’da Ruslara karşı, Irak’ta Saddam’a, Suriye’de Esad’a karşı, Somali, Nijerya, Sudan, Tunus… Pek çok bölgede hareket halinde olan ve İslam’ı terörle özdeşleştirmek için kurulan birtakım gizli, derin ve sözüm ona “İslami” örgütler Batı-ABD’nin emperyal çıkarlarına hizmet eder hale getirilmişlerdir.

Son dönemde Batı ve ABD’nin ekonomik çıkarlarını gözetebilmek amacıyla müdahale ettiği ülke ve bölgeler bakıldığında çoğunlukla “Terörist İslam” tehdidine karşı halkları koruma propagandasının yapılığına şahit olmaktayız. İŞİD örneğinde olduğu gibi. O zaman gerçek amaç halkları diktatör, baskıcı rejim ve terör örgütlerinden korumak mı yoksa işgal edilen bölgelerdeki kendi enerji, petrol, stratejik üstünlük ve ekonomik çıkarlarını mı korumak olduğunu bir kez daha düşünmek gerekir!

Bütün bunların ötesinde İslam’ın kökünün kazınmak istendiğini söylemeye gerek yoktur sanırım!