Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

BÖĞÜRTLEN ZAMANI

18 Ağustos 2015 - 19:26

BÖĞÜRTLEN ZAMANI

NACİ YENGİN

Temmuz ayının ortasında Karadeniz’e açılan Şile’nin denize bakan ormanlık yamaçlarında bir yerdeydim. Yaz aylarında birkaç haftalığına buraya gelip Karadeniz iklimin serin esen rüzgârına, sabahın ormandan gelen sesini dinlemek, hayatın tüm renklerinin değişim ve dönüşümüne tanık olmak ayrı bir dünya ve tecrübe. Ben b tecrübe ve dünyayı 20 yıldan fazladır tekrar ede ede yaşamaya çalışıyorum.

Her gün olduğu gibi sabahın erken saatinde kalkıp ormanın içine doğru yürüyorum. Aslında sabah 03.00’de yatan birisi için uyuma zamanı tabiatın saatine bağlıdır. Zira tabiat, börtü böcek, kuşlar, bahçedeki Oskarın havlaması, horozların ötüşü, tavukların gıdaklaması, yağmur yağıyor duygusu veren serin çiğ tanelerinin ıhlamur ağacının yapraklarından balkona tıpır tıpır düşmesi… Uyanma zamanını tayin eden hayatın kalbinden ruhlarımıza uzanan canlardır.

Ormanın içlerine doğru yaptığım uzun mesafeli olmayan yürüyüşlerimi başka zamanlarda yaptığım kilometrelerce yürüyüşlerime değişemem. Şehrin orta yerinde gürültülü bir ruhun hakim olduğu metropol parkları, bahçelerinde ne kadar yürüseniz ve hayatı dinlemeye çalışsanız da ruhunu dinlendirme ve tabiatla bütünleşme imkanı bulamazsınız.  Hâlbuki orman içi öyle değil. Kendinizle, duygu ve düşüncelerinizle başbaşasınızdır.  İçinden çıkamadığınız sorunları yeniden gözden geçirme, insanlığınızı, hayatı, sevgi ve aşkı yeniden duyumsama yeridir. Önünüzden ağaca atlayan bir sincabın sizi ürkütmesi, irkilme duygunuz, bir kelebeğin renk cümbüşüyle Yaradan’ın mucizelerine şahit olmanız ya da çiğ düşmüş yaprakların üzerindeki suları alıp ellerinizi yüzlerinize sürerek doyumsuz canlılığın bütün vücudunuzu dinginleştirdiğini, yeni bir hayata yelken açmak için gençlik iksiriyle kuşanmış gibi olursunuz.

Bu yüzden derim ki gelin yol yakınken şehirden uzak, stres ve kaosun girmediği alanlarımızı ormanlara, parklara ve insanların kendileriyle, ruh derinlikleriyle buluşabileceği yaşam alanlarına dönüştürelim.

Yaprakların üzerinde biriken çiğ taneleriyle hayat bulan ormanın içinde, patika yolun kenarlarında çoğumuzun diken diye dönüp de bakmayacağı, hatta kendilerine zarar verir düşüncesiyle uzak duracağı böğürtlenler karşılıyor beni. Kara, mor, yeşil ve parlak… Kara üzüm salkımları ya da karadut taneleri gibi albenici duruyorlar. Tabiatta aç kalınmaz diye bir anlayış vardır. Tabiatı okumasını ve tabiatın nimetlerini bilenler için bu söz hala gerçekliğini koruyor. Birden küçük yaşlarda;13, 14 yaşlarımda yaz kış demeden koyunların peşinde dağ bayır koşturduğum çobanlık yıllarım aklıma geliyor. Heybemizdeki azığı kısa zamanda bitirir ve tabiatta bulduğumuz otlar, meyve ve sebzelerle karnımızı doyururduk. Bazen de karşımıza çıkan ve sahibinin kim olduğunu bilmediğimiz elma, armut, nar, ayva, kavun, karpuz ve domates tarlalarını kolaçan ederdik. “Göz hakkı hara olmaz. Nefsimizi köreltinceye kadar yiyebiliriz” diye de kendimize göre dini izinler çıkarırdık!

Aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen ilk gençlik yıllarımın ve tabiatın dilini, mesajını unutmamış olmam bir yetenek olamaz. Olsa olsa insanın içinde gizli bir yerlerde bulunan insanla tabiatın aslında ayrı varlıklar değil bir bütün olduğu gerçeğinin dışa vurumudur! İnsanı ne kadar tabiattan koparırsanız insan o kadar kendinden uzaklaşmaktadır. Bunu yaşadık ve gördük. Mimarimizle, tabiatı yok ederek, kuraklık, iklim değişikliği… Her türlü vasıtalarla gördük ve yaşamaya devam ediyoruz. Tek ya da iki katlı bahçeli, ağaçlı evlerde yaşayan insanla gökdelenlerin insan beynini, benliğini deldiği yüksek katlarında ağaçtan, oksijenden, insanlıktan ve ruhi derinliklerine bigâne yaşayan insan arasında derin uçurumlar ve ruhi farklılıkların olması kaçınılmazdır…

Dedim ya böğürtlenler bir ömürdür. Ormanın bize sunduğu güzide mucizelerden, tatlardan birisidir. Albenici bakışlarına dayanamayıp toplamaya başlıyorum. Ancak niyetli olduğum için avuçladığım böğürtlenleri sadece okşayıp koklayabiliyorum. Olsun. Bu renk cümbüşü ve sabah serinliğinin huzurunu elime alıp hissetmem bile benim için doyumsuz bir keyif. Dakikalarca böğürtlenlerle vakit geçiriyorum. Kocaman açtığım avucumu dolduruyorum. Akşama kadar kalırsa biz de tadına bakarız. Kalmazsa da kim yerse yesin afiyet olsun der yarın sahanın çiğ tanelerini takip edip güneş ışığıyla parlayan damlaların arasından kızaran, kararan böğürtlenlerden birkaç tane daha koparmak için ormanın doyumsuz sohbetine katılırız. 

Not: Alıntı Yapılamaz!