Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

YÜCEARSLAN SÜLEYMAN

07 Mart 2022 - 14:23

YÜCEARSLAN SÜLEYMAN

Onunla Manisa Musiki Derneği’nin gönülleri nağmelerle okşayan bir konserinde tanıştım. Karşımızda takım elbisesiyle, kravatıyla, tıraşıyla yetmişli yaşların başında tiril tiril, gözleri pırıl pırıl bakan bir beyefendi duruyordu. Konserden erken ayrılmak zorunda kalmıştık, bize salondan çıkana kadar eşlik, etmiş uğurlamıştı. Bu bizim ilk karşılaşmamızdı, ama son olmayacak, sonsuz bir dostluğun bismillahı olacaktı. Her haliyle nesli tükenmiş bir İstanbul beyefendisiydi. Prensip sahibi, doğruları olan, gönlü hizmet aşkıyla dolu bir insan olduğu her halinden belliydi. İleriki yıllarda bu yönlerini daha da belirgin bir halde, onda yaşayış tarzı olarak görecektik. İşte bunun için bu güzel insanı yazmaya karar verdim. Sizlere bu yazımda onu, yani Süleyman Yücearslan’ı tanıtmak istiyorum.
Süleyman Bey 1931’de İzmir’in Bozyaka semtinde doğmuştur. Hüsniye Hanım ve Benli Hasan’ın yedi çocuğunun ikincisidir. Aile ilk çocuklarını kaybeder. Annesi ev hanımıdır, babası ise Limana gelen gemilerde formenlik yapar. Köken olarak Girit adasından göçtükleri için babası Yunanca ile birlikte birden fazla yabancı dile de hâkimdir.
İlkokula Manisa Turgutlu’da başlar İzmir’de tamamlar. İkinci Dünya Savaşı’nın olduğu yıllardır. Yokluk kıtlık görmüş bir neslin, çocukları, her zaman daha üretken, daha yaratıcı, oluyorlar. Evin bahçesinde bakmak için babasına birkaç ev hayvanı aldırmıştı. “Hayvanların bakımı için aileme hiç masraf çıkarmıyordum. Komşuların yemek artıklarını kuru ekmeklerini, yazın kavun karpuz çekirdek ve kabuklarını topluyor, bahçeden ot topluyor onlara bakıyordum. Üstelik tavuklardan evin yumurta ihtiyacı, koyunlarından da süt ve süt ürünleri ihtiyacını karşılıyorduk” demişti.
Hayal dünyası geniş, kuvvetli bir çocuktur, bir göl olan ufkunu okuduğu kitaplarla, bir ummana çevirir, genişletir. Çünkü onun için “Hayal etmek, gerçeğin kesafet bulmasıdır.” Eğitim hayatına Ortaokuldan sonra devam etmez. Onun yerine, baba dostu bir oto tamircisinin yanında çırak olur. Teknik bir zekâya sahiptir, otomobilleri tamir etmeyi sevmiş, işine adeta hastasını iyileştiren bir doktor sevinci ve mutluluğuyla sarılır. Son derece prensip sahibidir. Söz verdiği günde ve saatte işlerini teslim eder. Bunun bedeli aralıksız 24 saat mesai yapmak bile olsa, o sözünü hep tutmuştur.
Bir gün askerlik hatıralarını anlatırken “Beni askeri araçların tamiri için, bölüğün oto tamir atölyesine verdiler. Orada çok rahat bir askerlik geçirebilirdim” demişti. Ama o askeriyede bile olmazların peşinde koşmuş, tamir olmaz denen ne kadar araç varsa tamir etmiş, gece gündüz çalışmış, komutanlarının takdirini toplamıştır. Çünkü Süleyman amca Karun’un hazinesi kadar sonsuz fikirleri olan, zengin bir düşünme yeteneğine sahip, üstelik milletinin bir lirasının zayi olmasına gönlü razı olmayacak millet sevdalısı, Allah’ın verdiği yeteneğini onun yolunda vatanı için sarf eden bir vatanperverdir.
Askerlik sonrası kendi oto tamir atölyesini kurar.  Hafta içi çalışır, hafta sonları yıkadığı otomobiliyle takım elbisesini giyer kravatını takar, ailesini alır, onlarla vakit geçirirdi. 1960’lı yıllarda ilk evliliğini yapar. Bu evlilikten bir erkek, bir de kızı olur, lakin eşiyle anlaşamaz, ayrılır. İkinci bir evlilik yapar, ikinci eşi bir hekimdir, ondan da bir oğlu olur, bir süre sonra onunla da yolları ayrılır.
Süleyman amca özel hayatındaki yakalayamadığı saadeti, iş hayatında hep en üst perdede yaşamış girişimci bir insandır. Çünkü o, ta çocukluğunda bir fabrika kurabilmek için bu ülkede yaşanan zorluklara şahit olmuştur.
Şöyle anlatmıştı “İzmir civarına kurulacak bir fabrikanın motor parçaları gemilerle limana gelmişti. Devasa motorlardı. Limandan fabrika alanına bunları taşıyacak tırlarımız henüz ülkemizde yoktu. Iki kamyonun kasasının arka kapakları açıldı, arka arkaya durdular, bir parça iki kamyona yerleştirildi. Kamyonlardan bir geri viteste, diğeri ileri vitesle iki araç beraber, yavaş yavaş taşıdılar. Bu taşıma, İzmir Kordon boyunda günlerce devam etti” der. O günden bu yana, ülkemizi güçlendirmek için hep aşkla, imanla, çok çalışmamız gerektiğine inandı ve çok çalıştı.
1960 yıllarda otomobillerin sustalarını tamir ederken kırılan parçaları atmaz, iki kırık parçayı birbirine lehimler, onunla da bir arabayı tamir ederdi. “Belki işçilik olarak daha fazla zaman harcardım fakat hem yenisinden sağlam olur hem de o parçaya verilecek olan 3 dolar ülkemde kalırdı.” der, sevinirdi.
Süleyman Bey hiç yerinde saymamış, oto tamiri yaparken, otomobiller için yedek parçalar üretmeye başlamıştır. Ne de olsa o, olmazları olduran adamdır, eski kamyondan çıkma diferansiyeli kullanarak elektrik motoruyla çalışan bir makine imal etmiştir. Çocukken basit kuluçka makinası yapacak kadar teknik zekâsı yüksek, tasarımcı, yeni fikirler üretebilen ve en önemlisi düşündüklerini eyleme döken, yapan, yaşayan cesur biridir.
Bir gün oto tamir işiyle uğraşan bir arkadaşı zemberek fabrikası kurmak ister, kendisinden yardım ister. Avusturya ile görüşürler. Süleyman Bey’i fabrika yetkilileri Avusturya’ya davet eder. Avusturya’da fabrikanın işleyişini inceler, boş durmaz onların sistemlerine teknik anlamda katkıda bulunacak önerilerde bulunur. Fikirlerine değer verilir, söyledikleri doğrultuda düzeltmeler yapar ve teşekkür ederler. Görsel zekâsı son derece iyidir, dikkatlidir. “Beyaz yakalılar beni evlerinde ağırladılar ve Müslüman olduğum için yemekleri bana göre hazırlama nezaketini gösterdiler” der. Yurtdışından dönünce arkadaşının fabrikasını kurarlar.   
Bir gün malzeme temin ettiği bir arkadaşını ziyarete gider. Yazıhanede birlikte çay içerken arkadaşına bir telefon gelir ve arkadaşının yüzü asılır. Üzgün olduğu her halinden bellidir. “Ne oldu özel bir şey değilse anlatır mısın” der. Arkadaşı “Otomobil tamirinde kullanılan İngilizler tarafından üretilen bir tür yapıştırıcı olan ‘Şellak’ alacaktık, tedarikçi firmanın parasını yatırdığımız halde bana malımı göndermiyor. Üstelik bir de hakaret etti, ‘Nasıl olsa siz Türkler bunu yapamazsınız, bize muhtaçsınız’ dedi” der. Süleyman amca sinirlenir, hele hele bu bir Türk’e, Türk Milletine hakaret olunca, işin boyutu değişir. İş şahsi bir mesele olmaktan çıkar, milli bir onur meselesi olur. Bu artık milli bir vazifedir. Arkadaşına “Elinde bunun örneği var mı?” der.  Evet cevabını duyunca “Onu hemen bana getir” diyerek kolları sıvar. Ve ertesi sabah, kimyager bir arkadaşının yanında alır soluğu, ürünü hemen incelemesini ve bileşimlerini bulmasını rica eder. Günümüz standartlarında düşünülürse belki bu yapılan için ‘etik değil’ denebilir ama ‘o devirde kimse buna riayet etmiyordu. ‘Etmiyordu’dan öte, böyle bir şey insanların hatırına dahi gelmiyordu.
Ve bir süre sonra “Yücearslan Şellakları” olarak piyasadadır. İngiliz şellaklarına yapılan kimyasal katkı ile “Artık bizim yapığımız Şellak onlarınkinden daha çok tercih edilir olmuştu” der. Çünkü daha kalitelidir, onların fiyatından daha uygundur, formülü daha etkin ve kuvvetli hale getirilmiştir. Her zaman olduğu gibi fırsatçılar “İngiliz markası yapıştır, aynı paraya satarsın.” derlerse de O, almış olduğu tasavvuf terbiyesinin, milli konulardaki hassasiyetinin ve soyadının gereğini yapmış, ticari ölçülerde maliyete artı kârını koyarak satmıştır.
Kendi başına ayakta durmuş, kendi emeği ve gayretiyle atölye ve fabrikalar kurmuş bu memlekete üç pırlanta gibi evlat yetiştirmiştir. 1998 yılında yorulur ve emekli olup manevi ikliminden dolayı, Manisa’ya taşınır.
Ben Süleyman amcanın iş hayatını kendisinden dinledim, lakin onun zarafetine, zekâsına, temiz ve titizliğine, arı gibi çalışmasına, yaptığı yemeklere şahit oldum. Ondan Girit yemekleri ve salataları, otların dilini öğrendim. Lezzetli bir balık nasıl pişirilir, siyah zeytin nasıl yapılır, domat zeytine ne, ne kadar konur, o bütün yaptıklarını bir mühendis titizliği ile hesaplayarak yapan, her ne yaparsa aşkla yapan hayatınızda ender rastlayacağınız güzel insanlardandır. Herhalde Üniversite tahsili olsaydı bugün Süleyman amca hakkında sadece biz konuşuyor olmazdık, dünyaya kendisinden bahsettirecek pek çok yenilik, pek çok eser bırakırdı.
Manisalılar bilir, Manisa Musiki Derneği’nin kurucularındandır ve derneğe çok emeği geçmiştir. Bizim MEDAR (Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği)’ın Kabak Tekkesi’nde her hafta yaptığı Mesnevi sohbetlerine iştirak ederdi. Gelemeyeceği zaman haber vermek onun adetidir. Bu onun inceliğinin zarafetinin ispatıdır.
Cuma günleri dostlarına kendi elleriyle yemekler hazırlar, ikram ederdi. Kendi çocukları da dâhil olmak üzere evine her kim gelirse gelsin, kapıda karşılar, apartman kapısının dışına kadar uğurlar. Siz gözden kaybolana kadar kapının önünde beklerdi. Kendisini ziyarete gelenlere de muhakkak iadeyi ziyarette bulunurdu.  
Bizim ricalarımızı kırmamış, okulumuza gelerek kendi deneyimlerini öğrencilerle paylaşmış, onlara “Hayal etmekten sakın korkmayın, insan isterse her şeyi yapabilir.” deyip onları yüreklendirmişti.
Bu günlerde rahatsız olduğu için fazla görüşemesek de dualarımızda ve gönlümüzde her zaman sıcacık dostluğuyla yerini alacaktır. Her öğretmenler gününde kapımıza gelen çiçekleriyle bizleri unutmayan zarif, imanını kudret bilmiş Süleyman amcamıza acil şifalar dileriz. Bizler de onu hiç ama hiç unutmayacağız. Allah onların eksikliğini vermesin… Adetlerini çoğaltsın.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum