Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

NOKTA-YI SÜVEYDÂ

06 Ağustos 2021 - 10:53 - Güncelleme: 06 Ağustos 2021 - 20:17

NOKTA-YI SÜVEYDÂ

Hu der süveydâ noktasından âlem-i beşere Hakk
Biz küçükken büyüklerimiz bizlere derlerdi ki bir insanın kalbi yumruğu kadardır.
Ben de merak ettim tıp ilmi bu konuda ne diyor diye. Hakikaten yetişkin bir insanın kalbi yumruğundan birazcık büyükmüş öğrendim. Anladım ki insan yumruğunun gücü, kalbinin gücü kadarmış.

Âlemde hiç bir şey yokken Habibin nuru yaratılmış. İnsan Âdem olup âleme teşrif ettiğinde, o nur yollarını aydınlatmış, menzili göstermiştir.
Her insanın yaratılış serüveni sünnetullah gereğidir muhakkak. İnsanın ana rahminde bir damla olarak başlayan serüveni, ete kemiğe bürünüp insan olarak dünyaya gelişine kadar devam eder. Biz ana rahminde henüz bir damla iken Rabbim ilk kalbimizi oluşturmuş. Çünkü bütün her şeyin nirengi noktası, başlangıcı kalptir. Allah kuluna kalbinden seslenir. Kalbiyle söyleşir.
Teşbihte hata olmasın bu sanki âlemleri yaratmadan son peygamberimizin nurunu yaratmasına benziyor. Çünkü kalbimiz insanoğlunda nurun tecelli ettiği makamdır. Allah’ın “Ona şekil verip, Ruhumdan nefhyettiğimde ona secde edin.” dediği ayetin sırrı kalp olsa gerek.
Son oluşan organımız ise gözümüz ve göz bebeğimizdir. Tıpkı âlemlerin son peygamberinde olduğu gibi son noktayı koyandır. Demek ki kalp de göz de aynı yöne bakmalı, aynı amaca hizmet etmelidir ki Allah’a ve ebedi âleme yönümüz dönük, cemale talip olabilelim.
İnsan için kalp çok kıymetli, günde yüz bin defa bizi yaşatmak için küt küt, atıyor. Sen uyursun, o uyumaz; sen gülersin, oynarsın, o atmaya devam eder; koşarsın, ayağını uzatır dinlenirsin, o oturmaz, hep çalışır. O bizim yaşam kaynağımız, nefesimiz, dünyayla ukbânın birleştiği yer, Kâbe’miz, gönlümüzdür. Onun atmadığı bir beden, zaten cansız madden ölmüş demektir.
Tababette insan kalbi dört bölüme ayrılmıştır. Sağ-sol kulakçık, sağ-sol karıncık. Tıpkı insanın kulağıyla duyduğunu gönlüyle tefekkür etmesi gibi, sağ-sol kulakçık kirlenen kanımızı hüp diye ya da “Hu” diye “O”nu içeri alır, akciğerler temizler ve sağ-sol karıncık vasıtasıyla vücudumuza  “Hay” diye hayat dağıtır. Sürekli alır verir. İnsan da zaten nefes alabildiği değil, nefes alıp verebildiği sürece hayatta kalır. Hayat iki nefes arasıdır demiyorlar mı?...
Mutasavvıflar ise kalbimizi tababet ten farklı olarak birbirini tamamlayan 7 mertebeye ayırmıştır. Bunların her biri insanın manevi olarak seyr ü sülukunu tamamlama yolunda tırmanılması gereken dağ, geçmemiz gereken deniz, derya gibidir. Denizi geçmeden karşı sahile ulaşamazsın.
Kalbimiz… Ne muazzam bir şey, bu muazzam organımızda küçücük bir leke var, bir nokta, belki de bir mayadır. Tıpkı Müslümanın Kâbe’sinde bulunan Hacerül esvet taşı gibi. Nokta-yı Süveydâ… Süveyda’nın iki yüzü vardır. Bir yüzü dünyaya dönük, bir yüzü ukbaya dönüktür. Biz hangi yöne bakarsak kalbimiz de baktığımızla meşgul olur onunla mayalanırız.
Süveydâ, gayb âlemini keşfettiğimiz, kendimizi dinlediğimiz, Allah’ı idrak çabamız, ezelî sesin duyulduğu yerdir. Gayb mertebesidir. İnsanın göremediği, ancak hissettiği ruhlar âleminden hatırladıklarıdır. O hatırladıklarıyla ebede yol arayışıdır. Kalpte küçücük kara bir lekedir. Allah’ın karanlık ilk nurudur. Seyr ü sülukun son mertebesi nûr-ı siyahtır.
Allah (C.C) insanın kalbine misafir olur. Kulunun kalbini dünya heveslerinden arınmış ister. O küçük siyah noktanın yok olup, kendi nuruyla aydınlanmasını diler.
Bütün bunların olabilmesi için bir dine inanmamız gerekir. Tabi ki Hindu olmak ya da, Hristiyan olmak ya da Zeus’a, Paseidon, Hades’e inanmaktan, Zerdüşt olmaktan bahsetmiyorum.
Müslüman olmak, inanmak gerekir. Sonra inandığımıza güvenmek gerekir ki bu da imandır. Allah’a, kitabına, gönderdiği son peygambere sonuna kadar güvenip, şeksiz- şüphesiz inanmaktır. Ardından sevmek gelir. İman sevgisiz olur mu hiç, yarattığı her şeyi sevmektir. Koca Yunus’un dediği gibi “yaratılmışı severim, yaratandan ötürü” diyebilmek gerekir.
Görmediğini bilemezsin, bilmediğini sevemezsin, sevmediğine güvenmez, iman edemezsin. Hz. Mevlânâ, “İnsan gözden ibarettir gerisi et ve kemiktir” dediğidir.  Hz. Ali’nin (k.s) “Görmediğim Allah’a inanmam” diyerek o her yerde, her şeyde mevcut demesi gibi. Müşahede noktamız, bizi akıl ve gönlümüzü bir edip istişare ettiren, iç sesimizdir. Belki de rahmetli Tahir Karagöz hocamızın bir şirinde dediği gibi
Şikâyet etmedim felekten asla
Seyrettim âlemi rıza içinde
Hayatımda yer etmedi bir dâvâ
Yaşadım dünyasız dünya içinde

diyebilmek gerekir. Bütün bunlara inanmak, iman etmek, sevmek, görmek, muhabbetsiz olmaz tabi ki. Allah yarattığı her şeyi muhabbetinden yarattı. Eğer aynayı doğru noktaya tutarsak O’nun muhabbetini içimizde kalbimizin en derin yerinde hisseder, müşahede ederiz. Muhabbetullah makamı, Muhammed makamıdır.
Köy düğünlerinde, gelen misafirler evde karşılanmaz. Davul zurnayla yola çıkar misafire karşı gidilerek karşılanır. Misafir karşılamak tabirimiz de oradan geliyor. Biz Allah’a bir adım yaklaşırsak O lütfuyla bize yüz adım yaklaşacak bizi kucaklayacaktır. Biz bir toplu iğne olabilirsek, O büyük bir mıknatıs zaten, bizi çeker.
Bütün bunları yapmaz dünyaya yüzümüzü dönersek vay halimize. Doğarken bir küçük nokta olan Süveydamız büyür, büyür ve Allah’la bizim aramızda siyah bir perde olur, gözümüze, kulağımıza kurşun döker mühürleriz. Zaten Hac Suresi, 46. ayette Allah: 
“Peki, bu inkârcılar yeryüzünde hiç gezip dolaşmazlar mı? Gezip dolaşsınlar da akılları bazı şeylere ersin, kulakları da gerçekleri işitecek hale gelsin. Fakat sadece gözler kör olmaz, bazen insanların kalplei de kör olur ( gönül gözleri kapanır).” demiyor mu.
Eskiler de, “kalbini karartma” derlermiş.
Yarattığı her şeyi sever, sayar,  ormanları yakmaz, kuşu kurdu iki kuruş dünyalığa değişmezsek, kalbimizdeki karanlık aydınlanır. İnsan muhabbetten ibaret değil mi?
Mecnun’un baktığı gibi, her yerde, her şeyde Leyla’yı görürsek Allah’la bir oluruz. Muhabbetimizde samimi, sevgimizde, ikrarımızda, yolumuzda kavi oluruz. Allah’a verdiğimiz o ezelî sözden dönmez, aşkla her yaptığımız işte, seni seviyor, sana sadığım deriz.
Allah’ın bizlere vaadi olan ayetle sözü noktalayalım, Şu’ârâ sûresi 89. ayet “ O gün kurtulacak olanlar, Allah’ın huzuruna şirkten arınmış, temiz bir kalple gelenlerdir”. vesselam.







 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum