BÖLÜM – 3: UZUN GECE
Sorguların yapıldığı alt katın en sondaki odasında akşama doğru işlenen cinayet üzerine konuşuyorlardı. Başkomiser ile Tufan dışında odada kimse yoktu. Sadece oda kapısının biraz ilerisinde, amirinden gelecek emirleri yerine getirmek üzere hazır bekleyen bir memur vardı.
“Görgü tanığının ifadesini tekrar alabilir miyim?” dedi Tufan dalgın bir yüz ifadesiyle. Başkomiser Ahmet Dulbar, önündeki dosyalardan görgü tanığının ifadesini uzattı. İkinci kez okumasına rağmen bir ipucu yakalayamamıştı. Kâğıdı masanın üzerine yavaşça bıraktıktan sonra ayağa kalktı. Küçük sayılabilecek odanın içinde birkaç adım attı ve durdu. Arkası Başkomisere dönüktü. Ahmet Dulbar, onu beklerken önündeki dosyaları tekrar tekrar karıştırmaya devam etti.
“Başkomiserim, arkadaşlara tekrar sorabilir misiniz, öldürülen kişinin kimlik tespiti yapılabilmiş mi?”
Tufan’ın bu isteği doğrultusunda, Başkomiser Ahmet Dulbar, odasına çıkmayı teklif etti. İkili, sessizce odadan çıkıp asansöre yöneldi. Kapıdaki memur, amirinin iki adım arkasından yürürken, Ahmet Dulbar geri döndü ve ona;
“Kimlik tespitinin sonucunu hemen bana bildir. Odamda olacağız.” Dedi. Polis memuru, verilen emir üzerine harekete geçti. Tufan ile Başkomiser az sonra asansör ile iki kat yukarı çıktı. Asansörde dahi hiç konuşmadılar ve yanlarında yabancı kimse olmamasına rağmen tanış gözükmemeye çalıştılar. Odaya önce Başkomiser girdi. Birkaç dakika dışarıda oyalanan Tufan ardından gitti.
Aşağıdaki odadan sonra Başkomiserin odası saray gibi gelmişti. İkisi de ferahlığı hissetti. Başkomiser Ahmet, masasının üzerindeki paketten bir sigara alıp Tufan’a uzattı. Tufan, düşünceli iken uzatılan paketi nezaketle reddetti. Başkomiser Ahmet, derin derin nefesler çekerken Tufan ise az önce masanın üzerine serilen dosyalar içerisinde öldürülen kişinin fotoğrafını bulup tekrar baktı. Birkaç saniye sonra yüzünde tebessüm oluştu. Uzun zamandır sigara içemeyen Başkomiser, kısa bir süre keyif sürerken Tufan’daki değişikliği fark edememişti. Tufan:
“Ahtapotlar ile Matruşkaların arasındaki savaşın bir sonucu olabilir mi bu cinayet!?” dediğinde, Başkomiser Ahmet, tekrar dikkat kesildi ve parmakları arasındaki sigara dumanı gözüne yükselirken düşünmeye başladı. Tufan, elinde tuttuğu fotoğrafı Başkomisere gösterirken;
“Bu adamı daha önceden iki kez görmüştüm. Fakat hatırladığım iki sahnedeki bu adam, farklı kimlikleydi. İlk gördüğüm yer de burasıydı.”
“Burası derken?” dediğinde Başkomiser Ahmet, sigarasını söndürmüş ve tüm dikkatini Tufan’a çevirmişti.
“Karakol girişinde yani! Normal vatandaş kimliğindeydi. Kumaş pantolon, düz mavi renk gömleği vardı. Uzun kolluydu gömleği. Demek ki kollarındaki dövmeyi gizlemek için öyle giyinmişti!”
“Kollarında dövme olduğunu nerden biliyorsun?”
“İkinci kez gördüğümde iki kolu da tamamen dövmeyle kaplıydı çünkü.”
“İkinci kez nerede görmüştün?”
“Bizim kurumun otoparkının çıkış kapısında duruyordu. Bol ve renkli bir tişört vardı üzerinde, boynunda kalın ve bol bir altın sarısı kolye vardı. Sakal tıraşı daha farklıydı. Karakolda gördüğümde makineyle acele biçimde kesilmiş kirli sakalı vardı. Boyun tarafındaki kıllar daha düzensiz ve uzundu. Yanaklarının üstündekiler de yana doğru eğimliydi. Uzun sakallılar, sakallarıyla sürekli oynadıkları için el alışkanlığıyla fark etmezler ama bir hareketi sürekli yaparlar. Ya aşağı doğru ya yana doğru yatırırlar yahut da aşağıdan yukarı doğru yapıp sakal diplerini ferahlatırlar. Bir nevi el alışkanlığı…”
“Her neyse… Devam et…”
“Otopark çıkışındaki köşede birkaç saniyeliğine gördükten sonra kalabalığın arasına girmiş ve gözden kaybolmuştu. Açıkçası hiç şüphelenmemiştim. Sadece dikkatimi çekmişti. Şuan aynı adamı iki farklı yerde gördüğümü hatırladım. Daha evvel hatırlamış olsaydım, o an otopark çıkışında takip ederdim.”
Başkomiser Ahmet, oturduğu yerden ayağa kalkıp odasında birkaç tur attı. Tufan ise oturduğu yerinde sabit duruyor ve düşünüyordu. Birkaç saniye sonra Başkomiser Ahmet aniden yönünü Tufan’a dönüp sordu:
“Peki, kim olabilir bu adam? Ahtapotlar ve Matruşkalar arasındaki savaşta neden bu öldürülüyor?”
Tufan da tam olarak bunu düşünüyordu. Hiçbir şey söylemeden bir süre bekledi. Başkomiser Ahmet tekrar koltuğuna oturdu. Bir sigara daha yakmak istedi ama Tufan’ın rahatsız olacağını düşünerek vazgeçti. Masasındaki sürahiden bardağına su doldurup içti. Bu süre zarfında sessiz kalan Tufan boşluğa kilitlenmiş bakışlarını Başkomisere çevirdi.
“Belli ki taraflardan birisi… Esas önemli olan, neden bizim çevremizde dolaşıyordu bu adam? Önce karakolda, sonra bizim otoparkta!”
İkisi de derin düşüncelere dalmışken, kapı tıklatıldı. İçeri az evvel aşağı odanın önünde nöbet bekleyen ve sonrasında öldürülen kişinin kimliğinin tespit edilip edilmediğini öğrenmesi için gönderilen polis memuru girdi. Başkomiser Ahmet, az evvel duyduklarını düşünürken, Tufan tüm dikkatini polis memuruna çevirmişti. Söyleyecekleri çok önemliydi. Polis memuru üzerindeki ilgiyi fark etmiş de heyecanı daha da artırmak istiyormuş gibi yavaş hareket ediyordu. Tufan, sabırla memurun söyleyeceklerini bekliyordu.
“Kişinin kimliğini tespit edemedik. Çünkü…” dediğinde duraksadı. Bu suskunluk Tufan’ı iyiden iyiye meraklandırmıştı. Başkomiser Ahmet de konuşmanın ani bir suskunluğa dönüşmesinden kuşkulanmış ve yerinden kalkıp memurunun karşısına dikilmişti.
“Çünkü ney koçum?” derken memurun omuzlarını elleriyle sarsıyordu. Memur, daha fazla bekletemezdi. Başı önde iken cevap verdi:
“Çünkü öldürülen kişi kaçmış!” dediğinde Başkomiser Ahmet ile Tufan şaşkınlıklarını gizleyemiyordu. Birbirlerine baktıklarında polis memurunun geceye damga vuracak sözünü işittiler:
“Tufan Bey’in karakola giriş yaptığı dakikada kaçmış. Kamera kayıtlarından tespit ettim. Aynı dakika içerisinde…”
Başkomiser Ahmet, öfkelenmişti ama vereceği tepkiyi ayarlayamıyordu. Tufan ise gözleri büyümüş vaziyette düşüncelere dalmıştı. Polis memuruna çık işareti yaptıktan sonra Ahmet Dulbar, koltuğuna yöneldi. Yavaş hareketlerle rahat deri koltuğuna oturduktan sonra başını yukarı kaldırıp derin bir nefes aldı. Sakin kalması gerektiğinin farkındaydı. Elinin altından ne büyük ve karmaşık dosyalar geçmişti. Bu da onlardan biriydi en nihayetinde. Kendini toparlayıp bakışlarını Tufan’a çevirdi ve sordu:
“Ne düşünüyorsun?”
Soruyu ilettiği anda Tufan ani biçimde ayağa kalktı. Bakışlarını Başkomiser Ahmet’e çevirmeden:
“Müsaadenizle evime gitmek istiyorum.” Dedi. Ahmet Dulbar, bu durum karşısında şaşıracaktı ama tüm şaşırma hakkını az evvel kullanmıştı. Tufan’ın bu tip durumlarda beyni farklı çalışırdı. Bunu bilen Ahmet Dulbar, ısrarcı olmadı. Gitmesine müsaade ettiği Tufan’ın hızlı şekilde odadan çıkışını izledi. Sonrasında odada tek kaldı. Birkaç saniye sonra bir hışımla o da yerinden kalktı ve odadan çıktı. Öldü diye götürülen adamın ellerinden kaçmasının hesabını sorması gerekiyordu.
***
Saat 01.13’ü gösterdiği sırada Tufan arabasını yeni park etmişti. Arabasını tamamen durdurup oluşan sessizlikte çevreyi dinledi. Daha çok zihnini dinlemek istiyordu. Gözlerini kapatıp bir süre öylece kaldı. Gecenin karanlığında sokaklarda kimse yoktu. Evinin bulunduğu muhitte herkes gece yarısından çok önce evinde olurdu ve sadece evlerinin ışıkları yanardı. Tufan da bu düzene riayet ediyordu senelerdir fakat bugün istisna olmuştu. Gürültü yapmadan, dikkat çekmeden evine girmek istedi. Gün içerisinde kurumdaki işlerinin yoğunluğu sebebiyle yorulmuşken, bir de akşamüstü karakola gitmişti. Oradaki mevzu zihnini çok yormuştu. Senelerdir alışık olduğu düzen buydu. Kurumunda göze çarpmayacak biçimde mesaisini tamamlıyor, arka planda ise polis ile birlikte çalışıyordu. Bugüne kadar yüzün üzerinde dosyayla karşılaşmış, birçok cinayetin faillerini bulmasında polise yardımcı olmuştu. Bu akşamüstü olan da bunlardan birisiydi. Edindiği tecrübelerden farklı bir durumun içerisinde olduğundan, kendini bu sefer yorgun ve tedirgin hissediyordu.
Çantasını ve telefonunu alıp kapıyı açtığında, sokağın sessiz sessini duydu. Gürültü yapmadan kapıyı kapatıp arabasını kilitledi. Ağır adımlarla evinin bulunduğu apartmana doğru ilerledi. Bu sırada çevreyi kolaçan etmeyi de ihmal etmiyordu.
Apartmana girdi, asansöre binip sekizinci kata çıktı. Kapısının üzerindeki çiçek sabahki gibi duruyordu. Yaklaşırken anahtar deliğine dikkat etti, hiçbir zorlama yahut başka bir şey görünmüyordu. Merceğe baktığında arkadaki loş sarı ışıktan kimsenin olmadığını anladı. Muhabbet kuşunun yanındaki lambanın ışığını her zaman açık bırakırdı. Hava kararmadan dönerse ışığı söndürürdü fakat geç döndüğü zamanlarda o lamba daim olarak yanardı.
Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp içeri girdi. Ayakkabılarını çıkardı, çantasını ise girişteki sehpanın üzerine bıraktı. Kıyafetlerinden bir an evvel kurtulmak için banyoya yöneldi. Gömleğini ve çorabını çıkarıp çamaşır selesine attı. Pantolonunu çıkarıp kapının arkasına astı. Nemli atletini de çıkardıktan sonra baksırı ile kaldı. Odasına gidip temiz çamaşırlar alıp dönecekti ve ılık bir duş alacaktı. Yatak odasına yöneldiği sırada arkasından biri seslendi. Aniden dönüp baktı. Kapı girişinin bulunduğu holde biri vardı ama karanlıkta yüzü seçilemiyordu. Üzerinde hiçbir şeyi olmayan Tufan, karanlıktaki adama bakmaya devam etti:
“Kimsin?”
Adam, o kadar soğukkanlıydı ki sesi hiç titremiyordu.
“Kusura bakma, bu şekilde evine girmek istemezdim ama seninle çok acil konuşmamız gerekiyor.” Derken birkaç adım yaklaşmış ve muhabbet kuşunun yanındaki lambanın ışığının yansımasıyla yüzü görülmüştü. Konuşan adam, bugün öldü denilip kimliği tespit edilemeden kaçan adamdı. Tufan’ın gözleri büyümüştü ama soğukkanlı durmaya gayret gösteriyordu. Kendisine doğru yaklaşan adama o da yaklaşmaya başladı. Tam orta yerde karşı karşıya geldiler. Tufan’ın çıplak oluşundan rahatsızlık duyan adam araya girdi:
“Ben balkona geçip seni bekleyeyim.” Dedi. Tufan başını sallayıp, arkasını dönüp yerini eliyle koymuş gibi bildiği balkona giden adamın arkasından baktı. Sonra da az evvel çıkardığı pantolonu ve gelişi güzel seçtiği ev tişörtlerinden birini giyip yakasını kaldırdı. Ağır adımlarla, hiçbir ışığını yakmadığı evin koridorundan balkona geçti. Adam sandalyeye oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Karanlıkta bile içeri sızan ince ışıkta adamın kolundaki dövmeler gözüküyordu. O kadar karışıktı ki anlaması mümkün değildi. Saç tıraşı da yeni yapılmıştı, hali hazırda ensesinde ve kulağında küçük kıllar vardı. Sakalı ise dağınıktı ve yine uzamaya yüz tutmuştu. Akşamüstü karakolda gördüğü fotoğrafından tek farkı saçıydı.
Tufan geldiğinde adam toparlandı.
“Evine girdiğim için özür diliyorum tekrardan. Ama sana anlatmam gereken şeyler var. Bu anlatacaklarım ikimizin arasında kalması gerekiyor. Hiçbir şartta polise ve bilhassa Başkomiser Ahmet Dulbar’a iletilmeyeceğin sözünü almak istiyorum.” Dedi ve Tufan’dan cevap bekledi. Sessizliğini koruyan Tufan adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti. Dövmeli adam kaldığı yerden konuşmasını sürdürdü:
“Bugün için planladığım her şey yolunda gitti. Sahte biçimde vurulmam, tesadüfen oradan bir adamın geçmesi, o adamın karşılaştığı iki polis, sonrasında olay yerine gelen sağlık ekipleri, beni morga götüren kişiler ve sonrasında kaçmam için bana yardım edenler… Her şey tıkır tıkır işledi. Şimdi planımın son halkasındayım. Seninle konuşmam bu yüzden şart. Beni dinleyecek misin?” diye vurgulu biçimde sordu.
Tufan istifini bozmadan ama pür dikkat adamı dinlediğini belli etti:
“Biz Matruşkalar olarak bir süredir Ahtapotlarla savaş halindeyiz. Düne kadar birbirine destek çıkan iki grup bugün düşman oldular. Neden? Çünkü beceriksiz liderler yüzünden! Yanlış kararlar verdiler, yanlış hamleler yaptılar, nihayetinde şehrin iki süper gücü birbirine düştü. Ölümler birbiri ardına geliyor. Bunun bir sonu yok diye düşünüyorum. Aklın olmadığı yerde beden aciz kalır. O yüzden akıl konumundaki liderimizle iki kez konuşmaya çalıştım. Eski dost ile düşman olmamak gerektiğini anlattım, olacaksak da pasif hamlelerle karşılık vermemek gerektiğini hatırlattım. Ahtapotların son zamanda yaptıkları hamlelerin birçoğu zekiceydi. En iyi hamlesi de bizim içimize soktukları adamdı.” Dedikten sonra duraksadı. Çevresine bakındı sonra tekrar anlatmak istedi. Tufan yerinden kalkıp mutfaktan iki bardak su ile döndü, birini adama uzattı. Şaşkınlığını gizleyemeyen adam Tufan’a teşekkür etti ve anlatmaya devam etti:
“Bu adamı içimize sızdırdıklarında, liderimizle görüştüm. Durumu anlattım. Yıllardır omuz omuza iş yaptığı kardeşini dinlemedi ve haliyle ikna olmadı. Hangi yolu denediysem başarısız oldum. Çareyi kendimin ölümünde buldum.” Dedikten sonra Tufan’ın gözlerindeki anlamlı ifadeye odaklandı. Söylediklerini sanki biliyormuş da öylesine dinliyormuş gibiydi. Belki de anlatacaklarını tahmin etmişti. Yine de anlatmasını sürdürdü:
“Öldüğümü düşünüp aklı başına gelecek ve cinayetin perde arkasını araştıracaktı. Bu araştırması sırasında onu yönlendirmek gerekiyordu. Ahtapotlara yönlendirmek, içimizdeki sızmayı da bulmamızı sağlayacaktı. Araya düşmanlık girmeseydi Ahtapotlarla tekrar dostluğa dönüşürdü ilişkimiz fakat araya artık kan girdi. Kan ise ancak kan ile temizlenirdi bizim âlemde.” Dediğinde sesi yükselmişti. Tufan, bardağındaki suyu bitirdiğinde adamın gözlerinin içine baktı. Adamın söyleyeceği söze göre hamlesini yapacaktı:
“Senin cinayetini, içinize sızan adamın üzerine bırakmamı mı istiyorsun? Böylelikle…” dediğinde durdu ve dövmeli adamın tamamlamasını bekledi.
“Böylelikle Ahtapotların gerçek yüzü ortaya çıkacak ve bizimkiler tüm gücüyle saldırıp düşmanımızı tamamen ortadan kaldıracak. Tüm planım bu.” Dediğinde Tufan gülümsedi. Dövmeli adam da gülümsedi fakat Tufan’ın gülmesi devam edince anlam veremedi.
“Ne oldu?” diye sordu. Tufan biraz daha güldükten sonra elindeki bardağı balkondaki masanın üzerine hafifçe vurdu:
“Çocuk oyununu git dışarıda yap! Bir daha benim aklımla alay etmeye kalkarsan, sana hiç beklemediğin şeyleri yaparım!” diye tehdit etti. Dövmeli adam, senelerdir bu işlerin içinde olmasına rağmen Tufan’ın tehdidi karşısında heyecanlandı ve ürktü.
Tufan bir süre konuşmadan dışarıyı seyretti. Kendisinden gözünü alamayan adama dönüp:
“Ahtapotların piyasadaki gücünün şuan sizinkilerin üç katı büyüklüğünde olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?” dedi. Dövmeli adam bir kez daha tedirgin oldu. Temiz yüzlü Tufan’ın karşısında bu kadar kötü olacağını kestirememişti.
“Ahtapotlar, görünürde sizin liderin arkasında olan ama esasında senin liderliğini destekleyen Kaynakçıların varlığından haberdar değil mi sanıyorsun? Liderini Ahtapotların üzerine kışkırtıp, Ahtapotları da yanlışa sürükleyip birbirine çarpıştıracaksın. Kaynakçılar da liderinin ortadan kaldırılmasına göz yumup seni liderliğe taşıyacaklar değil mi? Sen de bu planınla piyasada herkesin saygınlığını kazanacaksın. İlerleyen dönemde de ilk işin Kaynakçıları yemek olacaktı değil mi?” dediğinde şaşkın ve bozgun olan dövmeli adam yerinden aniden kalktı. Onun kalkmasıyla Tufan da kalktı. Az evvel su getirirken yanına aldığı keskin bıçağını dövmeli adamın yüzüne doğru uzattı:
“Beni sakın kimseyle karıştırma!” dediğinde dövmeli adamın öfkesi dinmişti. Tufan’ın gözlerinin içine bakarken Tufan konuşmasını sürdürdü:
“Dediklerini düşüneceğim. İstediğin gibi içinize sızan adamı liderinizin öğrenmesi için, senin ölümün üzerinden Ahtapotlara yönlenmesini sağlayacağım. Savaş kısmına gelirsek… Kanlı bir savaş istemiyorum. Aklın ön planda olduğu, hamlelerin akılla yapıldığı bir savaş olacak, eğer olacaksa… Sen de bu süre zarfında öğrendiğin, bildiğin her şeyi bana anlatacaksın. Sonunda mutlaka sen de bir şeyler kazanacaksın, merak etme!” dediğinde ise dövmeli adam büsbütün şok oldu. Tufan’ın dosyayı sert bir biçimde reddettiğini anlamıştı az evvelki hareketlerinden. Ama yanılmıştı.
“Tamam, anlaştık. Dediklerini yapacağım. Evine böyle girdiğim için tekrar kusura bakma.” Deyip evden ayrılmak isterken Tufan bıçağını indirdi ve:
“Bir daha da dün akşam ki gibi ağaçların olduğu köşeden evimi izlemeye kalkışma!” diye uyarıda bulundu. Dövmeli adam, artık şaşırmıyordu. Tufan dedikleri bu adam anlatıldığından bambaşka birisiydi. Zihninde konumlandırdığı gibi biri kesinlikle değildi.
“Tamam, izlemem.” Deyip giderken aniden durdu ve Tufan’a dönüp:
“Dün akşam beni gördüğünü Başkomisere anlattın mı?” diye sordu. Alacağı cevap önemliydi. Tufan, gözlerini ayırmadan dövmeli adama baktı ve donuk bir ifadeyle:
“Anlattım!” dedi. Duyduğu bu cevaptan hiç de memnun olmayan dövmeli adam ardına dönüp evden çıktı. Ardında kalan Tufan, elindeki bıçağı masanın üzerine bıraktı ve duş almak için banyoya yöneldi.
***
Sabah olmuş, giyinmiş kuşanmış, çantasını hazırlamış, arabasına binip iş yerine varmıştı. Otoparka arabasını park ettikten sonra kurum binasına doğru yürürken arkasından biri seslendi.
“Bakar mısınız, arabanızı yanlış yere bırakmışsınız sanırım, beyefendi size sesleniyor.” Dedi hiç tanımadığı biri. Anlam veremediği olay karşısında dikkatli olması gerektiğini hissetti. Aracını bıraktığı yer hâlbuki gayet uygun bir yerdi. Çantasını elinin hizasına getirip yürümeye başladı. Otoparka girip aracına yöneldi. Kimse yoktu. Yanındaki arabaların içlerine baktı, orada da kimse yoktu. Çevresini kolaçan etti, kendisini çağıran adamı görmeye çalıştı. Etraf bomboştu. Ani bir hareketle aracının altına baktı. Yabancı bir madde yoktu. Tekrar doğrulduğunda, silecek kenarına sıkıştırılmış olan notu gördü. Aldı ve okudu:
“Öğle arasında size yemek ısmarlamak istiyorum. Anlatacaklarım da var! Uygunsa bu kâğıda tamam yazın ve aynı yere bırakın. Öğle yemeğini yiyeceğimiz adresi yine öğle saatlerinde buraya bırakacağım notla öğrenebilirsiniz.” Yazıyordu. Tufan, çantasından çıkardığı kalemle kâğıda “tamam” yazıp, arabasının sileceğine yerleştirdi. Ardına bakmadan iş yerine gitti.
***
Öğle arasında arabasının sileceğine tutuşturulmuş kâğıtta yazan adrese gitti. Lüks bir restorandı. Girişte tüm masaları hızlı biçimde taradıktan sonra ilerledi. Birkaç adım sonra kendisine el kaldıran adamı gördü. Tam ortadaki masada oturan, iyi giyimli, kumral saçlı takım elbiseli adamın yanına emin adımlarla gitti. Çevresindeki masalarda herhangi bir koruması da yoktu. Masanın başına geldiğinde adam nezaket göstererek ayağa kalktı:
“Tufan Bey hoş geldiniz. Davetimi geri çevirmediğiniz için teşekkür ediyorum.” Diyerek Tufan’a oturması için sandalyeyi gösterdi. Tufan, aynı kibarlıkla:
“Rica ederim, icabet etmem gereken bir davetti.” Dedi ve yerine oturdu. Hızlı biçimde garson geldi ve siparişleri alıp gitti. Masadaki sudan büyük bir yudum alan Tufan, adamı dinlediğini belirtti. Bunun üzerine iyi giyimli adam söze girdi:
“Dün akşamüstü işlenen sahte cinayet ile ilgili görüşecektim. Ben Ahtapotların Lideriyim.” Dediği sırada Tufan, adamın hareketlerini süzüyordu.
“Sahte cinayetten haberim var. Matruşkaların ikinci adamı olan dövmeliyi de yakından tanırım. Ne hin olduğunu iyi bilirim. Bizim içlerine adam sızdırdığımızı öne sürerek bazı planlar yapmış. Liderinin, daha mantıklı ve sağduyulu olduğunu bildiği için ikna edememiş ve kendini vurdurarak bu düşüncesini hayata geçirmeye çalışmış. Sahte cinayet sonucu dosyayı yönlendirip Ahtapotlara yani bize getirerek, kamuoyunda ve yeraltı dünyasında bizi suçlu göstermeyi tasarlamış. Daha da mühimi, kanun önünde de bizi suçlu buldurup, ceza almamızı istemiş. Tabi bununla sınırlı değil. Yeraltı hesaplaşması olması için Ahtapotlar ile Matruşkaları birbirine düşürmeyi de arzulamış.”
“Bilmediklerimi anlatın lütfen.”
“Bunları biliyorsanız, Matruşkalarla eskiden dost olduğumuzu ama saçma bir sebepten düşman olduğumuzu da biliyorsunuzdur. Düşmanız ama hali hazırda büyük bir savaş yok aramızda. Çünkü Matruşkaların arkasında başka bir güç bulunmakta…”
“Kaynakçılar?”
“Evet, siz de biliyorsunuz ve artık siz de güvende değilsiniz!”
“Ben bunların hepsini biliyorum ama siz beni tehdit edenlerin son durumunu bilmiyorsunuz belli ki.” Dedi Tufan soğuk bir tonlamayla.
“Buraya sorun çıkarmak için değil, sorunları çözmek için yardımınızı istemeye geldim. Dikkat etmişsinizdir mutlaka, bu yüzden tek geldim.”
“Sokak başında arabada sizden haber bekleyen iki kişiyi, az evvel siparişleri getiren garsonu ve mutfakta sayısını bilemediğim kadar adamınızı saymazsak, değil mi?” dediğinde Tufan’ın gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını anladı. Gülümsedi:
“Her ihtimale karşı…”
“Geçelim bu bahsi, çünkü herkes kendini korumak için tedbirler alır. Ben de dâhil… Sizi dinliyorum.” Dedi Tufan.
“Dövmeli, dün gece polisin elinden kaçtı ve sizin evinize geldi. Dün gece yaklaşık yirmi dakika evinizdeydi.”
“Yirmi üç dakika!” dedi Tufan. İyi giyimli adam tebessüm etti ve konuşmasına devam etti:
“Sizinle ne konuştu bilmiyorum, anlatmayacağınızı da çok iyi biliyorum. Fakat dövmelinin ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Matruşka ile bizleri kapıştıracak, biz de Kaynakçıların gazabından çekindiğimiz için tam bir karşılık vermeyeceğiz yahut sinir uçlarımıza dokunulduğu için ölümü göze alacağız, bir taşla iki kuş vurup, beni ve kendi liderini ortadan kaldırıp, Kaynakçıların da desteğiyle başa geçecekti. Ve eminim ki sonraki planı da Kaynakçıları ortadan kaldırmak olacaktı.”
“Burada beni ilgilendiren kısım neresi peki?”
“Dövmeli sizden bu cinayet dosyasını, bizim üzerimize yıkmanızı istedi diye biliyorum. Öyle tahmin ediyorum.”
“Velev ki öyle?”
“Eğer öyleyse dediğini yapın. Dosyayı Ahtapotlar işledi diye algı oluşsun. Tüm oklar bize yönelmişken, cinayet sorumlusu olarak size söyleyeceğimiz ismi ön plana çıkarın.”
“Bir dakika, bir dakika! Kim o isim?”
“İsmi size planın ilerleyen aşamasında bildireceğiz. Siz şu aşamada dövmelinin dediğini yapın ve tüm okları bizim üzerimize çevirtin. Ortaya çıkacak isim, Matruşkaların ve dövmelinin sonunu getirecek, sadece bu kadar söyleyeyim.” Dedi ve Tufan’ın cevabını bekledi. Tufan düşünmeye başladı. Tebessüm ederek düşünüyor, adamın gözlerine bakıyor, sonra çevresini kontrol ediyordu. İyi giyimli adamın gözlerinin içine bakarak bir süre daha düşündükten sonra cevabını vermeye başladı:
“Teklifinizi kabul ediyorum. Tek bir şartla!”
İyi giyimli adam aldığı cevap karşısında mutluydu. Tufan için zor adam diyorlardı. Şimdi şart sunuyordu. Keyifle karşılık verdi:
“Seve seve, nedir şartınız?”
“Benimle irtibatınızı bir gün bile koparmayacaksınız. Her gün sizinle görüşeceğim!” dedi. Tufan’ın bu teklifi komik gelmişti ama düşündükçe altında bir şeyin yattığını anladı.
“Her gün görüşmemizi gerektirecek bir durum olmayacak ki! Neden böyle bir şey istiyorsunuz?”
“Sizi sevdim, o yüzden!” dedi Tufan gülerek ve ekledi:
“Teklifim kabul görürse teklifinizi kabul ederim!” dedi ciddi bir tonlamayla. İyi giyimli adam başını onaylar manasında salladı. Tufan’ın teklifi kabul edilmişti.
Yemekler geldi, hızlı bir şekilde bitirildikten sonra Tufan, iyi giyimli adamın yanından ayrılıp kurumuna döndü. Döndüğünde öğle arasını biraz geçmişti ve amiri huzursuzluk çıkarmıştı. Mesai arkadaşları da her ne kadar Tufan’ı kayırsalar da amirlerinin karşısında sessiz kalmışlardı.
Sorguların yapıldığı alt katın en sondaki odasında akşama doğru işlenen cinayet üzerine konuşuyorlardı. Başkomiser ile Tufan dışında odada kimse yoktu. Sadece oda kapısının biraz ilerisinde, amirinden gelecek emirleri yerine getirmek üzere hazır bekleyen bir memur vardı.
“Görgü tanığının ifadesini tekrar alabilir miyim?” dedi Tufan dalgın bir yüz ifadesiyle. Başkomiser Ahmet Dulbar, önündeki dosyalardan görgü tanığının ifadesini uzattı. İkinci kez okumasına rağmen bir ipucu yakalayamamıştı. Kâğıdı masanın üzerine yavaşça bıraktıktan sonra ayağa kalktı. Küçük sayılabilecek odanın içinde birkaç adım attı ve durdu. Arkası Başkomisere dönüktü. Ahmet Dulbar, onu beklerken önündeki dosyaları tekrar tekrar karıştırmaya devam etti.
“Başkomiserim, arkadaşlara tekrar sorabilir misiniz, öldürülen kişinin kimlik tespiti yapılabilmiş mi?”
Tufan’ın bu isteği doğrultusunda, Başkomiser Ahmet Dulbar, odasına çıkmayı teklif etti. İkili, sessizce odadan çıkıp asansöre yöneldi. Kapıdaki memur, amirinin iki adım arkasından yürürken, Ahmet Dulbar geri döndü ve ona;
“Kimlik tespitinin sonucunu hemen bana bildir. Odamda olacağız.” Dedi. Polis memuru, verilen emir üzerine harekete geçti. Tufan ile Başkomiser az sonra asansör ile iki kat yukarı çıktı. Asansörde dahi hiç konuşmadılar ve yanlarında yabancı kimse olmamasına rağmen tanış gözükmemeye çalıştılar. Odaya önce Başkomiser girdi. Birkaç dakika dışarıda oyalanan Tufan ardından gitti.
Aşağıdaki odadan sonra Başkomiserin odası saray gibi gelmişti. İkisi de ferahlığı hissetti. Başkomiser Ahmet, masasının üzerindeki paketten bir sigara alıp Tufan’a uzattı. Tufan, düşünceli iken uzatılan paketi nezaketle reddetti. Başkomiser Ahmet, derin derin nefesler çekerken Tufan ise az önce masanın üzerine serilen dosyalar içerisinde öldürülen kişinin fotoğrafını bulup tekrar baktı. Birkaç saniye sonra yüzünde tebessüm oluştu. Uzun zamandır sigara içemeyen Başkomiser, kısa bir süre keyif sürerken Tufan’daki değişikliği fark edememişti. Tufan:
“Ahtapotlar ile Matruşkaların arasındaki savaşın bir sonucu olabilir mi bu cinayet!?” dediğinde, Başkomiser Ahmet, tekrar dikkat kesildi ve parmakları arasındaki sigara dumanı gözüne yükselirken düşünmeye başladı. Tufan, elinde tuttuğu fotoğrafı Başkomisere gösterirken;
“Bu adamı daha önceden iki kez görmüştüm. Fakat hatırladığım iki sahnedeki bu adam, farklı kimlikleydi. İlk gördüğüm yer de burasıydı.”
“Burası derken?” dediğinde Başkomiser Ahmet, sigarasını söndürmüş ve tüm dikkatini Tufan’a çevirmişti.
“Karakol girişinde yani! Normal vatandaş kimliğindeydi. Kumaş pantolon, düz mavi renk gömleği vardı. Uzun kolluydu gömleği. Demek ki kollarındaki dövmeyi gizlemek için öyle giyinmişti!”
“Kollarında dövme olduğunu nerden biliyorsun?”
“İkinci kez gördüğümde iki kolu da tamamen dövmeyle kaplıydı çünkü.”
“İkinci kez nerede görmüştün?”
“Bizim kurumun otoparkının çıkış kapısında duruyordu. Bol ve renkli bir tişört vardı üzerinde, boynunda kalın ve bol bir altın sarısı kolye vardı. Sakal tıraşı daha farklıydı. Karakolda gördüğümde makineyle acele biçimde kesilmiş kirli sakalı vardı. Boyun tarafındaki kıllar daha düzensiz ve uzundu. Yanaklarının üstündekiler de yana doğru eğimliydi. Uzun sakallılar, sakallarıyla sürekli oynadıkları için el alışkanlığıyla fark etmezler ama bir hareketi sürekli yaparlar. Ya aşağı doğru ya yana doğru yatırırlar yahut da aşağıdan yukarı doğru yapıp sakal diplerini ferahlatırlar. Bir nevi el alışkanlığı…”
“Her neyse… Devam et…”
“Otopark çıkışındaki köşede birkaç saniyeliğine gördükten sonra kalabalığın arasına girmiş ve gözden kaybolmuştu. Açıkçası hiç şüphelenmemiştim. Sadece dikkatimi çekmişti. Şuan aynı adamı iki farklı yerde gördüğümü hatırladım. Daha evvel hatırlamış olsaydım, o an otopark çıkışında takip ederdim.”
Başkomiser Ahmet, oturduğu yerden ayağa kalkıp odasında birkaç tur attı. Tufan ise oturduğu yerinde sabit duruyor ve düşünüyordu. Birkaç saniye sonra Başkomiser Ahmet aniden yönünü Tufan’a dönüp sordu:
“Peki, kim olabilir bu adam? Ahtapotlar ve Matruşkalar arasındaki savaşta neden bu öldürülüyor?”
Tufan da tam olarak bunu düşünüyordu. Hiçbir şey söylemeden bir süre bekledi. Başkomiser Ahmet tekrar koltuğuna oturdu. Bir sigara daha yakmak istedi ama Tufan’ın rahatsız olacağını düşünerek vazgeçti. Masasındaki sürahiden bardağına su doldurup içti. Bu süre zarfında sessiz kalan Tufan boşluğa kilitlenmiş bakışlarını Başkomisere çevirdi.
“Belli ki taraflardan birisi… Esas önemli olan, neden bizim çevremizde dolaşıyordu bu adam? Önce karakolda, sonra bizim otoparkta!”
İkisi de derin düşüncelere dalmışken, kapı tıklatıldı. İçeri az evvel aşağı odanın önünde nöbet bekleyen ve sonrasında öldürülen kişinin kimliğinin tespit edilip edilmediğini öğrenmesi için gönderilen polis memuru girdi. Başkomiser Ahmet, az evvel duyduklarını düşünürken, Tufan tüm dikkatini polis memuruna çevirmişti. Söyleyecekleri çok önemliydi. Polis memuru üzerindeki ilgiyi fark etmiş de heyecanı daha da artırmak istiyormuş gibi yavaş hareket ediyordu. Tufan, sabırla memurun söyleyeceklerini bekliyordu.
“Kişinin kimliğini tespit edemedik. Çünkü…” dediğinde duraksadı. Bu suskunluk Tufan’ı iyiden iyiye meraklandırmıştı. Başkomiser Ahmet de konuşmanın ani bir suskunluğa dönüşmesinden kuşkulanmış ve yerinden kalkıp memurunun karşısına dikilmişti.
“Çünkü ney koçum?” derken memurun omuzlarını elleriyle sarsıyordu. Memur, daha fazla bekletemezdi. Başı önde iken cevap verdi:
“Çünkü öldürülen kişi kaçmış!” dediğinde Başkomiser Ahmet ile Tufan şaşkınlıklarını gizleyemiyordu. Birbirlerine baktıklarında polis memurunun geceye damga vuracak sözünü işittiler:
“Tufan Bey’in karakola giriş yaptığı dakikada kaçmış. Kamera kayıtlarından tespit ettim. Aynı dakika içerisinde…”
Başkomiser Ahmet, öfkelenmişti ama vereceği tepkiyi ayarlayamıyordu. Tufan ise gözleri büyümüş vaziyette düşüncelere dalmıştı. Polis memuruna çık işareti yaptıktan sonra Ahmet Dulbar, koltuğuna yöneldi. Yavaş hareketlerle rahat deri koltuğuna oturduktan sonra başını yukarı kaldırıp derin bir nefes aldı. Sakin kalması gerektiğinin farkındaydı. Elinin altından ne büyük ve karmaşık dosyalar geçmişti. Bu da onlardan biriydi en nihayetinde. Kendini toparlayıp bakışlarını Tufan’a çevirdi ve sordu:
“Ne düşünüyorsun?”
Soruyu ilettiği anda Tufan ani biçimde ayağa kalktı. Bakışlarını Başkomiser Ahmet’e çevirmeden:
“Müsaadenizle evime gitmek istiyorum.” Dedi. Ahmet Dulbar, bu durum karşısında şaşıracaktı ama tüm şaşırma hakkını az evvel kullanmıştı. Tufan’ın bu tip durumlarda beyni farklı çalışırdı. Bunu bilen Ahmet Dulbar, ısrarcı olmadı. Gitmesine müsaade ettiği Tufan’ın hızlı şekilde odadan çıkışını izledi. Sonrasında odada tek kaldı. Birkaç saniye sonra bir hışımla o da yerinden kalktı ve odadan çıktı. Öldü diye götürülen adamın ellerinden kaçmasının hesabını sorması gerekiyordu.
***
Saat 01.13’ü gösterdiği sırada Tufan arabasını yeni park etmişti. Arabasını tamamen durdurup oluşan sessizlikte çevreyi dinledi. Daha çok zihnini dinlemek istiyordu. Gözlerini kapatıp bir süre öylece kaldı. Gecenin karanlığında sokaklarda kimse yoktu. Evinin bulunduğu muhitte herkes gece yarısından çok önce evinde olurdu ve sadece evlerinin ışıkları yanardı. Tufan da bu düzene riayet ediyordu senelerdir fakat bugün istisna olmuştu. Gürültü yapmadan, dikkat çekmeden evine girmek istedi. Gün içerisinde kurumdaki işlerinin yoğunluğu sebebiyle yorulmuşken, bir de akşamüstü karakola gitmişti. Oradaki mevzu zihnini çok yormuştu. Senelerdir alışık olduğu düzen buydu. Kurumunda göze çarpmayacak biçimde mesaisini tamamlıyor, arka planda ise polis ile birlikte çalışıyordu. Bugüne kadar yüzün üzerinde dosyayla karşılaşmış, birçok cinayetin faillerini bulmasında polise yardımcı olmuştu. Bu akşamüstü olan da bunlardan birisiydi. Edindiği tecrübelerden farklı bir durumun içerisinde olduğundan, kendini bu sefer yorgun ve tedirgin hissediyordu.
Çantasını ve telefonunu alıp kapıyı açtığında, sokağın sessiz sessini duydu. Gürültü yapmadan kapıyı kapatıp arabasını kilitledi. Ağır adımlarla evinin bulunduğu apartmana doğru ilerledi. Bu sırada çevreyi kolaçan etmeyi de ihmal etmiyordu.
Apartmana girdi, asansöre binip sekizinci kata çıktı. Kapısının üzerindeki çiçek sabahki gibi duruyordu. Yaklaşırken anahtar deliğine dikkat etti, hiçbir zorlama yahut başka bir şey görünmüyordu. Merceğe baktığında arkadaki loş sarı ışıktan kimsenin olmadığını anladı. Muhabbet kuşunun yanındaki lambanın ışığını her zaman açık bırakırdı. Hava kararmadan dönerse ışığı söndürürdü fakat geç döndüğü zamanlarda o lamba daim olarak yanardı.
Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp içeri girdi. Ayakkabılarını çıkardı, çantasını ise girişteki sehpanın üzerine bıraktı. Kıyafetlerinden bir an evvel kurtulmak için banyoya yöneldi. Gömleğini ve çorabını çıkarıp çamaşır selesine attı. Pantolonunu çıkarıp kapının arkasına astı. Nemli atletini de çıkardıktan sonra baksırı ile kaldı. Odasına gidip temiz çamaşırlar alıp dönecekti ve ılık bir duş alacaktı. Yatak odasına yöneldiği sırada arkasından biri seslendi. Aniden dönüp baktı. Kapı girişinin bulunduğu holde biri vardı ama karanlıkta yüzü seçilemiyordu. Üzerinde hiçbir şeyi olmayan Tufan, karanlıktaki adama bakmaya devam etti:
“Kimsin?”
Adam, o kadar soğukkanlıydı ki sesi hiç titremiyordu.
“Kusura bakma, bu şekilde evine girmek istemezdim ama seninle çok acil konuşmamız gerekiyor.” Derken birkaç adım yaklaşmış ve muhabbet kuşunun yanındaki lambanın ışığının yansımasıyla yüzü görülmüştü. Konuşan adam, bugün öldü denilip kimliği tespit edilemeden kaçan adamdı. Tufan’ın gözleri büyümüştü ama soğukkanlı durmaya gayret gösteriyordu. Kendisine doğru yaklaşan adama o da yaklaşmaya başladı. Tam orta yerde karşı karşıya geldiler. Tufan’ın çıplak oluşundan rahatsızlık duyan adam araya girdi:
“Ben balkona geçip seni bekleyeyim.” Dedi. Tufan başını sallayıp, arkasını dönüp yerini eliyle koymuş gibi bildiği balkona giden adamın arkasından baktı. Sonra da az evvel çıkardığı pantolonu ve gelişi güzel seçtiği ev tişörtlerinden birini giyip yakasını kaldırdı. Ağır adımlarla, hiçbir ışığını yakmadığı evin koridorundan balkona geçti. Adam sandalyeye oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Karanlıkta bile içeri sızan ince ışıkta adamın kolundaki dövmeler gözüküyordu. O kadar karışıktı ki anlaması mümkün değildi. Saç tıraşı da yeni yapılmıştı, hali hazırda ensesinde ve kulağında küçük kıllar vardı. Sakalı ise dağınıktı ve yine uzamaya yüz tutmuştu. Akşamüstü karakolda gördüğü fotoğrafından tek farkı saçıydı.
Tufan geldiğinde adam toparlandı.
“Evine girdiğim için özür diliyorum tekrardan. Ama sana anlatmam gereken şeyler var. Bu anlatacaklarım ikimizin arasında kalması gerekiyor. Hiçbir şartta polise ve bilhassa Başkomiser Ahmet Dulbar’a iletilmeyeceğin sözünü almak istiyorum.” Dedi ve Tufan’dan cevap bekledi. Sessizliğini koruyan Tufan adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti. Dövmeli adam kaldığı yerden konuşmasını sürdürdü:
“Bugün için planladığım her şey yolunda gitti. Sahte biçimde vurulmam, tesadüfen oradan bir adamın geçmesi, o adamın karşılaştığı iki polis, sonrasında olay yerine gelen sağlık ekipleri, beni morga götüren kişiler ve sonrasında kaçmam için bana yardım edenler… Her şey tıkır tıkır işledi. Şimdi planımın son halkasındayım. Seninle konuşmam bu yüzden şart. Beni dinleyecek misin?” diye vurgulu biçimde sordu.
Tufan istifini bozmadan ama pür dikkat adamı dinlediğini belli etti:
“Biz Matruşkalar olarak bir süredir Ahtapotlarla savaş halindeyiz. Düne kadar birbirine destek çıkan iki grup bugün düşman oldular. Neden? Çünkü beceriksiz liderler yüzünden! Yanlış kararlar verdiler, yanlış hamleler yaptılar, nihayetinde şehrin iki süper gücü birbirine düştü. Ölümler birbiri ardına geliyor. Bunun bir sonu yok diye düşünüyorum. Aklın olmadığı yerde beden aciz kalır. O yüzden akıl konumundaki liderimizle iki kez konuşmaya çalıştım. Eski dost ile düşman olmamak gerektiğini anlattım, olacaksak da pasif hamlelerle karşılık vermemek gerektiğini hatırlattım. Ahtapotların son zamanda yaptıkları hamlelerin birçoğu zekiceydi. En iyi hamlesi de bizim içimize soktukları adamdı.” Dedikten sonra duraksadı. Çevresine bakındı sonra tekrar anlatmak istedi. Tufan yerinden kalkıp mutfaktan iki bardak su ile döndü, birini adama uzattı. Şaşkınlığını gizleyemeyen adam Tufan’a teşekkür etti ve anlatmaya devam etti:
“Bu adamı içimize sızdırdıklarında, liderimizle görüştüm. Durumu anlattım. Yıllardır omuz omuza iş yaptığı kardeşini dinlemedi ve haliyle ikna olmadı. Hangi yolu denediysem başarısız oldum. Çareyi kendimin ölümünde buldum.” Dedikten sonra Tufan’ın gözlerindeki anlamlı ifadeye odaklandı. Söylediklerini sanki biliyormuş da öylesine dinliyormuş gibiydi. Belki de anlatacaklarını tahmin etmişti. Yine de anlatmasını sürdürdü:
“Öldüğümü düşünüp aklı başına gelecek ve cinayetin perde arkasını araştıracaktı. Bu araştırması sırasında onu yönlendirmek gerekiyordu. Ahtapotlara yönlendirmek, içimizdeki sızmayı da bulmamızı sağlayacaktı. Araya düşmanlık girmeseydi Ahtapotlarla tekrar dostluğa dönüşürdü ilişkimiz fakat araya artık kan girdi. Kan ise ancak kan ile temizlenirdi bizim âlemde.” Dediğinde sesi yükselmişti. Tufan, bardağındaki suyu bitirdiğinde adamın gözlerinin içine baktı. Adamın söyleyeceği söze göre hamlesini yapacaktı:
“Senin cinayetini, içinize sızan adamın üzerine bırakmamı mı istiyorsun? Böylelikle…” dediğinde durdu ve dövmeli adamın tamamlamasını bekledi.
“Böylelikle Ahtapotların gerçek yüzü ortaya çıkacak ve bizimkiler tüm gücüyle saldırıp düşmanımızı tamamen ortadan kaldıracak. Tüm planım bu.” Dediğinde Tufan gülümsedi. Dövmeli adam da gülümsedi fakat Tufan’ın gülmesi devam edince anlam veremedi.
“Ne oldu?” diye sordu. Tufan biraz daha güldükten sonra elindeki bardağı balkondaki masanın üzerine hafifçe vurdu:
“Çocuk oyununu git dışarıda yap! Bir daha benim aklımla alay etmeye kalkarsan, sana hiç beklemediğin şeyleri yaparım!” diye tehdit etti. Dövmeli adam, senelerdir bu işlerin içinde olmasına rağmen Tufan’ın tehdidi karşısında heyecanlandı ve ürktü.
Tufan bir süre konuşmadan dışarıyı seyretti. Kendisinden gözünü alamayan adama dönüp:
“Ahtapotların piyasadaki gücünün şuan sizinkilerin üç katı büyüklüğünde olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?” dedi. Dövmeli adam bir kez daha tedirgin oldu. Temiz yüzlü Tufan’ın karşısında bu kadar kötü olacağını kestirememişti.
“Ahtapotlar, görünürde sizin liderin arkasında olan ama esasında senin liderliğini destekleyen Kaynakçıların varlığından haberdar değil mi sanıyorsun? Liderini Ahtapotların üzerine kışkırtıp, Ahtapotları da yanlışa sürükleyip birbirine çarpıştıracaksın. Kaynakçılar da liderinin ortadan kaldırılmasına göz yumup seni liderliğe taşıyacaklar değil mi? Sen de bu planınla piyasada herkesin saygınlığını kazanacaksın. İlerleyen dönemde de ilk işin Kaynakçıları yemek olacaktı değil mi?” dediğinde şaşkın ve bozgun olan dövmeli adam yerinden aniden kalktı. Onun kalkmasıyla Tufan da kalktı. Az evvel su getirirken yanına aldığı keskin bıçağını dövmeli adamın yüzüne doğru uzattı:
“Beni sakın kimseyle karıştırma!” dediğinde dövmeli adamın öfkesi dinmişti. Tufan’ın gözlerinin içine bakarken Tufan konuşmasını sürdürdü:
“Dediklerini düşüneceğim. İstediğin gibi içinize sızan adamı liderinizin öğrenmesi için, senin ölümün üzerinden Ahtapotlara yönlenmesini sağlayacağım. Savaş kısmına gelirsek… Kanlı bir savaş istemiyorum. Aklın ön planda olduğu, hamlelerin akılla yapıldığı bir savaş olacak, eğer olacaksa… Sen de bu süre zarfında öğrendiğin, bildiğin her şeyi bana anlatacaksın. Sonunda mutlaka sen de bir şeyler kazanacaksın, merak etme!” dediğinde ise dövmeli adam büsbütün şok oldu. Tufan’ın dosyayı sert bir biçimde reddettiğini anlamıştı az evvelki hareketlerinden. Ama yanılmıştı.
“Tamam, anlaştık. Dediklerini yapacağım. Evine böyle girdiğim için tekrar kusura bakma.” Deyip evden ayrılmak isterken Tufan bıçağını indirdi ve:
“Bir daha da dün akşam ki gibi ağaçların olduğu köşeden evimi izlemeye kalkışma!” diye uyarıda bulundu. Dövmeli adam, artık şaşırmıyordu. Tufan dedikleri bu adam anlatıldığından bambaşka birisiydi. Zihninde konumlandırdığı gibi biri kesinlikle değildi.
“Tamam, izlemem.” Deyip giderken aniden durdu ve Tufan’a dönüp:
“Dün akşam beni gördüğünü Başkomisere anlattın mı?” diye sordu. Alacağı cevap önemliydi. Tufan, gözlerini ayırmadan dövmeli adama baktı ve donuk bir ifadeyle:
“Anlattım!” dedi. Duyduğu bu cevaptan hiç de memnun olmayan dövmeli adam ardına dönüp evden çıktı. Ardında kalan Tufan, elindeki bıçağı masanın üzerine bıraktı ve duş almak için banyoya yöneldi.
***
Sabah olmuş, giyinmiş kuşanmış, çantasını hazırlamış, arabasına binip iş yerine varmıştı. Otoparka arabasını park ettikten sonra kurum binasına doğru yürürken arkasından biri seslendi.
“Bakar mısınız, arabanızı yanlış yere bırakmışsınız sanırım, beyefendi size sesleniyor.” Dedi hiç tanımadığı biri. Anlam veremediği olay karşısında dikkatli olması gerektiğini hissetti. Aracını bıraktığı yer hâlbuki gayet uygun bir yerdi. Çantasını elinin hizasına getirip yürümeye başladı. Otoparka girip aracına yöneldi. Kimse yoktu. Yanındaki arabaların içlerine baktı, orada da kimse yoktu. Çevresini kolaçan etti, kendisini çağıran adamı görmeye çalıştı. Etraf bomboştu. Ani bir hareketle aracının altına baktı. Yabancı bir madde yoktu. Tekrar doğrulduğunda, silecek kenarına sıkıştırılmış olan notu gördü. Aldı ve okudu:
“Öğle arasında size yemek ısmarlamak istiyorum. Anlatacaklarım da var! Uygunsa bu kâğıda tamam yazın ve aynı yere bırakın. Öğle yemeğini yiyeceğimiz adresi yine öğle saatlerinde buraya bırakacağım notla öğrenebilirsiniz.” Yazıyordu. Tufan, çantasından çıkardığı kalemle kâğıda “tamam” yazıp, arabasının sileceğine yerleştirdi. Ardına bakmadan iş yerine gitti.
***
Öğle arasında arabasının sileceğine tutuşturulmuş kâğıtta yazan adrese gitti. Lüks bir restorandı. Girişte tüm masaları hızlı biçimde taradıktan sonra ilerledi. Birkaç adım sonra kendisine el kaldıran adamı gördü. Tam ortadaki masada oturan, iyi giyimli, kumral saçlı takım elbiseli adamın yanına emin adımlarla gitti. Çevresindeki masalarda herhangi bir koruması da yoktu. Masanın başına geldiğinde adam nezaket göstererek ayağa kalktı:
“Tufan Bey hoş geldiniz. Davetimi geri çevirmediğiniz için teşekkür ediyorum.” Diyerek Tufan’a oturması için sandalyeyi gösterdi. Tufan, aynı kibarlıkla:
“Rica ederim, icabet etmem gereken bir davetti.” Dedi ve yerine oturdu. Hızlı biçimde garson geldi ve siparişleri alıp gitti. Masadaki sudan büyük bir yudum alan Tufan, adamı dinlediğini belirtti. Bunun üzerine iyi giyimli adam söze girdi:
“Dün akşamüstü işlenen sahte cinayet ile ilgili görüşecektim. Ben Ahtapotların Lideriyim.” Dediği sırada Tufan, adamın hareketlerini süzüyordu.
“Sahte cinayetten haberim var. Matruşkaların ikinci adamı olan dövmeliyi de yakından tanırım. Ne hin olduğunu iyi bilirim. Bizim içlerine adam sızdırdığımızı öne sürerek bazı planlar yapmış. Liderinin, daha mantıklı ve sağduyulu olduğunu bildiği için ikna edememiş ve kendini vurdurarak bu düşüncesini hayata geçirmeye çalışmış. Sahte cinayet sonucu dosyayı yönlendirip Ahtapotlara yani bize getirerek, kamuoyunda ve yeraltı dünyasında bizi suçlu göstermeyi tasarlamış. Daha da mühimi, kanun önünde de bizi suçlu buldurup, ceza almamızı istemiş. Tabi bununla sınırlı değil. Yeraltı hesaplaşması olması için Ahtapotlar ile Matruşkaları birbirine düşürmeyi de arzulamış.”
“Bilmediklerimi anlatın lütfen.”
“Bunları biliyorsanız, Matruşkalarla eskiden dost olduğumuzu ama saçma bir sebepten düşman olduğumuzu da biliyorsunuzdur. Düşmanız ama hali hazırda büyük bir savaş yok aramızda. Çünkü Matruşkaların arkasında başka bir güç bulunmakta…”
“Kaynakçılar?”
“Evet, siz de biliyorsunuz ve artık siz de güvende değilsiniz!”
“Ben bunların hepsini biliyorum ama siz beni tehdit edenlerin son durumunu bilmiyorsunuz belli ki.” Dedi Tufan soğuk bir tonlamayla.
“Buraya sorun çıkarmak için değil, sorunları çözmek için yardımınızı istemeye geldim. Dikkat etmişsinizdir mutlaka, bu yüzden tek geldim.”
“Sokak başında arabada sizden haber bekleyen iki kişiyi, az evvel siparişleri getiren garsonu ve mutfakta sayısını bilemediğim kadar adamınızı saymazsak, değil mi?” dediğinde Tufan’ın gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını anladı. Gülümsedi:
“Her ihtimale karşı…”
“Geçelim bu bahsi, çünkü herkes kendini korumak için tedbirler alır. Ben de dâhil… Sizi dinliyorum.” Dedi Tufan.
“Dövmeli, dün gece polisin elinden kaçtı ve sizin evinize geldi. Dün gece yaklaşık yirmi dakika evinizdeydi.”
“Yirmi üç dakika!” dedi Tufan. İyi giyimli adam tebessüm etti ve konuşmasına devam etti:
“Sizinle ne konuştu bilmiyorum, anlatmayacağınızı da çok iyi biliyorum. Fakat dövmelinin ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Matruşka ile bizleri kapıştıracak, biz de Kaynakçıların gazabından çekindiğimiz için tam bir karşılık vermeyeceğiz yahut sinir uçlarımıza dokunulduğu için ölümü göze alacağız, bir taşla iki kuş vurup, beni ve kendi liderini ortadan kaldırıp, Kaynakçıların da desteğiyle başa geçecekti. Ve eminim ki sonraki planı da Kaynakçıları ortadan kaldırmak olacaktı.”
“Burada beni ilgilendiren kısım neresi peki?”
“Dövmeli sizden bu cinayet dosyasını, bizim üzerimize yıkmanızı istedi diye biliyorum. Öyle tahmin ediyorum.”
“Velev ki öyle?”
“Eğer öyleyse dediğini yapın. Dosyayı Ahtapotlar işledi diye algı oluşsun. Tüm oklar bize yönelmişken, cinayet sorumlusu olarak size söyleyeceğimiz ismi ön plana çıkarın.”
“Bir dakika, bir dakika! Kim o isim?”
“İsmi size planın ilerleyen aşamasında bildireceğiz. Siz şu aşamada dövmelinin dediğini yapın ve tüm okları bizim üzerimize çevirtin. Ortaya çıkacak isim, Matruşkaların ve dövmelinin sonunu getirecek, sadece bu kadar söyleyeyim.” Dedi ve Tufan’ın cevabını bekledi. Tufan düşünmeye başladı. Tebessüm ederek düşünüyor, adamın gözlerine bakıyor, sonra çevresini kontrol ediyordu. İyi giyimli adamın gözlerinin içine bakarak bir süre daha düşündükten sonra cevabını vermeye başladı:
“Teklifinizi kabul ediyorum. Tek bir şartla!”
İyi giyimli adam aldığı cevap karşısında mutluydu. Tufan için zor adam diyorlardı. Şimdi şart sunuyordu. Keyifle karşılık verdi:
“Seve seve, nedir şartınız?”
“Benimle irtibatınızı bir gün bile koparmayacaksınız. Her gün sizinle görüşeceğim!” dedi. Tufan’ın bu teklifi komik gelmişti ama düşündükçe altında bir şeyin yattığını anladı.
“Her gün görüşmemizi gerektirecek bir durum olmayacak ki! Neden böyle bir şey istiyorsunuz?”
“Sizi sevdim, o yüzden!” dedi Tufan gülerek ve ekledi:
“Teklifim kabul görürse teklifinizi kabul ederim!” dedi ciddi bir tonlamayla. İyi giyimli adam başını onaylar manasında salladı. Tufan’ın teklifi kabul edilmişti.
Yemekler geldi, hızlı bir şekilde bitirildikten sonra Tufan, iyi giyimli adamın yanından ayrılıp kurumuna döndü. Döndüğünde öğle arasını biraz geçmişti ve amiri huzursuzluk çıkarmıştı. Mesai arkadaşları da her ne kadar Tufan’ı kayırsalar da amirlerinin karşısında sessiz kalmışlardı.
Devam edecek…
Sonraki bölümün adı:
“Bay X Geri Döndü!”
Sonraki bölümün adı:
“Bay X Geri Döndü!”
FACEBOOK YORUMLAR