BÖLÜM -1: YOL AYRIMI
Hızlı adımlarla koşturup duruyordu. Akşama kutlama vardı. Kocası ile evliliklerinin yedinci yılını kutlayacaklardı. Sabahın erken saatinde uyanmış, gün boyunca kocasının sevdiği yemekleri yapacaktı. Önce etli bamyadan başladı. Sonrasında yaş pasta yapacaktı. Kocası onun elleriyle yaptığı pasta dışında hiçbir pastayı yemezdi. Daha sonra ise yoğurtlu kereviz salatası yapacak, son olarak da kocasına telefon edip, akşama gelirken bir büyük rakı almasını söyleyecekti.
Kendisinin ve altı yaşındaki oğlunun bir adım dahi dışarıya atması yasaktı. Kocası sıkı sıkıya tembih etmiş, hatta evlerinin bulunduğu sokağın başına iki kişilik koruma ekibi bırakmıştı. Koruma ekibi esasında dört kişiydi. İkişer kişilik vardiya usulü çalışıyorlardı. Nöbet değişimleri her sabah gerçekleşiyordu. Silahlı korumalar, çeşitli biçimlerle evin çevresini, sokağının giriş çıkışlarını, eve yaklaşanı kontrol ediyordu. Feride bu durumdan çok rahatsızdı fakat "Arslan diyorsa, muhakkak bir bildiği vardır" diyerek çaresizce kabul ediyordu.
Yemek pişerken, bir yandan da oğlu Tufan’ın salonun çeşitli yerlerine dağılmış oyuncaklarını topluyordu. Bu sırada yukarı kattan oğlunun sesini duydu. "Anneee..." diye bağırıyordu. İlk defasında aldırış etmedi ama oğlu ikinci bağrışında telaşlı ve yardım ister bir şekildeydi. Kötü bir şey olduğunu düşünerek merdivenlerden ikişer üçer koşturarak çıktı. Oğlunun odasının önüne geldiğinde kapı kapalıydı. Beyaz kapıyı yavaşça araladı. Odada kimseyi göremedi. Bu işte bir tuhaflık vardı. Hâlbuki oğlunun sesi odasından gelmişti. Birkaç adımla odanın merkezine geldi. Yerlerde oyuncaklar vardı. Askerler, tabancalar vs...
Başını elbise dolabının olduğu yöne çevirecekti ki, oğlunu yatağının altında gördü. Elinde silahıyla birilerinden saklanmış gibi duruyordu.
"Oğluuummm... Ne işin var orda?"
" Saklanıyorum."
" Saklanıyor musun, kimden?"
" Düşmanlarımdan..."
"O ne demekmiş?! Duymayım bir daha böyle şeyler! Sen iyi bir çocuksun, o yüzden düşmanın olmaz!" diyerek oğlunu yatağın altından zoraki çekiştirerek dışarı çıkardı. Tozlanmış üstünü başını çırparken, oğlundan hiç beklemediği bir söz duydu;
"Babam kötü birisi mi o zaman?" dedi ve annesinin gözünün içine baktı. Sorduğu soruya ne cevap verecekti ki?
"Hayır baban iyi birisi dese, düşmanları var ama diyecekti."
"Evet baban kötü birisi dese, kocası onun gözünde hiçbir zaman kötü birisi olmamıştı." bu yüzden ne diyeceğini bilemedi. Geçiştirmek için;
"Hadi bakayım odanı topla aşağı in bir şeyler ye, akşama kadar aç kalamazsın." dedi ve odadan ardına bakmayacak şekilde çıktı. Çıktı ama kulaklarında oğlunun sorusu tekrar edip duruyordu.
Başını sallayıp kötü düşüncelerden kurtulmaya ve işlerine kaldığı yerden devam etmeye çalıştı.
***
Eli ayağı birbirine girdi. Hava kararmış ve kocasının gelmesine az kalmıştı. Yemekler ve pasta hazırdı. Romantik olsun diye salonu da bir güzel süslemişti. Hazırladığı masaya şöyle bir baktı. Eksik olan tek şey içkiydi. Kendisi şarap istiyordu fakat hayat arkadaşı, rakıdan başka içki içmiyordu. “Olsun, o ne diyorsa onu yaparım." diyordu.
Oğlunun da yavaş yavaş uykusu gelmeye başlamıştı. Oturduğu yerde uyukluyordu. Yavaşça yanına yaklaştı. Kucağına alıp odasına götürecek, yatağına yatıracaktı fakat oğlu aniden gözlerini açtı. Boncuk gözlerini sonuna kadar açıp annesini korkutmak istedi. Belli ki numara yapıyordu. Oğlunun bu girişimine tebessümle karşılık verdi.
" Hadi bakayım gerçekten uykuya."
" Yarın okulum yok. Televizyon izleyeceğim ben bu akşam."
" Olmaz oğlum, kaç saattir izliyorsun zaten. Odana git, orada oyuncaklarınla biraz daha oyalan, sonra da kendiliğinden yat uyu."
" Ya ama...."
" Ya aması filan yok, peşinden gelince de kızıyorsun ben çocuk muyum diye. Madem çocuk değilsin, kendi kendine saatin gelince yat uyu. Anlaştık mı?" dedi ve oğluna elini uzattı. Sanki karşısında koca bir adam varmış gibi… Oğlunun suratı çoktan asılmıştı;
"Babamın gelmesini bekleseydim bari. Onu çok özledim..." diyerek dudaklarını büzüştürdü. Bu isteğinden dolayı oğlunu kıramazdı. Babasını iki gündür göremiyordu. Arslan, bir haftadır eve geç geliyordu. Dün gece geldiğinde de oğlu çoktan uyumuştu.
"Tamam anlaştık. Babanı gördükten sonra ..."
"Kendim yatıp uyuyacağım tamam..." deyip anne oğul anlaştılar. Tufan koşar adımlarla odasına çıkarken, Feride de kocasını aramak için ev telefonuna yöneldi. Uzun uzun çalmasına rağmen açan olmadı. Sonunda çağrı sonlandı. "Allah Allah" dedi içi ürpererek. Birkaç dakika bekledi dönüş yapma ihtimaline karşı. Fakat beklediği olmadı. Elinde sımsıkı tuttuğu telefonun ahizesini bir kez daha kaldırdı. Kocasının verdiği numarayı tekrar çevirdi. Uzun uzun çaldı. Yine açılmayacak derken, karşıdan ses geldi. Konuşmadan daha çok bir hışırtıydı. Karşı tarafta bir şeyler oluyordu belli ki. Sesler birbirine girmişti. "Hayatım, hayatım beni duyuyor musun, orda mısın?" diye seslendi Feride. Daha çok bağırmıştı. Oğlu yukarı katta kapısını açtığında, ahizeyi kapatıp oğluna seslendi, " Bir şey yok oğlum, telefon arızalı herhalde baban sesimi duymuyor." dedi. Oğlu hemen kapısını kapattı ve oyununa kaldığı yerden devam etti.
" Duyuyor musun beni Arslan, kurbanın olayım cevap ver." derken sesi titriyordu. Birkaç saniye sonra beklediği cevap geldi. Arslan'ın duyulan sesi telaşlıydı ve nefes nefeseydi;
" Feride'm, buradayım korkma."
" Neden cevap vermedin, çok korktum!"
" Feride'm korkulacak bir şey yok. Şimdi beni iyi dinle... Dinliyor musun?" diye üstüne basa basa sordu.
" Evet!" dedi Feride. Sesi o kadar titriyordu ki, kötü bir şey olduğu kesindi.
" Ahizeyi yavaşça serbest bırak ve başını sola doğru uzatıp mutfak penceresinden dışarı bak."
" Neye bakacağım, lütfen korkutma beni."
" Korkma diyorum sana, önemli bir şey yok. Karşı yolda duran siyah bir araba vardı ya hani, bizim çocukların olduğu..." derken karısı araya girdi;
" Korumalar..." dedi. Kocası bir süre duraksadı." Hı hı" dedi. Feride, yavaşça ahizeyi kulağından indirip sola bir adım attı. Başını da aynı yönde ileriye uzatıp pencereden dışarı baktı. Ortam karanlıktı ama dışarısı görünebiliyordu. Fakat her gün orada duran korumaların içinde oturduğu araba gözükmüyordu. Kalbinin çarpma hızı daha da arttı. Başını sallayarak ahizeyi tekrar kulağına götürdü;
" Kimse yok, kimse yok. Korumalar yok. Bir şeyler oluyor burada ne olur gel. Yalvarıyorum sana..." artık kendini kontrol edemiyordu Feride. Sakinleştirmek için Arslan araya girdi:
" Sakın korkma Feride'm. Ben şimdi hemen çıkıp geliyorum. Senden bir şey daha yapmanı isteyeceğim."
" Ne?"
" Telefonu kapadıktan sonra pencerelerin hepsini kapat, dış kapıyı, bahçe kapısını, çatı odasının kapısını hepsini kilitle. Sonra da Tufan’ı yanına al ve salonda beni bekleyin tamam mı? Anladın mı dediklerimi?"
" Anlamadım..."
" Feride'm yapma, korkulacak bir şey yok. Benimkisi sadece tedbir. Dediklerimi yapmazsan beni üzersin." deyince Feride, kendini bıraktı. Öyle bir ağlıyordu ki, kocası bile dayanamadı telefonu kapadı.
Feride ağlama krizine girmiş, birkaç dakika boyunca hiç durmadan ağlamıştı. Sakinleşmeye başladıktan sonra ahizeyi tekrar kulağına götürdü ama karşısında kocası yoktu artık. Kendini yalnız hissetti. Sonra hemen toparladı ve kocası ne söylediyse aynısı yapmaya başladı. Perdeleri kapattı, bahçe kapısını kilitledi. Çatı katındaki odanın kapısını kilitlemeye çıkarken oğluna bağırdı;
" Tufan yanıma gel çabuk!" dedi. İlkinde cevap alamadı. Çağrısını yineledi. Oğlu ancak o zaman karşılık verdi;
" Gelemem anne, düşmanlar evimi basmaya geldi, onları öldürmeye çalışıyorum." dedi. Feride, oğlunun bu durumda bile oyun oynamasından dolayı sinir küpüne döndü. Çatı katındaki odanın kapısını da kilitledikten sonra bir tek dış kapı kalıyordu. Onu da kilitledikten sonra oğlunun yanına gidip aşağı zorla indirecekti.
Hızlı bir şekilde merdivenlerden inip dış kapıya yöneldiği anda olanlar oldu. Birkaç adımlık mesafedeki kapı kırılmış içeri tanımadığı iki adam girmişti. Feride, korkudan kendini geriye atmış, sonra da merdivenlerden yukarı çıkmaya çalışmıştı. Niyeti oğlunu korumaktı.
İki adamdan biri yerden tutup kaldırdı Feride'yi. Diğeri de evin içinde dolanıyordu. Feride, kendisini sıkı sıkıya tutan adamın kolunda çırpınırken, başını yukarı çevirdi. Oğlunun odasına bakıyordu. İçinden dua ediyordu, oğlu sesi duyup kapıyı açmasın diye. Duası kabul olmuştu sanki. Oğlunun odasından çıt çıkmıyordu.
Feride'nin bakışlarını yakalayan diğer adam yukarı kata çıkmaya başladı. Bunu gören Feride çığlık attı. Kendisini boğazlar gibi tutan adamdan kurtulmak istiyordu ama gücü yetmiyordu. Adam merdivenlerden yavaşça çıktı ve çocuk odasının kapısını araladı ve içeri daldı. Girer girmez;
" Küçük, neredesin bakayım? Hadi çık neredeysen. Seni babana götüreceğiz." Dedi. Fakat yine ses gelmiyordu. Ortalıklarda gözükmüyordu Tufan. İçinden " Aferin oğlum sana, aferin." diyordu Feride.
Aradığını bulamayan adam odayı çok da aramadan aşağı indi. Feride'nin gözlerinin içine baktı;
" Senin o her şeye burnunu sokan kocanı bir gün mutlaka öldüreceğiz. Karısını koruyamayan bir adamdan kimseye fayda gelmez. Ona güvenen ve koruyanlar da bunu gün gelecek öğrenecekler!” dedikten sonra iki adam birbirine baktı. Aynı şeyleri düşündükleri belliydi. Suratlarındaki pis gülüşü fark eden Feride, başına gelecekleri anlıyordu.
İki adam, evin tam ortasında, bir kadının yaşayacağı en kötü şeyi yaşatmaya başladı. Çaresizlik içindeki Feride’nin bilekleri hareket etmesini engellemek için bastırdıklarından kopacak gibi olmuştu. Dudaklarının kenarından da kan sızıyordu. Mahremine haram eller uzanmıştı.
Adamlar işini bitirdiğinde Feride’nin yaşlı ve donuk gözleri, minik elleriyle korkuluklara tutunmuş annesine yapılanları seyreden Tufan’da takılı kaldı. Oğlunun gözlerinden bakışlarını ayıramıyordu. Utanç içerisindeydi. Daha fazla dayanamadı avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Dışarıya sesin duyulacağından korkan adamlardan biri Feride’nin ağzını kapatmış diğeri de silahını kadının başına nişan almıştı. Çok geçmeden Tufan’ın gözleri önünde annesinin başına susturucu silahıyla bir el ateş etmişti.
Adamlar defolup gitmişti.
Annesinin cansız bedeni salonun ortasında kanlar içinde yatarken, eve babası geldi.
***
Arabayı o kadar yavaş kullanıyordu ki niyetini sanki açıkça belli ediyordu. Yan koltuktaki oğlu sürekli kendisine bakıyordu. Bir açıklama bekliyordu. Gözlerinin önünde annesine dokunmuşlar, daha sonra da öldürmüşlerdi.
Yaşanan bu yıkıcı olaydan sonra iki gün boyunca başkasının evinde kalmışlardı. Bu iki gün içinde babasının ağzını bıçak açmamış, hatta kendisiyle hiç ilgilenememişti bile. Sadece dün gece uyuduktan sonra babası yanına gelmiş, yavaşça saçlarını okşamıştı. Gözlerini açtığında babasının yine utanacağını düşünerek uyuyor numarası yapmıştı.
Şimdi yine aynı şeyler yaşanıyordu. Babası donuk bir şekilde arabayı kullanıyor, başını bir kere bile olsa kendisine çevirmiyordu. Buna rağmen tüm cesaretini toplayıp babasına sordu;
“ Nereye gidiyoruz baba?” dedi ama cevap alamadı. Babasının mimiklerinden çok üzgün olduğunu anlıyordu.
Yavaşça arabayı yolun kenarına çekti. El frenini kaldırdı ve beklemeye başladı. Oğlu hâlâ kendisini izliyordu. Eliyle “gel” işareti yaparak arabadan indi. Tufan da onu izleyerek aynısını yaptı ve koşturarak babasının yanına geldi. Elini uzattı, babasının soğuk elini tuttu. Bu hareketiyle babasının ilgisini çekmeye çalıştı ama başaramadı. Babası elini bıraktı.
Ağır adımlarla yürümeye başladılar. Bir binaya doğru gidiyorlardı. Bina büyük bir binaydı. Kocaman bir bahçesi vardı ve bu bahçesi dikenli tellerle çevriliydi. Birkaç adım daha attıktan sonra binayı daha iyi görebiliyordu. Çok eski ve bakımsız bir binaydı. Duvarlarının sıvaları yer yer dökülmüştü.
Girişine yaklaşınca babası durdu. Kendisine eliyle “bekle” diye işaret yaptıktan sonra binadan içeri girdi. Yaklaşık iki dakika sonra binadan çıktı. Fakat bu sefer tek başına değildi. Arkasından bir adam daha geliyordu. Kim olduğunu tam çıkaramadı. Daha önceden hiç görmemişti. Meraklı gözlerle baktı. Babası yanına geldiğinde yavaşça kendi boyuna gelecek şekilde eğildi. Günlerdir asık olan suratı şimdi zoraki gülümsüyordu. Ama o gülümsemesinin altında bir şeyler vardı.
“ Oğlum… Tufan’ım…” dedi ve durdu. Ellerini oğlunun saçlarına götürdü. Okşamaya çalıştı ama utanmış gibi çekti aniden. Sonra konuşmasına devam etti;
“ Ben gidiyorum oğlum.”
“ Nereye?” dedi aceleci bir tavırla Tufan.
“ Çoook uzaklara.”
“ Beni de götür.” Deyince bakışlarını oğlunun üzerinden çekip bir adım arkasında kendilerini izleyen adama çevirdi Arslan. Suratında zerre mimik olmayan bu adam, bir adım geriye çekildi. Arslan adamdan çektiği bakışlarını tekrar oğluna çevirdi;
“ Olmaz. Benim tek gitmem gerekiyor.” Dedikten sonra oğlunun yüzü düştü ve başını öne eğdi. Bu haline dayanamayan babası;
“ Şşş bana bak, yüzüme bak. Eğer böyle yaparsan beni üzersin.”
“ Gitme sen de o zaman.”
“ Sana bir şey söyleyeyim mi? Gideceğim yer de hep büyük adamlar var. Sen gelirsen orada sıkılırsın. O yüzden seni götürmüyorum. Hem bak ben öyle uzun süre gitmeyeceğim. Geri döneceğim senin yanına.”
“ İnanmıyorum, beni kandırıyorsun.”
“ Hayır kandırmıyorum seni. Bak bu amcaya emanet ediyorum seni, sana o bakacak ben gelene kadar.”
“ Ben tanımıyorum ki onu…”
“ Tanışın o zaman.” Diye oğluna destek vererek arkasında duran yetiştirme yurdunun müdürüne döndüler. Ufak bir göz hareketiyle müdürü harekete geçirdi;
“ Merhaba delikanlı. Benim adım Musa. Senin adın ne?”
“ Tufan…”
“ Memnun oldum. Baban gidiyor ama üzülme bak ben varım burada. Hem sana bir şey söyleyeyim mi, burada benim bir sürü oğlum var. Eğer burada kalırsan onlarla her gün oyun oynarsınız. İstediğiniz yemeği yersiniz. Ne yapmak istiyorsan onu yaparsın.” Dedikten sonra Tufan’ın gözleri ışıldadı. Çocuk masumiyetiyle babasını unutmuş, yetiştirme yurdundaki kader arkadaşları ile oynayacakları oyunların hayaline dalmıştı. Babası, onun yüzündeki mutluluğu görünce biraz olsun rahatladı;
“ Anlaştık değil mi oğlum?” diye sordu. Tufan anlaştık manasında başını salladı. Babası, bu hareketi görünce oğlunu bağrına bastı ve saçlarını kokladı. O kadar sıkıyordu ki, Tufan’ın nefesi kesilecek gibiydi. Babası onu rahat bıraktıktan sonra ayağa kalkıp müdürün koluna girdi ve iki adım ileriye gittiler. Cebinden bir tomar para çıkarıp müdürün cebine sokuşturdu. Parayı verirken de önemli bir şeyler söylüyordu. Kaşları bazen çatılıyor bazen gevşiyordu. Bazen işaret parmağını müdürün göğsüne dokunduruyor bazen de avuç içini kalbinin üzerine götürüp bir şeyler vaat ediyor ve “bana güven” mesajı veriyordu. Müdürle konuşması bittikten sonra ayrılma vakti gelmişti. Oğlunun yanından hızlıca uzaklaşmak istedi. Ardı ardına dört-beş adım attığı sırada arkasından oğlunun sesini işitti;
“ Babaaa… Beni de götür…” diyordu. O kadar içten istiyordu ki bunu, eğer arkasını dönseydi bir daha gidemeyecekti. Gözlerinde biriken yaş yanaklarından süzülürken, kulağında oğlunun sesi yankılanıyordu.
Arabasının kapısını açtı ve hızlıca kontağı çevirdi Arslan. Gaza basarak uzaklaşırken, artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Devam edecek…
Sonraki bölüm adı:
“Yardımın Gerek!”