Doç. Dr. Emete GÖZÜGÜZELLİ

Doç. Dr. Emete GÖZÜGÜZELLİ

[email protected]

SINIRLANDIRMA HUKUKU VE DOĞU AKDENİZ UYGULAMALARI

13 Nisan 2022 - 15:26

SINIRLANDIRMA HUKUKU VE DOĞU AKDENİZ UYGULAMALARI

Yayınlanan makale "Deniz Hukuku Rejimi Üzerine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İç Hukuk Uygulamaları ve Çıktıları" makalesinin bir bölümüdür.

“Doğu Akdeniz’de Rum tarafının tek yanlı ilan ettiği münhasır ekonomik bölge” cümlesi sıklıkla bazı basın[1] organlarında yer almaktadır. Bu tanım doğrultusunda münhasır ekonomik bölgenin tek taraflı ilan edilip edilmeyeceği öne çıkan bir konudur. Bu sebeple öncelikle “deniz sınırı (maritime limit) ve deniz sınırlandırmasının (maritime delimitation) birbirinden farklı iki tanım”[2] olduğunu muhakkak belirtmek gerekmektedir. Zira deniz sınırı bir kıyı devletinin kendi yetki alanlarını içermektedir. Bu kapsam ile deniz sınırı tek taraflı (unilateral) bir karaktere sahiptir[3].

Deniz sınırlandırmasının karakteristiğine bakıldığında ise, iki veya daha fazla Devlet arasındaki deniz haklarının örtüşmesinden veya belirlenmesinden kaynaklanan meselelerde öne çıkan bir durumdur. Bunun içindir ki bugün, “deniz sınırlandırmasıyla ilgili birçok ikili anlaşma vardır”[4]. Başka bir ifadeyle, deniz sınırı sınırlandırılması, en az iki devletin uluslararası hukuka uygun bir şekilde anlaşması yoluyla gerçekleşmesi gerekmektedir[5] . Dolayısıyla, deniz sınırlandırmasının yalnız başına veya tek taraflı bir eylem olarak etkin olamayacağı uluslararası hukukta genel kabul görmüş ilkedir. Bu durum Uluslararası Adalet Divanı (UAD) önündeki Maine Körfezi davasında vurgulanmış ve “sınırlandırmanın birden fazla devlet arasında olması gerektiği açıklanmıştır”[6]. İlgili Davada Mahkeme (UAD) aşağıdaki hükmü vermiştir:

 “Karşıt veya bitişik kıyıları olan Devletler arasında hiçbir deniz sınırlamasının, bu Devletlerden biri tarafından tek taraflı olarak gerçekleştirilemeyeceği, bu tür bir sınırlamanın, iyi niyetle yapılan müzakerelerin ardından ve olumlu bir sonuca ulaşmak adına asıl niyeti için bir anlaşma yolunun aranması ve gerçekleştirilmesi gerekmektedir”[7].

Divan’ın anılan kararı, hiçbir Devlet yada kurumun, örneğin Doğu Akdeniz’de devam eden ihtilaflara rağmen deniz sınırlandırmaları olmuş gibi harita yayımlayamayacağına kati ilke olarak sunmaktadır. Deniz sınırlandırması için ilk şart iyi niyetle müzakereler ve anlaşmadır. Mahkeme bu anlaşmanın yapısının nasıl olması gerektiği konusunda paragraf 112(2) ile açıklık getirmiştir. Buna göre:
Her iki durumda da, sınırlama, hakkaniyet kriterlerin (equitable criteria) uygulanması ve alanın coğrafi konfigürasyonu (geographic configuration of the area) ve diğer ilgili koşullarla ilgili olarak (other relevant circumstances), uygun bir sonuç elde etmeyi sağlayacak (an equitable result) pratik yöntemlerin kullanılması ile gerçekleştirilmelidir”[8].

Başka bir ifadeyle, sınırlandırma yoluna gidecek devletlerin en başta hakkaniyet ilkeleri ışığında hareket ederek tüm ilgili durumları dikkate alarak “hakça sonuca” varmalıdır.

Netice itibarıyla deniz sınırlandırması tek taraflı bir eylem görülmemiş aksine “doğası gereği çok taraflı”[9] bir işlem olduğu vurgulanmıştır. Şüphesiz sınırlandırmanın bu kati yapısı olası ihtilaflara adilane bir surette iştirak edebilmek imkânını vermek maksadıyla tarafların müzakereleri sonucu, münasip usulün deniz sınırlandırılmasında benimsenmesi ihtiyacını doğurmaktadır.

Esasen, deniz sınırlandırma sistemi, 19.ve 20.yy’da 5 temel sistemde gerçekleştirilmiştir; “Ortay Hat Sistemi (Median-Line), Kıyı şeridinin genel yönüne doğru Dikey çizgi çizimi (the drawing of a line perpendicular to the general direction of the coast), Kara sınırının uzantısı; (the prolongation of the land boundary), Thalweg hattı (Thalweg Line) ve Ortak bölge sistemi (Common-Zone system). Bu 5 sistem devletlerin uygulamaları, içtihat ve teoride yerini almıştır[10] . Başkaca yazarlar ise deniz sınırlandırma yöntemlerini aşağıdaki şekilde belirtmiştirler;

 “a) Thalweg çizgisi veya derin su hattı (line of deepest water),
 b) Ortay hat veya eşit uzaklık hattı (median line or equdistant line),
c) Kıyı boyunca dikey hat (the Perpendicular direction of the coasts),
d) Enlem paralleleri veya boylam meridyenlerinin kullanılması (use of parallel of lattitude or meridian of longtitude),
e) Doğal sınır kavramı (jeomorfolojik ve jeolojik faktörler ile kıta sahanlığını belirleme veya münhasır balıkçılık bölgesi veya münhasır ekonomik bölgede ekonomik faktörlerin belirlenmesi)”[11].

Tüm bu formülasyonlar neticesinde klasik hukuktan kaynaklanan eşit uzaklık (equdistance) ve Thalweg çizgisi (Thalweg Line) ile diğer ilgili sınırlandırma yöntemlerinin 1958 Cenevre Sözleşmeleri ve 1982 BMDHS’de belirgin bir şekilde ifade edilmediği, sadece karasuları sınırlandırmasında[12] tek basit yöntem olan “ortay hat” sistemine vurgu yapılmıştır. Her iki açıdan, 1958 Cenevre Sözleşmeleri ve 1982 BMDHS dört tip[13] sınırlandırma rejimi öngörmesine karşın sınırlandırma ilkelerinin neler olabileceği üzerine net tanım yapılmamıştır. Bu bağlamda konumuz ile ilintili olan 1982 Sözleşmesi doğrultusunda münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı sınırlandırma hükümleri olan madde (74 (1) ve 83(1))’te ortay hat tanımına doğrudan bir atıf yapılmadığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle sınırlandırma metodolojisinin ;“Sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletlerarasında …sınırlandırmanın, “hakkaniyete” uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38. Maddesinde belirtildiği şekilde uluslararası hukuka uygun olarak anlaşma ile yapılacağı”(BMDHS, madde 74(1) .madde 83(1)) belirtilmektedir. Bu hükmü ile sınırlandırmada tamamen hakça sonuç emir olunmaktadır. Pek tabii ki ilgili hükümlerin göz ardı edilerek bir iç hukuk düzenlemesine gidilmesi de hakkaniyete aykırı sonuçların üretilmesine imkân yaratabilecektir.

Söz konusu durum farklı sınırlandırma sistemleri ortaya koyan Devletler arasında süregelen deniz sınırlandırma ihtilaflarında sulh ve sükûnun mazhar olunmasının bizatihi zorluklarını da beraberinde sürükleyecek karakterdedir. Lakin sözleşmenin öngördüğü temel hedef hakça sonuca anlaşma ile varılması yönünde zorunlu bir vazifeyi deruhte etme kabiliyeti tatbikiyesinin Devletler tarafından beklendiğidir. Zira bitişik kıyı devletleri arasında deniz sınırlandırmasıyla ilgili genel kabul görmüş kural olmamakla birlikte karşıt kıyılar arasında sınırlandırmada da uygulanabilir bir hukuk bulunmadığı [14] belirtilmektedir.  Dolayısıyla, 1958 Cenevre Sözleşmeleri ve 1982 BMDH Sözleşmesi dikkate alındığında “sınırlandırmada devletler açısından bir uygulanabilir hukuk (opinio Juris) [15]  tanımı yapmanın zorluğu”[16] mevzuubahis olmaktadır. Bu zorluğun,  her coğrafyada yer alan deniz alanın kendine özgü bir yapısı olmasından kaynaklanmış bulunmasından dolayı gerçekleşebileceği belirtilebilir. Öte yandan, Devletlerin, sınırlandırmada belirli bir kuralı zorunlu olarak kabullenme hususunda ne derece istekli olup olmadığı ayrı bir konudur. Prosper Weil, “Devletlerin herhangi bir kuralı kabul etmekte gönülsüz olduklarını, bunun yerine, coğrafi faktörler de dâhil olmak üzere koşulların kendine özgülüğü için müzakereler sırasında bir sınırlandırma anlaşmasına varılması için tartışmaların sürdüğünü”(1993)[17]  ifade etmektedir. Tüm bu tartışmalara rağmen, yine de, MEB / kıta sahanlığı sınırlandırmaları için içtihat hukukunca, başlıca iki temel yöntem uygulanmaktadır: hakça ilkeler / ilgili durumlar ve eşit uzaklık / özel durumlar. Son dönem mahkemelerinde ise 3’lü Yaklaşım esası benimsenmiştir. Buna göre; geçici eşit uzaklık-değiştirme yâda düzeltme için ilgili durumların tespiti-orantısızlık prensibi. Bu tutum ilgili durumların zorunlu –priori-yapısını sunmaktadır.

Belirtmek gerekirse, deniz hukuku kodifikasyon belgelerinde eşit uzaklık ilkesine sadece 1958 Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6. Maddesi ve 1982 BMDHS’nin karasuları sınırlandırmasını öngören 15. Maddesinde yer vermektedir. Dolayısıyla iç hukukta tüm sınırlandırmalar konusunda sadece ortay hat/eşit uzaklık prensibine atıf yapmak adilane bir tutum olmayacaktır.

Bu yaklaşım 1969 Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davalarında eşit uzaklık prensibinin uygulanabilirliğinin değerlendirilmesinde ilgili durumların varlığı münasebetiyle sınırlandırmada öncül ilke görülmemesi ile sonuçlanmıştır. Başka bir ifadeyle, eşit uzaklık ilkesinin 1982 Sözleşmesinde yer alan sınırlandırma hükümlerinde "öncelikli zorunlu (a priori compuslory) ya da mutlak (absolute)" bir ilke olmadığı 1969 Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davalarından beri vurgulanmaktadır[18].  

Kuzey Denizi Davaları’ndan itibaren, hakça ilkeler ve ilgili durumlar (equitable principles and relevant circumstances) prensibi geliştirilmiş ve ilerletilmiştir. Lakin daha sonra içtihat hukuku 2001 Katar Bahreyin Deniz Sınırı Sınırlandırması ve Karasuları Meselesinde, “karasuları ile ilgili olan “eşit uzaklık/özel durumlar ilkesi” ile 1958’den beri içtihat hukukunda geliştirilen ve Devlet uygulamalarının kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgede tercih ettiği “hakça ilkeler ve ilgili durumlar ilkesinin” birbiriyle yakından ilişkili olduğu”[19] kanaatine varmıştır. Dolayısıyla hangi sınırlandırma davası olursa olsun, hakça sonuca varmanın önemi farklı mahkemelerde vurgulanan konu olmuştur. Örneğin, Barbados ile Trinidad ve Tobago Tahkim Davasında, Mahkeme, “paragraf 221’de BMDHS'nin 74 (1) ve 83 (1) maddelerinin münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı sınırlandırmasında uygulanabilir kanunlar olduğunu belirterek,  kıyıları bitişik ya da karşıt sahilleri olan devletlerin deniz bölgelerini sınırlandırmada uluslararası hukuk temelinde UAD Statüsünün 38.maddesinde belirtildiği şekilde hakça sonuça ulaşmak için anlaşma ile etkili olabileceği”[20](2006) belirtilmiştir.

Dolayısıyla, sınırlandırma ihtilaflarında uluslararası mahkemelerin izlediği yol hakça sonuç öngören sınırlandırmanın gerçekleştirilmesidir. Bu bağlamda kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlandırmaları üzerine  BMDHS’nde zorunlu bir sınırlandırma metodolojisi belirtilmemektedir. Bu noktadan hareketle, özellikle de GKRY ve Mısır arasında 17 Şubat 2003’te[21] imzalanan  “Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Andlaşmasının” sadece ortay hat esasında 8 coğrafi koordinat ile belirlenmesi ya da GKRY ve İsrail arasında 17 Aralık 2010’da[22] gerçekleştirilen “Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmasında” 12 bölge koordinatı ile yeniden ortay hat esasında ikili “anlaşma” yapılması 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku çerçevesinde iki ülkenin verdiği bir karar olarak değerlendirilse bile, BMDHS’nde öngörülen hakça sonuç ilkesine aykırılık oluşturmuştur. Başka bir ifadeyle, her iki “anlaşma” Doğu Akdeniz bölgesinin coğrafi özelliklerini ve ilgili durumlarını dikkate almadan gerçekleştirilmesinden ötürü komşu ülkeler ile ihtilaflar doğmasına sebep olmuştur. Zira GKRY’nin adı geçen anlaşmalarda uyguladığı “ortay hat” prensibi kendi iç hukukuna dayanarak belirlenmiştir. GKRY, BMDHS’ne taraf olduğu halde, Sözleşmede 74 (1) ve 83(1) maddelerde öngörülen sınırlandırma ilkelerinin şartlarını takip etmeyerek, sadece karşıt devletler ile sınırlandırma yoluna gidebileceğini ve bunu da sadece “ortay hat/eşit uzaklık ilkesi” esasına göre belirleyebilecekleri öngörülmektedir.  Nitekim GKRY-Mısır arasında gerçekleştirilen  “Münhasır Ekonomik Bölge Andlaşması” Türkiye’nin batı kıta sahanlığını ihlal etmesinden ötürü Türkiye, 2 Mart 2004 tarihli Bilgi Notu ile ilgili “Andlaşma’nın” hukuken geçersiz ve yok hükmünde (null and void) bulunduğuna dair itiraz mektubunu BMGS’ne tevdi etmiştir[23]. Yine İsrail-GKRY arasında gerçekleşen anlaşmanın Lübnan’ın 860km2 deniz alanını ihlal etmesinden[24] ötürü Lübnan, ilgili anlaşmanın uluslararası hukuk nezdinde geçersizliğini ifade eden mektubunu BMGS’ne tevdi etmiştir (20 Haziran 2011 tarihli BMGS’ne Tevdi Edilen Mektup)[25]. Lübnan ve GKRY arasında 17 Ocak 2007 tarihli Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Andlaşması da ortay hat/eşit uzaklık ilkesine göre belirlenmiş ve Akdeniz’in doğusunun sınırlandırmasını 6 noktanın 3 düz hat parçasıyla çizilmesi ile oluşturulmuş olmasına rağmen, Lübnan Parlamentosu tarafından kabul edilmemiştir. Lübnan ile gerçekleştirilmeyen “Andlaşmanın”, giriş bölümünde taraflar,  iyi komşuluk ve işbirliği bağlarını güçlendirmek istediklerini beyan etmiş ve özellikle de 2004 yılında Güney Kıbrıs’ın, Avrupa Birliğine girmesinin sonucu olarak, “kendi münhasır ekonomik bölge” sularındaki balıkçılık faaliyetlerinin “Avrupa Birliği rejimine” tabi olacağı öngörülmüştür.

Söz konusu ihtilafların[26] doğmasına etken olan unsurun temelde iç hukuk mevzuatları uyarınca sadece ortay hat/eşit uzaklık tayin edilmesi ve ilgili/özel durumları katiyen dikkate almamayı kabul eden katı bir çizginin katalizör rolü göz ardı edilmemelidir. Başka bir ifadeyle, GKRY’nin sadece ortay hat esası ile yarı kapalı deniz konumundaki Doğu Akdeniz’de coğrafi özellikler ve ilgili durumları dikkate almadan hareket etmesi esasen 1982 Sözleşmesi’nin doğasına ve uluslararası içtihat hukuku kararlarına da aykırılık teşkil etmektedir[27]. İlgili durumlar hakça sonuca varılmasında uluslararası yargı kurumlarınca dikkate alınan bir uygulamadır. Dolayısıyla söz konusu ihtilafların doğmasına sebep olan sınırlandırma anlaşmalarının hakça sonuç doğurmadığı ortaya çıkan ihtilaflardan anlaşılmaktadır. Oysa hakkaniyet ilkesi ve ilgili durumlar, 1969 Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davalarından bugüne uluslararası yargı aşamalarında, sınırlandırma hukukuna makullük katarak hakların kötü kullanılmasını engelleyen adil paylaşım ve tahsisi hakça sonuç sağlamak adına standartlar sağlayan hukuki ilkedir. Hakkaniyet prensibi (equity principle) özde hukukun verdiği katı zorlukları hafifleten ilkedir. Dolayısıyla, hakkaniyet ilkesi ve hakça sonuç şartı Uluslararası Adalet Divanı’nın 38. Statüsü’nde önemle vurgulanmaktadır.

Nitekim bugün Türkiye ve GKRY arasında hakkaniyet ilkesinin uygulanması konusundaki görüş ayrılıkları, iki taraf arasında deniz sınırı sınırlandırma konusu üzerindedir. Tarafların uluslararası yargı önüne gideceklerine dair akdettikleri “Tahkim Sözleşmesi” yoktur. Türkiye açısından, kıta sahanlığının sınırlarının belirlenmesinde uygulanacak uluslararası hukuk kurallarının, Uluslararası Adalet Divanı’nın Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı kararında ifade edilen ve gerek devlet uygulamaları ile gerek ise Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile teyit edilen teamül kuralları çerçevesinde müzakereler yolu ile andlaşma yoluna gidilmesi gerektiği belirtilmektedir. Türkiye’ye göre, hakça ilkelerin dikkate alınmaması uluslararası hukuka aykırıdır. Diğer taraftan GKRY, ilgili coğrafyada özel veya ilgili durum bulunmadığını bu nedenle sınırlandırmanın yalnızca ortay hat (eşit uzaklık) prensibi ile olabileceğini savunmaktadır. Oysa temel ilke, taraflar arasında anlaşmaya varılamayan hallerde, sınırın hakça ilkelere uygun olarak belirlenmesidir. Bu nedenle uluslararası yargı organları “devletlerin özel coğrâfî konumları nedeni ile âdil olmayan ve orantısız bir kıta sahanlığına sahip olmalarını hakkaniyet ilkesini uygulamak sureti ile engellenmeye çalışmıştır”[28].Yani, hakkaniyet (equity), mevcut yasayı düzeltmek veya değiştirmek için bir araç değil, doğrudan uygulanabilir bir hukuki 'ilke' olarak kullanılmıştır.

Dolayısıyla hakça ilkeler, eşit uzaklığın bir sınırlandırma yöntemi olarak oluşturabileceği eşitsizliğin, ilgili durumların da dikkate alınmasıyla, hakça sonuca ulaşılmaya öncüllük eden bir hukuki prensip olarak değerlendirmek mümkündür. Esasen uluslararası mahkemeler bugüne kadar hakça ilkeleri bir liste halinde paylaşmış değildir. Ancak yine de ilgili durumlarla alakalı liste genel olarak coğrafik ve coğrafi olmayan faktörlerle açıklanmaktadır[29]. “Coğrafi faktörlerde şu hususlar dikkate alınmıştır;  kıyıların konfigürasyonu[30], ilgili bölgenin coğrafyası[31], kıyı uzunluğu farkı ve orantısallık, adaların varlığı[32],  sularla örtülen yükseltiler (low tide evaluations) ve çıkıntı (promontories)[33], üçüncü devletlerin varlığı ve bölgesel uygulamalar)[34] ve coğrafi olmayan faktörlerde ise; dış kıta sınırlandırma amacında jeolojik ve jeomorfolojik deniz yatağı , tarihsel haklar[35], tarafların önceki davranışları[36], keşif ve işletme aktiviteleri[37], güvenlik düşünceleri[38], gemicilik çıkarları[39] vb.[40]”. Coğrafi faktörler, sınırlandırmada uluslararası yargı kurumlarının ön plana çıkardığı katı (hard) prensipler iken, coğrafi olmayan faktörler daha az önem oluşturması açısından yumuşak (soft) prensipler olarak belirtilebilir[41].

Netice itibarıyla, Doğu Akdeniz’de GKRY tarafından icra edilen sınırlandırma faaliyetlerinde “ilgili durumlar” mevcut mevzuatlarında öngörülmemesi ve sadece “ortay hat” prensibinin  kabul görmesi tüm ihtilafların oluşmasının özünde yatan sebep olarak değerlendirmek mümkündür. Zira Devletler iç hukuk uygulamaları dışına çıkan adım atamazlar. Kaldı ki uluslar arası andlaşmalar iç hukukta kanun hükmünde işlem görür. Hiçbir devlet uluslar arası anlaşmaya taraf olup onun öngördüğü prensiplerden sadece kendi çıkarına uygun olanı iç hukukunda uygulamayı prensip edinemez. Kıbrıs meselesi sürerken, İngiliz üsleri ile bir yan sınırlandırma gerçekleştirilmemişken iç hukukta hiçbir deniz yetki alanlarına yönelik yasada yan sınırlandırma öngörülmemesi ayrı bir tartışma konusudur. Bu çalışmanın diğer bölümünde ortaya konacak olan iç hukuk uygulamaları uluslar arası hukuk nezdinde öngörülen ilkeler nezdinde daha kolay anlaşılacaktır.

Harita 1:Yunanistan ve GKRY’nin iddia ettiği “Münhasır Ekonomik Bölge Alanları”


Kaynak: Mazis,2011, Akt:Barnabis, 2018[42]

Bu değerlendirmelerle birlikte, bir devletin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge unvanı kıyı cephesi veya kıyıların projeksiyonu boyunca değerlendirildiği dikkate alındığında, Kıbrıs’ın toplam 821.97 kilometre veya 510.75 mil kıyı şeridinin, 316.19 kilometrelik bölümünün Güney Kıbrıs’ın, 420.55 kilometrelik bölümünün de KKTC’nin kontrolünde[43] olduğu görülmektedir.  “1960 Kuruluş Anlaşması ile belirlenen Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait kıyı şeridi uzunluğu ise 745.89 kilometre veya 463.47 mildir. Kuruluş Anlaşması’nda belirlenen Ağrotur Egemen Üs Bölgesi’nin toplam kıyı şeridi uzunluğu 53.11 kilometre veya 32.99 mil, Dikelya Egemen Üs Bölgesi’nin toplam kıyı şeridi uzunluğu da 22.98 kilometre veya 14.28 mildir. 1974’ten beridir KKTC’nin kontrolünde bulunan toplam kıyı şeridi: a) BM denetimindeki ara bölgenin kuzeyindeki, Ada’nın kuzeybatısından güneydoğusuna uzanan kıyı şeridinin toplam uzunluğu 420.55 kilometre veya 261.32 mil;  b)Erenköy’ün toplam kıyı şeridi 4.94 kilometre veya 3.07 mildir. Kıbrıs’ın BM denetimindeki ara bölge olmayan ve KKTC’nin kontrolü altında bulunmayan bölgesinin toplam kıyı şeridi uzunluğu 316.19 kilometre veya 196.47 mildir. BM’nin kontrolündeki ara bölgenin kıyı şeridi: a)Erenköy’ün batısına doğru 0.89 kilometre veya 0.55 mil, Erenköy’ün doğusuna doğru 0.64 kilometre veya 0.4 mil, Aşağı Pirgo’nun doğusuna doğru 1.35 kilometre veya 0.84 mil ve Dikelya’nın kuzeyine doğru 1.33 kilometre veya 0.82 mil[44]dir”. Tüm bu veriler bize göstermektedir ki Kıbrıs adası üzerinde iç hukukta karasuları yan sınırlandırması konusu da önem arz etmektedir. Örneğin, KKTC ile GKRY arasındaki yan sınırı sınırlandırması için, GKRY’nin kendi iç hukukunu uluslararası hukuka uygun olarak yeniden düzenlemesi ve yan sınırlandırmaya yer vermesi ile mümkün olabilecektir[45].
 

 
[1] Doğu Akdeniz'de "kritik 48 saat",Kıbrıs Postası,21 Şubat 2018, http://www.kibrispostasi.com/c58-GUNEY_KIBRIS/n243298-dogu-akdenizde-kritik-48-saat-21022018 (Erişim: 5.08.2018): Rum Yönetiminin Tek Taraflı İlan Ettiği MEB Geçersiz", Haberler, 27 Şubat 2018, https://www.haberler.com/rum-yonetiminin-tek-tarafli-ilan-ettigi-meb-10607732-haberi/(Erişim : 5.08.2018).
[2]Nuno Marques, Antunes., Towards the Conceptualisation of Maritime Delimitation ,(Leiden: Martinus Nijhoff Publishers), 2003, ss.6-7
[3] Yoshifumi Tanaka, Predictability and Flexibility in the Law of Maritime Delimitation, (Portland: Hart Publishing,) 2006, s. 8
 
[4] Malcom. D.Evans, “Maritime Boundary Delimitation: Where Do We Go from Here?”, in David Freestone, Richard Barnes, and David M. Ong (eds.), The Law of the Sea: Progress and Prospects, Oxford: Oxford University Press, 2006, s.137.
[5] Tanaka, Predictability and Flexibility,s.8
[6] Kanada ve Amerika Arasında Maine Körfezi Deniz Sınırı Sınırlandırmasına İlişkin Dava, UAD Raporları, 12 Ekim 1984 Kararı,  ss.1-109, üst sayfa 244-352, parag.112(1): https://www.icj-cij.org/files/case-related/67/067-19841012-JUD-01-00-EN.pdf (Erişim:2.08.2018)
[7] UAD,1984,  parag.112(1)
[8] UAD, 1984, parag.112(2).
[9] Tunus ve Libya Arasında Kıta Sahanlığı Davası, UAD Kararı, 24 Şubat 1982, ss.1-80, üst sayfa: 16-84,parag.87: https://www.icj-cij.org/files/case-related/63/063-19820224-JUD-01-00-EN.pdf (Erişim Tarihi: 2.08.2018); Tanaka, Predictability and Flexibility, üst s. 6, s.8
[10] Tanaka, Predictability and Flexibility,s. 19
[11] Leonard Legault ve Blair Hankey, Methods, Oppositeness and Adjacency and Proportionality in Maritime Boundary Delimitation, Charney, J. I, ve Alexander, L., M., (ed), International Maritime Boundaries, akt.The American Society of International Law, 1993, s.203, https://www.unb.ca/fredericton/law/library/_resources/pdf/legal-materials/nlns-arbitration/methodoppositenessandadjacency_leonardlegaultandblairhankey_opt.pdf (Erişim :3.07. 2018)
[12] 1982 Sözleşmesi’nin 15. Maddesi  karasuları dış sınırının karşılıklı sahillerde anlaşma ile belirlenir, anlaşma olmadığı takdirde sahillerden eşit uzaklıkla çizilecek orta çizgi sınırı varlığı halinde ortay hat esası uygulanır. Tarihi haklar uzun süreden beri kullanılan ve diğer devletlerce karşı çıkılmayan haklardır. Özel durumlar ise jeolojik, jeofizik, topografik unsurlar, kıyıların durumu, adalar, körfezler, adaların kendi ülkesine ve diğer ülkeye mesafesi, büyüklüğü, ekonomik ve sosyal durumu, ilgili bölgede başka deniz sınırlarının varlığı, seyrüsefer emniyeti, petrol kaynaklarının varlığı gibi unsurları kapsamaktadır” .
[13] a)Karasularının Sınırlandırması (Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi madde 12 ve 1982 BMDHS madde 15,b)Bitişik Bölge Sınırlandırması (1958 ve BMDHS madde 33);c)Kıta Sahanlığı Sınırlandırması (1958 Kıta Sahanlığı Sözleşmesi madde 6 ve BMDHS madde 83);d)Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırması (BMDHS madde 74)
[14] Antunes, Maritime Delimitation, üst s. 5, s.412; Tanaka, Predictability and Flexibility, üst s. 6, ss.137-138
[15] Uluslararası teamül hukukunun iki unsurundan birisidir. İlki "state practice" olarak geçen devlet uygulamalarıdır; ikincisi de opinio juris denen ve devletlerin belli bir konuyla ilgili hukuk kuralıyla bağlı olduklarına dair inançtır. Opinio Jurisi uluslararası hukukta, bir yapılageliş (teamül ya da örf adet) kuralının doğması için, aynı yönde davranışların sürekli olarak tekrarlanması yeterli olmayıp, bu davranışların hukukun bir gereği olarak zorunlu olduğu konusunda ortak bir inancın varlığı gerekmektedir.
[16] Tanaka, Predictability and Flexibility, ss.137-138
[17] Prosper Weil, “Geographic Considerations in Maritime Delimitation”, in Jonathan I. Charney and Lewis M. Alexander (eds.), International Maritime Boundaries,(Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers), 1993, Volume I, ss.123, 130.
[18] Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS) önündeki Bengal Körfezi'ndeki Bangladeş ile Myanmar arasındaki Deniz Sınırlaması davasında, aynı zamanda, eşit uzaklık ilkesinin "geçici" hat inşası ve ilgili durumların tespiti ile ilgili metodolojik tavrı teyit eder yaklaşımda bulunmuştur. Bakınız; Bangladeş ve Myanmar Arasındaki Bengal Körfezi'nde (Bangladeş / Myanmar) Deniz Sınırının Sınırlandırılmasına İlişkin  Dava, 2012, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS), No. 16, Karar 14 Mart 2012, ss.1-292,: https://www.itlos.org/fileadmin/itlos/documents/cases/case_no_16/published/C16-J-14_mar_12.pdf ( Erişim:14.07. 2018); Ayrıca bakınız; Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları, UAD Kararı, 1969; Barbados ve Trindad ve Tobago Cumhuriyeti arasında Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırması, Tahkim Kararı, 2006.
[19] Katar ve Bahreyn Arasında Deniz Sınırlandırması ve Karasal Sorular Hakkındaki Dava, 2001, UAD, 16 Mart 2001 tarihli karar, ss.1-84,parag.231,

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar