FLAŞ HABER

Marksistlerin "Devrim" Tutkusu ve Ülkücülerin "Kendine Dönüş Hareketi" - Seyyid Ahmet Arvasi

Marksistlerin "Devrim" Tutkusu ve Ülkücülerin "Kendine Dönüş Hareketi" - Seyyid Ahmet Arvasi
01 Ekim 2019 - 23:51 - Güncelleme: 31 Aralık 2019 - 23:03

MARKSİSTLERİN "DEVRİM" TUTKUSU VE ÜLKÜCÜLERİN "KENDİNE DÖNÜŞ HAREKETİ"

Marksist sosyologlar, ihtilâlleri, altyapının değişmesi neticesinde, eski mülkiyet ilişkilerinden ibaret bulunan üst-yapı arasında "çelişme ve çatışma" meydana geldiğinden ve yepyeni bir "üst-yapı" ihtiyacı ile eski müessese ve değerlerin toptan bir çökmesi veya yıkılması tarzında anlar ve yorumlarlar.

Onlara göre yeni "üretim ilişkileri", eski "mülkiyet ilişkileri" ile çatışır ve "devrim" mukadder olur. Marxistler, ihtilâllerin kaçınılmaz olduğunu, sosyal değişmenin vazgeçilmez unsuru bulunduğunu iddia ederek, normal bir "tarihi olgu" olarak kabul ederler.

Oysa ihtilâller, sosyal problemlerini çözmede güçlük çeken, ilim ve eğitim yolu ile hâl çaresi bulunmayan, sosyal değişmeyi " demokratik yollardan" başaramayan , geri kalmış memleketlerde ortaya çıkar. Yani, normal yollardan değişemeyen cemiyetlerde, teşekkül eden tazyikin birden boşalmasıdır. Normal bir sosyal değişme şekil değil, bir sosyal patlamadır.

Bu sebepten olacak, ihtilâlciler, hazırlıklarını başlattıktan sonra zaman içinde bulundukları cemiyeti çok iyi etüd ederler. Cemiyet içinde, kendiğini mağrur, mazlum ve haksızlığa uğramış bilen fert ve kitlelere yanaşırlar. Onların hırslarını, kinlerini, ıstıraplarını tazeler ve kanatırlar. Böyle bir şey yoksa icat ederler. Böylece "şuur-altına" itilmiş ve orada olgunlaşmış " kin ve ateş" körüklenerek "şuur" sahasına çıkarılır. Ondan sonrası kolaydır. Çünkü "cepheler" teşekkül etmiştir. Ateş tutuşturulmuştur. Artık ihtilâlci için bütün mesele, bu yangını körüklemektir. Bu duruma düşen bir cemiyet, uzun süre kendini kurtaramaz, ıstıraplarını kan ve gözyaşı ile tazelenir durur.

Bu sebepten Türk-İslâm Ülkücüleri, ihtilâl tehlikesine karşı dâima uyanık olmakla birlikte, prensip olarak "ihtilâlci" değildirler. İhtilâli "normal bir sosyal olgu" olarak kabul etmezler. Onlar "rönasansçı"dırlar, sosyal değişmeyi , bir milletin tarihî şahsiyeti içinde "yeniden doğuşu" olarak görürler, yabancılaşmadan çağdaşlaşma olarak değerlendirirler...

Türk-İslâm Ülküsüne göre, kültür emperyalizmine maruz kalan memlekette bütün müessese ve değerlerde soysuzlaşmalar ve sapmalar görülür. Kültür ikileşmeşleri, değer çatışmaları, kadro boğuşmaları milleti rahatsız etmeye başlar. Yabancılaşmış kadrolar, sosyal hayatın işleyişini bozmaya, sosyal müesseselerin ve değerlerin fonksiyonlarını engellemeye ve milliyetçi kadroları "dağıtmaya" kadar gidebilir. Millet, millî müessese ve değerlerin ikinci plâna atılması ve itilmesi neticesinde yaşama şevk ve ümidini kaybedebilir... Başka milletlerin kopyacısı ve takipçisi olmaktan doğan şevksizlik milletteki dinamizmayı zayıflatabilir...

İşte, böylece, yabancı kültür ve kadroların esaretine giren bir milleti Bilge Kağan'ın "Orhun Âbidelerindeki" nârasına eş bir seslenişle uyandırarak "yeniden kendine döndürmeye" ve kendini buldurmaya , yeni bir ümitle, şevkle romantizmle kendini işlemeyip geliştirmeye sevk edebilen harekete "rönesans" diyoruz. Bu kelimenin Türkçesi "yeniden doğuş" olmalıdır, Türk-İslâm kültür ve medeniyeti içinde "yeniden doğuş" ve "yepyeni doğuş."

Seyyid Ahmet Arvasi

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları
00:50