Sevda GASİMOVA

Sevda GASİMOVA

[email protected]

NİZAMİNİN TÜRKLÜYÜNÜ İNKAR ETMEK FACİALI “HABEŞLİK”TİR

10 Şubat 2012 - 18:09

Sevda Gasımova

 

NİZAMİNİN TÜRKLÜYÜNÜ İNKAR ETMEK FACİALI “HABEŞLİK”TİR

 

(Mehmet Emin Rasulzadenin sunumunda)

 

Söz meydanı şimdi bu gün benimdir,
Benimkinden yüksek şiir kimindir?!

 Büyük Azerbaycan şairi Nizami Gencevi kendisini böyle tanıtıyor.Onu Yakın ve orta Doğuda,hemçinin bütün dünyada meşhur kılan “Hamse”sinin içerdiyi poemaların adları  ise aşağıdakı şirinde çekilir.

 Hazırladım ben evvelce “Mehzeni”,
Tutmadı zeiflik bu işde beni.

Bu suretle yağlı, şirin topladım,
“Hosrov-Şirin” dastanına başladım.

Bundan sonra bir başqa perde açtım,
“Leyli-Mecnun” sevdasına ulaştım.

Bu güsseni bitirmiş oldum hemen
“Yedi güzel” sarayına çektim yüyen.

Şimdi şiirin ben girdim meydanına
Təbil vurdum İskenderin namına.

 Büyük mütefekkir, “Hamse” (Beşlik) müellifi Nizami Azerbaycanın eski başkentlerinden biri olan Gencede doğup,yaşayıp ve defn edildiyi için Nizami Gencevi ismi ile tanınmıştır.Nizami onun tehellüsü yani götürme adıdır.Şairin gerçek ismi ise “İlyas”tır. Atası Müeyyet oğlu Yusif olmuştur.

N.Gencevinin şimdiye kadar malum olan eserleri Farscadır.

Miladi X asrla XIII asr arasında islam Doğusu içiün Fars dili umumi bir devlet ve edebiyat dili olmuştur.Tıpki Fransızca XVII yüzyılda Avrupanın büyük bir kısmında genel idare,ilim ve edebiyat dili olduğu gibi.İranlı, yani Fars olmayan müellifler bile ilmi ve edebi eserlerini bu dilde yazmışlar. Zamanın bu talebine hüsusen Türk yazarlarıı uymuşlar. Bu nedenle de bütün bu eserlere yazdıkları dile göre İran və Fars ədəbiyatı hazinesi sahip çıkmıştır.

Musulman ve Türk dünyasında ilk halk cumhuriyetinin (Azerbaycan Halk Cumhuriyeti-1918) yaratıcısı M.E. Rasulzade      “Azerbaycan şairi Nizami “ eserinde bu hususta yazmıştır:”Görünür ki, İran Arap istilasından yalnız siyasi yönden kurtulmak için değil, kültürel bakımdan dirilmek ve yükselmek için de Türk küvvet ve zekasından geniş mikyasta faydalanmıştır”

 Müellif Nizamini-bu büyük senetkarı beşeriyete sunan tarıhe muraciet edir:

XII yüzyıl büyük Selcuk emperiyasının sügut dönemine tesadüf edir. Melikşahdan sonrakı vereselik kavğaları yüzünden tenezzül eden büyük seltenet yerli emirlikler ve atabeyliklere parçalanmıştı. Mahz bu dönemde islam Doğusu Batıdan haçperestlerin, Doğudan ise bütperest mongolların baskınlarına maruz kalmış, yüzyıllık medeniyet süguta yüz koymuştu.

Bu karışıklık ve sebatsızlık döneminde Anadoludakı Konya sultanlığı gibi,Şirvan şahlığı ile Azerbaycan nisbi emin-amanlıkta olmuş, Doğa islam kültürünün, hüsusen klassik İran edebiyatının mühüm sığınacağına çevrilmişti.

Gence ile Şamahı bu zaman Yakın Doğunun bir medeni merkezi idi.Aslında şiirin en parlak nümayendeleri ve İran edebiyatında mühüm yer tutan ustadlar burada yaranmış mektebde yetişmişdiler.

Doğu ve Batı araştırıcıları tarafindan Nizami daha çok İran edebiyyatına ait şair gibi öğrenilmiş ve  tanıtılmıştır.

Kök salmış bu yanlış tasevvüre bakmayarak, Nizami bizim kanaetimizceAzerbaycan şairidir ve bu hakikat yalnız onun nisbesinin “Gencevi” olmasından ileri gelmiyor.

Nizaminin yaradıcılığı forma bakımından Azerbaycana nisbetde milli deyilse de, hissiyyat, duygu, düşüncə, bilinç və bilinçaltı varlığı ile  yetişdiyi mühite derinden bağlıdır.Bu bağlılık onu bizim gözümüzde Azerbaycanlı bir şair olmaktan başka, bir Azerbaycan şairi de etmiştir.

Nizami kendi mühitinin onun değerini bilmeyip, büyüklüğünü kiymetlendirmediyi üzerine söz açarken eserlerinin bir yerinde (“Yedi güzel”de) “türkcesinin” (“torkiyemra” – “benim türklüyümün”) anlaşılmadığından şikayet edir. “Türklüyü” burada mecazi şekilde yüksek söz manasında kullanan dahinin konuşma dilinin gerçekte türkce olmadığını hiç kimse isbat edemez.Şairin o zaman Azerbaycanda artık büyük ve geniş kütleler teşkil eden Türkler arasında yetişmiş olduğunu, boya-başa çatdığını biliyoruz .Bunun izlerini eserlerinde rast geldiyimiz ve defalarca kullanılmış “Türklük” söz ve mefhumundan da hiss ediyoruz.

M.E.Rasulzade Nizamini böyle tanıtıyor:” Nizami yalnız klassik İran edebiyatında değil, bütün dünya edebiyatında müstesna yer tutan bir şairdir.Onun şiiri, hem kendisi yaratdığı yeni janr (aşk efsanesi), hem bu janr ile tam ahengde olan mezmun ve mana (ruhi tahlil), hem kendine mahsus keskin ifadeli (sembolik) dili, hem heç bir şeyi gözden kaçırmayan kavrayışlı görüş (küdretli tasvir), hem yükseklerde uçan geniş teheyyüllü parlak obraz ve teşbihler, hem de tesadüfe yer vermeden her şeyi dakikleştirip anlatan ve tek bir köke bağlayan kavrayışlı felsefe (vehdeti-vucut nezeriyesi) ile eni-boyu ölçülmeyen kocaman bir eserdir.Bu eserde bizi kendine celp eden amil şair Nizaminin yanında eyni gözellik, küdret ve metinlikle beraber yürüyen filosof Nizamidir. Şaire büyük Hötenin takdir etmiş olduğu derinlik, temkin, sakitliyini temin eden onun bu müdrik munisi, kendi sözü ile desek, “ekdeş”idir.

N i z a m e d d i n  adınıı taşıyan Nizamide Şarkın belki de hiç bir şairine nasip olmayan bir fikir nizamı vardır. Bu nizam, başka ifadeyle desek, bu sistem inceliklerine varılarsa, ahenkdar bir ideologiya ve dünyagörüşü sisteminden ibarettir. Şu sistem öyle bir sistemdir ki, 800 yil bundan önce düşünülmüş olmasına bakmayarak, yaşadığımız bu böhranlı günlerde bile güncel deyilecek kader taze ve  yenidir.

 Sonra M.E.Resulzade Nizamini Doğunun büyük şairi Firdovsiyle kiyaslıyor:

İran edebiyatında Firdovsiden sonra en büyük yeri Nizami tutur. Hatta epik esere verdiyi lirik ovkat, aşikane dastanlarda kendine özgü yenilik ve psikolojik tehlil bakımından Nizami, Firdovsi de dahil olmakla,İran edebiyatında hiç kesin feth edemediyi bir zirveye kalkmıştır. Bununla bile ona, Firdovsi gibi, bir Fars şairi adı vere bilerik mi?

 Firdovsi eski İran tarihini canlandıran 60 000 beytlik “Şahname”sini yazmakla, “parsi” ile “ecemi” diriltdiyine işare edir. Halbuki, Nizamide böyle bir amaç ve övünmeye tesadüf edile bilmez.

Firdovsi değişik dastan, efsane ve hikayetleri İran tarihini ve Fars enenelerini canlandırmak ve yaşatmak için kullanmıştır. Nizami ise  tarihi hadiselerden, kendisi için asas makset olan hakikat namine, güzellik yaratmak için faydalanmıştır.

Firdovside katı bir ırk teessübü hükm sürdüyü halde, Nizamiye bu teessüb yabançıdır. Onun için mühüm olan kan değil, imandır. Nizamini ilgilendiren İran ve ya Fars kanı değyil, tekallahlılık akidesi ve adalet anlayışıdır. Nizamide Firdovsinin asas predmeti olan Arap ve Türk düşmençiliyinden zerre kadar eser yoktur.

Firdovsi, malum olduğu gibi, İran-Turan müharibelerinin dastanını vermiştir. Fars milliyyetçiliyinin bu şair ideologunun fikrince, İran hayır başlanğıcı olan Hürmüzdür, Turan ise şer başlanğıcı olan Ehrimeni temsil edir. Halbuki musluman Nizami bu dualist çokallahlılığa katiyyen önem vermiyor. O, İran-Turan kelmesini yalnız bir ve ya iki yerde kullanmış, kendisi də bu mefhumla iki düşmen dünyanı değil, yalnız iki coğrafi erazini nezerde tutmuştur. Nizaminin nezerinde Turan kahramanı Efrasiyap İran kahramanı Keyhosrovla bir makamdadır. “Hosrov ve Şirin”de hükmdar Şemirami kardeşiı kızı ve veliehdi şahzade Şirine aşıkı Hosrovla ehtiyatlı olması için öyüt vererken, “o, Keyhosrovdursa, biz de Efrasiyabız” – diyor.  

 Klassik İran ədəbiyatında “Türk” sözünün “güzel” manasında kullandığı gerçektir.Güzellik mafhumu olarak kullanılan “Türk” sözünün hakiki ve ya mecazi manalarda diğer şair ve yazarlarda da örneklerini bulmak mümkündür. Nizaminin eserlerine derinden derine beled olan M.E.Rasulzade hiç bir yerde,Farsca yazılmış hiç bir eserde Türk mefhumunun Nizamide olduğu kadar sevgi ve mantıkı bir silsile ile ifade edilmediyini ve tahlil etdiyi “Hamse”sinde şu muddeanın 80’den fazla değişik kanıt ve asaslarını bulduğunu belirtir.

“Sırlar hazinesi”nde ihtiyar bir kadının Sultan Sencere hitabından:

Türklerin çün yükseldi devlətləri,
Adaletle süslendi bütün elleri.
Madam ki, sen zülme kulluk ediyorsun,
Türk değil, karetkar bir hindusun!  

 M.E.Rasulzadeye göre Nizami şiirinde Türk sözünün değişik anlamları vardır:

Bize öyle geliyor ki, “tork” sözü Nizamiden önce, gerçek anlamda, nadir hallarda, “beyazlık” ve “güzellik” anlamında kullanılmışsa da, mecazi olarak yalnız onun devrinde “yükseklik”, “paklık” ve “güzellik” anlamlarını kesp etmiştir. Bu söz Hafizin meşhur beytindeki mecazi manada sonrakı çağlarda kullanması için bizce, Nizamiye borclu olmalıdır.

Gerçek ve mecazi manada şairin değişik anlam ve makamlarda bol-bol kullandığı “Türk” isim ve sifetlerini ümumileşdirsek, görerik ki: Nizami “Türk” diyor – güzel, mert, kahraman, döyüşçü, serkerde, bilici, er, rehber ve başçı nezerde tutur; “Türklük” diyor – güzellik, iyilik, temizlik, doğruluk, merdlik, kahramanlık, serkerdelik, başçılık demek istiyor; “Türküstan” diyor – vafa, doğruluk ve istenilen yere kovuşmak (vuslat) nezerde tutur.

  “Dilber” demeli olduğu çok yerde şair sadece olarak “Türk” diyor. “Tork-e delsetan”, “tork-e tennaz”, “tork-e nazenin endam” gibi ifadelere Nizamide sık sık rast gelinir.

Bu sembolik anlamlardan biri de güzelliktir:

Güzel gözden bahs etmek isterken (Nizami) “Türk gözü” (“çeşm-e torki”) diyor, onu ahu (“ğezal”) gözü ile mükayise edir. Her hangi gülüşün şirinliyini ifade etmek için ona “türk gülüşü” diyor; bu gülüş Nizaminin gözünde o kadar şirindir ki, “şeker bile ona haset edir” (“hestedel ez hende-ye torkan şeker”).

“Heft peyker” poemasında yedi iklimin yedi şahzadesini Behram-Gurun yedi kasrinde yerleştirip heftenin yedi gecesinde onlara ayrı   ayrı bir aşk efsanesi konuşturan şair, hikayə konuşan güzelleri de, hikayelerdeki dilberleri de “türk” deye vesf edir; Rum şahzadesi, ona göre “Rum neslinden olan Türk”tür (“tork-e rumi neseb”). Bir kürt kızının güzelliyini ifade etmek için “gözleri bir Türk gözü kadar güzel idi” diyor. Arap güzellerinden bahs ederken yene Türkle mükayise edir. Mecnunun sevgilisi Leylinin etrafındakı Arap kızlarına “Arapbıstanda yaşayan Türkler” diyor, sonra da “Arap endamlı Türkler”e meftun olur.

Çin güzeli mi, hind gözəli mi – nere güzeli olur-olsun – Nizamide onun Türke benzedildiyini görüyoruz.

Şair güzellerin olduğu saraya “Türküstan” diyor; “Hosrov ve Şirin”de Şapur Şirinin “şahın Türküstanı”na nasıl gönderildiyini izah edir. Burada “Türküstan” sözü “herem” manasında kulanılmıştır..

Hatta “Heft peyker” menzumesinin fantaziya bakımından en parlağı olan “siyah gasr” şahzadesinin hikayesindeki zerif bedenli “Türk kraliçesi”nin adı bile “Türknaz”dır.

 Nizami üslubunda, türklük – kuvvet ve kahramanlık sembolu olarak araştırıcıın dikkatını çekir. Eserlerinden örnekler verir:

Mesela, Hosrov ile düşmanı Behram döyüşürler – ikisi de İranlıdır. Birinin ordusu Rumlulardan, o birininki İranlılardan oluşmuş olduğu halde, şair, bu iki kuvve arasındakı çarpışmanı tasvir ederken “bu Türkler arasında kızışan döyüşte Türk neyinin nalesinden Türklerin boğazı tutulurdu” diyor. Burada “türk” – “cengaver”, “esger” ve “döyüşçü” mükabilinde kullanılmıştır.Ve yahut  “atını Şirine taraf sürüp türkü türklükle karet etmek istedi” diyor. Bir döyüşü tasvir ederken iğitlerden birinin harp meydanına atılmasını “ordunun merkezinden sıçrayan demir geyimli birisi türk gibi (“torkvar”) meydana atıldı” – sözleri ile verir.  Dara ile İskənderin orduları karşılaşır – şair yene de “Türk yürüşünden” ve “Türklerin coşgunluğundan” bahs edir.

Türklerin kahramanlık ve cengaverliklerinin benzeri yoktur. Dara İskendere hitap ederken karşısındakını “Türkleri” ile korkudur: Məgər Türklerimin okunu yemedin mi ki, bana baskın ediyorsan?!” – deye sorur. Iskender de hind hakanı ile deyişmesinde “Türklerim el kaldırsalar, atdıkları her bir okla bir ordunu yıkarlar” diyə övünür .

Kısaca, “türk” bütün maddi-manevi yüceliklerin semboludur. O, Güneşin de kendisidir:Sabahın açılıp, Güneşin doğmasını bildirmek isterken, Nizami “Sultan azemetli Türkün Çin deryasından yücelerek, dağlara nur saçmasını” gösterir.

“Türk” Nizaminin lüğetinde bir rehber, başçı demektir” - diyor M.E.Rasulzade:

En büyük başçını, en büyük peygemberi, en büöyük imperatoru belli teşbehle vermek isterken Nizami “türk” sifetini kullanır. O kadar idealize etdiyi İskenderin aklını, tedbirini, işleri iş bilenlere bırakmağa asaslanan idare sistemini “İskendername”nin ikinci hissesinde tesvir ederken “eger böyle olmasaydı, Rum papaklı bir Türk Hind ve Çine nasıl sahip ola bilirdi?” anlamını  veren aşağıdakı beytleri yazır:
Be tedbir-e kar-agehan dem goşad,
Ze karagehi kar-e alem goşad.

Ve ger ne yeki tork-e rumikolah
Be hind-o-be çin key zədi barqah?

Türkcesi:

Bilenlere daim kulak asardı,
Işlerini bilip ederdi.
Yoksa Rum papağı giymiş bir Türk
Hindistana, Çine nasıl hesap olurdu?!

Hezreti-peygemberi med ederken, şair yene de “Türk” sözünü  kullanır.  

Zehi peygemberi k-ez bim-o-ommid
Galem raned be Efridun-o-Cemşid.

 Zehi torki ke mir-e heft heyl-est
Ze mahi be mah u-ra tofeyl-est.

Türkcesi:

Öyle peygembər ki, Efridun ile Cemşid onun
Hökmü altında korku ve ümit duyarlar.
Yedi iklimin sahibi olan bir Türk ki,
Yerde, gökte her şeye yol gösteren odur!

“Sultan-e Kebe” serlövhesini taşıyan gesidesinde de şair Mehemmed peygembere “Arap bedenli Türk” diyor.

Adalet üzerinde kurulmuş dövleti idealize eden Nizami bu idealini Türk dövleti tipinde bulur. Böyle ki, didaktik eseri olan “Məhzen ül-esrar”da zülme maruz kalmış bir karının dilile, büyük Selcuklardan Sultan Sencere hitapla: “Madam ki, adaletsizliye imkan veriiyorsun, demek, Türk deyilsin!” – diyor.

 Harəzmlilere geldikde ise şair onları yüksek güzellik örneyi gibi sunur. Hindistan padişahının mektubuna yazdığı cevapta İskender “bana Hint güzellerinden konuşuyorsun, Harezmde daha güzelleri var” anlamını  veren bir beyti kullanır.

 “Türk” yalnız insan güzelliyinin ve beşeri güzelliklerin semvolu deyildir. Nizami doğanı tasvir ederken de, teşbihlerinde “türk” ismi ve sifetini kullanır. Çiçekler ve yaşıllıklarla süslenmiş bir çölün görünüşünü vererken, şair, meselen, “yaseminin türkü çölde çadır kurmuştur” – diyor.

Aynı mücerret manevii anlayışları da şairin “türk” sözü ile remzlendirmesi fakttır. Sedinin bir şiirinde yanlış yolda olan bir günahkara müracietle:“Ey Arap, korkuyorum Kebeye erişmeyesin, senin getdiyin bu yol Türküstana götürür” – deyilir.Halbuki Nizamide Türküstan terslik ve yanlışlığın değil, doğruluğun ve asıl amacın hedefidir; vuslatı istenilen bir şeydir, hatta vüslatın kendisidir.Nasıl ki, bir kaç yerde şair “Torkestan-e vesl” (“vuslat Türküstanı”)  ifadesini kullanır.

Bu bölüm sona yetirmezden önce onu da kayıt edelim ki, Nizami güzellik, yücelık və saflık simvolu olarak, “türk” sözünü yalnız edebi bir termin gibi kullanmakla yetinmemiş, aynı zamanda, İran edebiyatında Türk mifologiyasından alınmış müqayiselerle Türkce sözler de dahil etmişdir: Ayhan, Qarahan gibi isimleri Nizami, bir sifet gibi şiirlerinde kullanır. “Ayxan-e xuban” (“güzeller Ayxanı” ) diyor; “Toğanşah-e soxen” (“söz Tuğanşahı” – red.) yazır. “Banu” sözünün  yanısıra “hatun” kelmesini de kullanır ve bunu “kraliçe” manasında alır.

Bizim “bayrak” dediyimiz şeyi Nizami iki hisseye ayırır: direyine “sancak”, parçasına da “bayraq” diyor.

M.E.Rasulzade Nizaminin kullandığı Türk sözlerinin (toplaya bildiyi kadar) sözlüyünü kitabın sonuna ilave etmiştir. 

 “Azerbaycan şairi Nizami” eserinin yazarı okurlara ve haklı bir soruyla hitap ediyor:

Her halde, Türk mefhumuna hisslerinde, duyumlarında, fikir ve düşüncelerinde bu kadar yüksek yer veren bir Azerbaycan evladına, güzel ile yüceye – “türk”, güzellik ve yüceliye – “türklük”, güzellik ve yücelik diyarına “Türküstan” deyen bir şairə, yalnız Farsca yazdığı için Türk dememek mümkündür mü?

Bu soruya kendisi böyle cevap veriyor:

Asla!!!

Eserlerini arabca yazdıqları halde, Türklük haqqındakı duyğuları ile, Türk medeniyyeti ve vetenperverliyi tarixnde müstesna yer tutan Kaşğarlı Mahmudlar, Ğurlu Fahrettin Mübarekşahlar, Zemehşerli Mahmudlar ne kadar Türktürlerse, Nizami de onlar kadar Türkdür!

Nizaminin türklüyünü inkar etmek, onun 800 il sonra da təravetini mühafiza eden “Türkce”sini anlamayan facievi bir “hebeşlik” olardı.

Nizaminin Türkce eserler yazmasıı üzerine varsaymlar vardır.”Leyli ve Mecnun” eserinde şair bu eseri yazmağı ondan rica eden Şirvanşah Ahsitanın Türkce değil Farsca yazmasını önerdiyini belirtir be karşılığında “kan vurdu beynime,esti dudağım” diyor.Acaba Nizami Farsca eserler yazmiyordusa neden Ahsitan Türkce değil Farsca yaz diyordu ve neden  şu tekliften şair bunca kızıyor onu kendine hakaret sanıyordu.

Ayrıca Nizaminin ana dilinde (Türkce) eserlerinin olması üzerine informasiya kaynaklarından bilgiler almaktayız.Mısırın Hediviyye kitaphanesinde Nizami Gencevinin Türkce divanının bulunması konusunda İrandan araştırıcı Sediyar Eloğlu APA’ya haber vermiştir.

S.Eloğlu divanın 40 yıl önce İran araştırıcısı kökence Azerbaycan Türkü olan Seit Nefisi tarafından Mısırın Hediviyye kitaphanesinde aşikarlandığını,ama o hangi bir sebeptense şu kitabı yüze çıkarıp tatkik edemediyini belirtir.İki sene önce ise Mısırda yaşayan Marağalı şaire Fahri Vahizeden divanı aşkarlayıp bir nushesini S.Eloğluya gönderipmiş. Son iki yılını eserin tatkikine hesr eden aydın bazı tatkikatçıların eserlerin Nizami Genceviye mahsus olmaması ile bağlı iddialarının da tastikini bulmadığını söyleyip: “Çünki eserlerde kayd olunan tarihi makamlar ve şahsiyetler Nizami Gəncəvinin döneminde yaşayıp. Bu, Nizami Gencevinin desti-hattıdır”. O, divanda 213 beytin N. Genceviye ait olduğunun tam olarak kanaetinde olduğunu söylemiştir.Kaynağın verdiyi bilgiye göre S.Eloğlu bu şiirleri artık İranda bastırmıştır.

Yazımızı değerli şahsiyet milli önderimiz M.Rasulzadenin Türk dünyasının ölmez şairi Nizami Gencevi hakkında yazdığı şiiriyle bitirmek isteriz:

Farsçılığı yok onun,
Türklüye çok bağlıdır.
Kafkas deye zevk alır,
Rustan canı dağlıdır.
Güzel kadın tipleri
Ya Türk, ya Kafkaslıdır.
Şüphemiz yoktur ki, o,
Bir Azerbaycanlıdır.
 

Kaynakça:

http://rasulzade.org/books/9_1.html

http://az.apa.az/news.php?id=60578