Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

MESİR VE LALE ETKİNLİKLERİ

10 Nisan 2016 - 12:01

MESİR VE LALE ETKİNLİKLERİ

NACİ YENGİN

www.tarihistan.org

İnsan hayıflanmadan edemiyor!

Hayıflanmak ne kelime, bazen isyan edesi geliyor insanın!

Pazar günü bazı gazetelerin eklerinde “Yine lalelendi İstanbul bahçeleri” haberini okurken “hayıflanma”, “karamsarlık”, “hayal kırıklığı”, “burukluk”, biraz da “isyan” cümleleriyle dolup taştı yüreğim!

Hâlbuki böyle mi olmalıydı!

Lalenin Atavatanı her ne kadar Türkistan bozkırlarıysa Anavatanı Türkiye’dir.

Kayıtlara göre laleye dair ilk sanat eserleri M.Ö 6. Yüzyılda Türkistan’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Pazarık Kurganlarındaki halı-kilim motifleridir.

Lalenin Atavatandan Anavatan’a gelişi XII. yüzyılda Türklerin Anadolu akınlarının yoğunlaştığı döneme rastlar. Rivayete göre Harezmşah komutanlarından Saruhan Bey’in ataları ve Alplerinin kervanlarında lale soğanı, çiçeği de vardı.

Başka bir rivayete göre Lale, Friglerin ana tanrıça olarak kabul ettiği Kybele’ye âşık olan Attis’in kutsal çiçeğidir.

Rivayetler ne olursa olsun Türkistan’dan Anadolu’ya gelen Türk dervişlerinin dergâhlarında, konaklarında, berzahlarında, otağlarında lale çiçeği yetiştiriyordu. Saruhan İli (Manisa), Bursa, Konya, Erzurum… Lalenin Türkistan’dan sonra en yaygın olarak yetiştiği şehirlerin başında gelir.

Şimdilerde durum daha farklı… Dünya lalenin anavatanı olarak Hollanda’yı biliyor! Hollanda ihracatında lale ciddi bir yer tutuyor. Laleler ülkesi olarak her yıl yüz binlerce turist çekiyor!

Ancak son yıllarda İstanbul, Konya başta olmak laleyi yeniden keşfeden şehirlerimiz de yok değil. Özellikle İstanbul ve Konya’da lale yetiştiriciliğinde önemli adımlar atıldı, yatırımlar yapıldı. 

İstanbul’da 11. “Lale Festivali” Emirgan Korusu, Sultanahmet ve Kadıköy’de yapılıyor.

İstanbul’da yaşayanlar bilir. Mart sonuna doğru parklar, bahçeler, kaldırımlar… Her taraf rengârenk lalelerle bezenir. Hele bir de yolunuz Sultanahmet Meydanı, Fethipaşa Korusu, …Topkapı Sarayına düşerse renk cümbüşünün içinde kendinizi bir an lale devrinde hissederiniz. Adeta Şair Nedim dile gelir:

Erişti nev bahar eyyamı”, “Çerağan vakti geldi lalezarın.”

 

Dedik ya lalenin Manisa’dan İstanbul’a; Saray’a gitmesi Fatih devrinde gerçekleşmiş.

Dünya’da önem kazanması ise Kanuni devrinde Hollanda elçisinin lale soğanını çalıp ülkesinde götürmesinden sonra olmuş.

Saruhan Sancağı Manisa’da 1527’den günümüze kadar Mesir etkinlikleri kutlanır. Lale ise 1313’ten bu güne Manisa dağlarında yetişir… Ancak gelin görün ki şimdiye kadar gerek Mesir gerekse lale ile ilgili ulusal ve uluslar arası bir çalışma yapılabilmiş değil!

Her ne kadar festival ismi ve yapılış tarihine katılmasam da “Mesir Festivali” adı altında sembolik de olsa birtakım etkinlikler yapılıyor. Yasak savma kabilinden geçiştirilen; uzun soluklu ve şehre katkısı son derece sınırlı kalan etkinlikler yerine Mesir ve Lale sembollerini ön plana alacak kalıcı etkinliklerle bu iki değer ölümsüzleştirilse daha isabetli olacaktır.

Lalenin Şehzade II. Mehmet’in(FSM) Saray-ı Amire ve Hünkâr Bahçesi’nde yetiştirdiğini bilmeyen yoktur. Hükümdarlığa uzanan yolda Manisa’da şehzadelik yapan hükümdarların hatıralarına sahip çıkmak, değerlerini dünden bu güne,  bu günden yarına taşımak adına Mesir ve Lale Sanat edebiyat günleri, fuar ve kongre ekinlikleriyle ulusal ve uluslar arası sinema, şiir ve müzik etkinlikleri; roman ve hikâye yarışmaları, lale yetiştiricilinin özendirilmesi, örnek seraların açılması, mesirin Hafsa Sultan Tıp Merkezi tarafından sağlıklı olduğuna dair patentinin alınması çalışmalarına hız verilmesi gerektiği aklın yolu olarak görülmektedir.

Şimdilerde İstanbul’da lale zamanı geldiyse Şehzade Şehir’de hangi zamanı yaşamalıyız? Biz yine de Arif Nihat Asya gibi ümidimizi yitirmeden “Bahtın bahtım, yazın yazımdır, Manisa!”, “Neş’en neşem, sızın sızımdır, Manisa!” demeye devam edenlerden olalım!