Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Ses ve Feyza

10 Şubat 2023 - 10:34 - Güncelleme: 29 Haziran 2024 - 17:13

Ses ve Feyza
 

Ses ve Feyza adlı çalışma yazarın özgün çalışmasıdır. Telif hakları yazarına aittir.

 
Alacakaranlığın inceldiği vakitlerdi. Gökyüzünün sihirli gri rengi ağaçların üzerinde bir sanat eseri gibi asılı duruyordu. Yattığı yerde camından sızarak odasına yansıyan ayı hâlâ izleyebiliyordu. Başucundaki saate göz ucuyla baktı. Yarım saate kalmaz ortalık aydınlanır, diye düşündü. Hafifçe kayarak yatağından indi, ayaklarına ev postallarını geçirdi. Ferforje iskemleye bıraktığı sabahlığını üzerine giyerek cama doğru yürüdü. Yoğun kar yağışı tüm manzarasını beyaz bir örtü ile kaplamıştı. Ağaçların dalları beyaz çiçeklerle bezenmiş gibi duruyordu. Gökyüzünde asılı duran yıldızlar berrak göğün içinde yaşamaya devam ediyordu.  Cenneti aramaya gerek yoktu, cennet içimizdeydi. Kulübesinin önündeki sokak lambasının üzerine yağan zarif kar tanelerinin ışıkta yansıyan görüntüsüne baktı. Sihirdi bu. Ruhundaki karanlığı çözebilecek olan gizemli dünyanın anahtarını içinde barındırıyordu. O sırada kalbine yansıyan Ses’i duydu.

- Ben geldim, dedi Ses. Hadi aşağıya gel. Seni bekliyorum.

Bu Ses’in sahibi kim olabilirdi? Camdan dışarıya bakıyor fakat kimseyi göremiyordu. Nice zamandır kalbine işleyen Ses ile konuşmayı istiyor ama buna cesaret edemiyordu. Ne demek istediğini bilmiyor, Ses’in sahibini tanımıyor, ve hatta kendi ruhunun bir yansıması olarak düşünüyordu. Ancak öyle değildi. Ses’in tılsımlı tınısında ilahi olan gizemi fark ediyor, bu hissiyat her defasında ayak parmaklarından, saç tellerine kadar ürpermesine sebep oluyordu. Ses yineledi.

- Ben geldim Feyza. Seninle konuşmak istiyorum. Ruhunun karanlığını ben çözebilirim. Benimle gelebilirsin. Seni bekliyorum.

Feyza yine duymazdan gelebilir, yatağına girebilir, Ses’ten kaçabilirdi. Ama bugün öyle yapmayacaktı. Ses ile bugün konuşacaktı. Odasından balkona açılan kapıyı yavaşça sürdü. Yoksa deliriyor muyum? diye düşündü. Balkonun içi de karla dolmuştu. Bir müddet zeminde olan karları ezerek postallarının suyu çekmesini hissetti. Ellerini balkon demirinin üzerinde gezdirdi. Demir parmaklığın üzerinde birikmiş olan ince kar tabakasını toparladı. Oval bir kartopu şekline getirdi. Ayak parmakları sızlamaya başlamıştı. İçeriye girmeliyim, diye düşündü. Kartopunu bahçesine doğru fırlattı. Fırlattığı oval şeklin arkasından bir müddet baktı. Kar topu yere düşmüş olmalıydı. Ne çıkardığı sesi ne de düştüğü yeri görememişti. İçeriye girmek için sırtını döndüğünde sırtında patlayan kartopu ile irkildi. Geriye döndü. Bahçesine ve evinin az ilerisinde bulunan ormanlık alana doğru baktı. Görünürde kimse yoktu. Sabahlığının yaka kısmını ve saçlarını eliyle yokladı. Gerçekten de kartopu atılmıştı, fakat kim yapmıştı? Ve bunu neden yapıyordu?

Odasına girdi, korkuyordu. Ayak parmaklarının acıdığını hissetti. Postallarını ayağından çıkartarak parmaklarını ovaladı. O sırada tüm cesaretini topladı, giyinmeye başladı. Üzerine giydiği kalın triko kazağı, blucini, asker postalları, kalın montu, beresi ile dışarıya çıkma vaziyeti aldı. Gerçek her ne ise yüzleşmek istiyordu. Balkonundan aşağıya doğru inen merdiveni kullanarak bahçeye inecekti. Babası yatak odasına doğru yükselen merdiveni tehlikeli bulmuş, ahşap merdivenin oradan sökülmesinin daha uygun olacağını söylemişti. Feyza, babasının ahşap merdiveni kaldırmasına engel olmuştu, hatta merdiveni gizemli ve farklı bulmuştu. Balkon kapısını açmadan çekmecesinde duran silâhını aldı. İçi dolu mu diye kontrol etti. Merdivene doğru adım atmadan Ses’e, ‘‘Geliyorum.’’ diye karşılık verdi.

Feyza merdivenden inmek için ayağını attığında bir kuvvetin onu tuttuğunu ve kendisine doğru çektiğini hissetti. Çığlık attı.

- Kimsin sen? Bırak beni!

Ses’in kendine ‘‘Feyza korkmana gerek yok.’’ diye fısıldadığını duydu. Başını ardına çeviriyor fakat kimseyi göremiyordu. Sanki alacakaranlığın kucakladığı bedeni cisimsiz bir varlık tarafından taşınıyordu. Bahçe çitlerini aşınca Feyza’nın bedeni cisimsiz varlık tarafından yere indirildi. Feyza ayaklarına, ellerine ve karla kaplı olan yola baktı. Ortalık aydınlanmaya yüz tutmuştu.

- Burada mısın? Kimsin sen?
- Ağaçların oraya doğru baktığında beni göreceksin, beni takip et, dedi Ses.

 Feyza, Ses’in kalbine hükmettiğini anladı. İstemsiz olarak başını çevirdi. Ağaçlığın başladığı yerde üzerinde kahverengi kürk paltosu olan uzun boylu bir adam gördü. Adamın yüzünü seçemiyordu. Ses, yineledi, ‘‘Beni takip etmelisin. Tabii eğer gelmek istiyorsan. Zamanımız az.’’ Feyza on metre kadar önde yürüyen adamı takip etmeye başladı. Uzun boylu adama yetişmek için hızlı yürümeye çalışıyor ancak yetişmesi mümkün olmuyordu. Ağaçlığın bittiği noktada bir uçurumun kenarına geldiler. Feyza daha önce burada duran uçurumu hiç görmemişti. Adam Feyza’ya ‘‘Hazır mısın?’’ diye sordu.

- Kimsin sen? Neye hazır mıyım? Niçin peşimdesin? Sesindeki bu tını, ilahi çağırış, sen! Evet sen! Bu dünyaya ait bir varlık değilsin değil mi? Fakat neden ben? Beni öldürecek misin?
- Ben Ölüm Meleği değilim. Şunu bil ki benimle gelmeye karar verirsen bu dünyadaki yolculuğun bitecek. Bedenin burada kalırken ruhun ise benimle başka bir âleme doğru akacak.
- Öldüreceksin öyle değil mi? Sen bir katilsin. Ve beni öldüreceksin. Aylardır peşimdesin. Hem her yer niçin yine karanlık oldu? Az önce ortalık aydınlanıyordu. Ayın gökyüzünde belli belirsiz şeklini görmüştüm. Göğün kendini gündüzün rengine bürüdüğünü gördü bu gözlerim. Ben yaşamak istiyorum. Seninle gelmek istemiyorum.
- Sen seçimini çoktan yaptın Feyza. İçindeki sesleri dinle.
Sesler, dedi Feyza. ‘‘Sesler duyuyorum. Canımı yakıyor bu sesler. Çığlıklar duyuyorum. Babamın ağlayışını duyuyorum.’’
- Onlar senin cenaze töreninde ağlıyorlar Feyza. Şu anda bedenini toprağa veriyorlar.
- Ne diyorsun sen? Tüm bu saçmalığa inanacağımı mı sanıyorsun? Her şeyi düzeltmeni istiyorum. Az önce yatağımdaydım. Odama misafir olan ay ışığını gördüm. Sonra balkona çıktım. Giyindim. Büyü bu. Büyücüsün sen. Beni tekrar evime götüreceksin.

Feyza pantolonunun arkasına sıkıştırdığı silahını çekti. Uzun boylu adama doğru tuttu. ‘‘Beni evime götüreceksin. Tüm bu saçmalığa inanacak değilim. Sürekli olarak senin sesini duyuyorum. Sana hiç karşılık vermedim. Çünkü ben de annem gibi çıldırmaktan korkuyordum. Annemin hastalığının bana bulaşmaması için polis oldum. Sert olabilmek için, duygusal ritüellerden kaçabilmek için, polis oldum anlıyor musun? Delirdim mi ben? Sen büyücü müsün? Kimsin? Beni öldürdün mü?’’
- Feyza sen kendini öldürdün! Ama istemiyorsan benimle gelmek zorunda değilsin. Varlığını bu dünyada da belli bir zamana kadar sürdürebilirsin.
- Ne demek oluyor bu? Ben kendimi öldürmüş olamam. Uyandım diyorum sana. Az önce yatağımın içindeydim. Yatağımdan doğruldum. Bir müddet dışarıya baktım. Kahrolası! Senin sesini duydum yine, ve balkona çıktım. Ayak parmaklarım acıyordu. Çünkü kar suyunu çekiyordu postallarım. Ölmedim, yaşıyorum. Bu uçurum. Neden buradayım? Ben Tanrı’ya inanıyorum. Asla kendimi öldürmüş olamam. Beni buraya getirdin, aşağıya mı atacaksın? Öldürecek misin? Ateş edeceğim, ben seni öldüreceğim.

Feyza elindeki silahı ardı ardına ateşledi. Uzun boylu adama mermi işlemiyordu. Feyza çıldırmış gibi feryat etti. Elinden silahı attı, koşmaya başladı. Ölmüş müydü? Nasıl olabilirdi bu? Kurtaramadığı kadın ve çocuğunun ölümünden kendini suçluyordu. Katilin elinden kadın ve çocuğunu alamamıştı. Çıldırmış olan koca, gözünün önünde ikisinin de beynini dağıtmıştı. Aylardır vicdanı rahat değildi. Aldığı moral izni için dağ evine gelmişti. Bir süredir kalbinin derinliklerinde fısıldayan sesi duyuyordu. Annesi gibi olmak istemediği için sese hiç karşılık vermiyordu. Feyza kaç yaşımdayım, diye mırıldandı. Şu ânda kırk üç yaşındaydı. Annesi de kendini öldürdüğünde kırk üç yaşındaydı. Polis kocasının silahıyla intihar etmişti. Kalbinin üzerine tek bir kurşun sıkmıştı. Feyza kırk üç yaşındaydı. Evet kırk üç yaşındaydı. Beynine hücum eden düşüncelerin acısı yüreğine iniyordu. Annesi gibi olmamak için babasının mesleğini seçmişti. Polis olmuştu. Feyza çığlık attı. Olduğu yere çöktü. Çıkardığı ses dağlarda yankılanıyor, tüm evren onun acısına ağlıyordu sanki. Uzun boylu adam yanına geldi. Feyza hatırlıyordu.

- Kendimi vurdum, dedi.
Uzun boylu adam o ilahi sesiyle ‘‘Biliyorum.’’ diye karşılık verdi.
- Odamdaydım. Yatağıma yattım. Elimde silahım vardı. Sonra yatağımda oturdum. Silahı kalbime doğru tuttum, ateşledim.
- Sana yapmamanı söyledim. Beni dinlemedin.
- Duydum seni. Yapma diyordun. Dayanabilirsin. Bunu aşabilirsin. Benimle konuş diyordun.
- Ama konuşmadın. Beni dinlemedin.
- Seni hep dinledim. Oradaydın. Benden bir parçaydın. Ben sadece annem gibi olmak istemiyordum. Beni nereye götürüyorsun? Cehenneme mi gidiyoruz? Gelmek istemiyorum. Hem istemiyorsam gelmeyebileceğimi söylemiştin. Dünyada kalabilir miyim?
- Kalabilirsin yalnız bu sana acıdan başka bir şey vermeyecektir. Artık bir bedenin ve sesin yok. Sen bu dünyaya ait bir varlık değilsin. Belli bir zamana kadar dünyada yaşayabilirsin. Yalnız şunu bil, burada kalırsan çok yalnız olacaksın.
- Belli bir zaman dediğin nedir? İstediğim zaman seninle gelemez miyim?
- Gelemezsin. Burada kalmaya karar verirsen tekrar çağrılana kadar gelemezsin. Buna ben karar veremem.
- Beni nereye götüreceksin? Sen kimsin?
- Seni Mavi Dünya’ya götüreceğim. Ben senin içindeki Ses’im.
- Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi? Üstelik Mavi Dünya dediğin nedir? Cennet mi? Tanrı’nın beni affedeceğini sanmıyorum. Ben intihar ettim.
- Mavi Dünya Cennet değil. Sadece iyilerin olduğu bir dünya. Üstelik henüz Cennet ve Cehennem’e kimse kabul edilmedi.
- Affedildim öyle mi?
- Hayır ‘affedildim’ diye sevinme. Sadece iyi birisin. Affedilip affedilmeyeceğini Tanrı bilir. Henüz hesap zamanı gelmedi.
- Dünyada kalan ruhlar var mı? Nereye giderler ve ne yaparlar?
- Kalbindeki sesleri dinle!
-Tanrım her yerdeler. Her yerde. Fısıltıları duyuyorum. Korkuyorum. Hiçbirini tanımıyorum. İçlerinde kötüler var mı?
- Evet içlerinde kötü ruhlar da iyi ruhlar da var. Ama merak etme bu ruhlar çok da kötü olsalar ne diğer ruhlara ne de yaşayan insanlara hiçbir kötülük yapamazlar. Onları hiç tepkisiz bir sinema izleyicisi olarak düşünebilirsin. Kolayca her yere girip çıkabilir, insanları izleyebilirler fakat hiçbir müdahalede bulunamaz ve iletişime geçemezler. Tanrı buna müsaade etmiyor.
- Tanrım korkunç! dedi Feyza. İnsanları izliyorlar. İnsanların her hâllerini görebiliyorlar. Tüm sırlara vakıflar öyle mi?
- Evet öyle.
- Ya çok kötü olan insanların ruhları; sapkınlar, caniler… onlar bu durumu kullanmıyor mu?
- Yapamazlar. Onların artık ne vücutları var ne de sesleri. Onlar artık sadece birer ruh. Hiç kimseye kötülük yapamazlar. Böyle bir güce muktedir değiller.
- Peki kötü ruhlar diğer tarafa geçebilir mi? Mavi Dünya’ya gelebilir mi?
- Hayır onların gittikleri yer Siyah Dünya. Ve onlar da orada eziyet görmüyorlar. Sadece bizim dünyamızın gökyüzü maviyken onlarınki siyah ve onların gökyüzü hiç mavi olmuyor. Orada günahlarının bedelini de ödemiyorlar henüz. Dediğim gibi büyük mahkeme kurulmadı. Kararını verdin mi? Benimle geleceksen şunu bil ki vaktimiz kalmadı. Gitmemiz gerek. Ya da burada kalacaksan artık ayrılacağız.
- Benim içimdeki ses olduğunu söyledin. Benden nasıl ayrılacaksın?
- Artık bana ihtiyacın kalmadı, ikimiz de ayrı birer varlığız.
- Niçin erkeksin?
- Sebebi sensin. Bunu da anlayacaksın. Benimle geliyor musun?
- Evet, seninle geleceğim.

Feyza, Ses’e doğru yaklaştı. Ses, Feyza’nın elinden tuttu. Bu dünyadaki yolculukları artık bitmişti.

Feyza'nın Hikâyesi Devam Edecek.

 

Reklam