Peyami Safa / Şimşek Adlı Romanı Hakkında
Şimşek adlı romanı okumayı bitirdikten sonra saatlerce karakterler hakkında düşündüm. Gece uykum da dağılınca düşüncelerimi yazma ihtiyacı duydum. Peyami Safa Şimşek adlı romanında derin ruh tahlilleri yapıyor. İnsan ruhunu anlamaya çalışırken belki de yeni keşifler yapmayı arzu ediyordu. Peyami Safa Şimşek’i 1923 yılında yazmış, kitabın giriş kısmında yazdığı eserler arasında Şimşek bu şekilde tarihlendirilmiş. Şimşek bundan yüzyıl önce yazılmış bir eser olmasına rağmen insan ruhunu konu aldığı için güncelliğini hâlâ koruyor. Şimşek romanının karakterlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve daha sonra da yeni kurulan Türk Cumhuriyetinde yaşıyor oldukları aşikâr. Bu durumda insan kadınların ve erkeklerin üstlendikleri rollerin daha farklı olmasını bekliyor. Ama konu beklediğim gibi değildi, bir köşkün insanları ve onların hayatları mevzubahis olan.
Bağlarbaşı’nda babadan kalma evinde yaşayan Sacit güçlü bir babanın oğlu. Yalnız burada bu kelimenin bizim için ne ifade ettiğini de düşünmemiz gerekir. Güçlü kelimesinden ne anladığımız ve bunu nasıl değerlendirdiğimiz mühim. Bazen duygusuz hareket ettiğini söylediğimiz bir insan için de bu kelimeyi kullanırız. Bazen de zayıf karakterli olarak gördüğümüz bir insanın başka birtakım güçlü olarak nitelendirdiğimiz davranış şekilleriyle karşılaşabiliriz. Sacit’in babası otoriter bir kimliğe sahip, acıma duygusu çok fazla gelişmemiş. Hayatını zevklerine göre düzenliyor. Onun için hayatın önemi kendi otoritesini çiğnetmemek ve keyfini kaçıran insanlardan uzak durmak anlamına geliyor. Hâli vakti yerinde olan Mahmut Paşa Abdülhamit’e kızıp Bağlarbaşı’ndaki köşküne çekiliyor. Mahmut Paşa, Sacit için iyi bir örnek olamıyor. Oğluna hayat hakkında, insanlar hakkında, kadınlar hakkında verdiği tavsiyelere bakınca bu adamın ben merkezli yaşadığını anlıyoruz. Sacit babasına benzediği için kabul görüyor ve seviliyor. Müfit, Ferhunde Hanım’ın oğlu ve Mahmut Paşa’nın torunu. Sacit’le aynı köşkün içinde ve aynı şartlar altında yaşamasına rağmen onun zıddı bir karaktere sahip. Müfit hassas biri, duygularını en doruk noktasında yaşıyor; çok sevebiliyor ve bağlanıyor. Müfit dedesinin emri üzerine bir kurbağayı ezemezken Sacit gayet rahat bir şekilde kurbağanın üzerine basıp zavallı hayvanı öldürebiliyor. Mahmut Paşa da kurbağayı öldüremeyen Müfit’i kınarken, kurbağayı öldüren oğlunu kutluyor. İki çocuk -dayı ve yeğen- yaş araları da fazla değil kadınların arasında, mutlu denebilecek bir ailede yaşıyor olmalarına rağmen çok farklı tabiata sahip insanlar oluyorlar ve birbirlerine yabancılaşıyorlar. Sacit gönül ilişkileri konusunda babasından ders alıyor ve tıpkı babası gibi bir adam oluyor. Sacit eğlenmeyi seviyor fakat dozunda, onun aşırılığını görmüyoruz ve hatta ondan bahsederken kavgaya ya da tartışmaya girmez deniliyor. Hiçbir şeyi çok fazla arzu etmiyor; Sacit için amaçlar yok sadece araçlar var. Sacit araç olarak gördükleriyle belli bir süre vakit geçiriyor. Çalışmasına gerek olmadığı için de rahat bir hayat yaşayıp köşke gelecek davetliler ya da kendi gideceği davetler ile ilgileniyor. Otuz beş yaşlarında olan Sacit evlenmemiş ve evlenmeye de niyetli değil. Aşka ya da sevgiye inanmıyor ya da gerekli görmüyor.
Kitapta bir cemiyet hayatından bahsediliyor ki oldukça karışık bir düzen olduğunu söylemek gerekiyor. İnsan düşünüyor bu kadınlar ve erkekler bundan yüzyıl önce böyle bir yozlaşma içine nasıl girebilmişler? Şimşek adlı romanı okurken o sayfalardan yayılan çürümüşlük kokusunu duyabilirsiniz. İlişkiler karmakarışık ve oldukça tuhaf. Bağlarbaşı’ndaki köşke gelen insanlar; kadınlar ve erkekler arasında evli çiftler de var bekar olanlar da. Bu insanlar sıklıkla bir araya geliyorlar ve cemiyet hayatında yer alan başka isimler hakkında da önemli bilgileri birbirlerine anlatıyorlar. Yaşadıkları ilişkiler onlara çok doğal ve sanki hayatın olması gerekenlerinden biri olarak göründüğü için kimse tarafından yadırganmıyor. Kadınlar ve erkekler bu şekilde yetişmişler ve böyle görmüşler öyle söyleniyor.
Müfit annesi öldükten sonra Sacit’le köşkte yalnız başına kalıyor. Sacit’ten yani dayısından nefret ediyor çünkü Müfit’in hiç tasvip etmediği bir hayatın başrol oyuncusudur Sacit. Müfit hezeyanlar içinde yaşayan bir tip, yaşadığı heyecanlar ve üzüntüler Müfit’i hasta ediyor. Öyle ki genç adam üzüntüden yatağa düşüyor. Müfit’in en büyük hatası Pervin’le evlenmek oluyor. Pervin daha önceden Sacit’le gönül ilişkisi yaşamış bir kadın. Yalnız yine evlenmeleri için Sacit onlara yardım ediyor ve gönül macerası yaşadığı bir kadını yeğeni Müfit’le evlendiriyor.
Biraz da Pervin’den bahsedelim. Pervin gibi hanımları tanıdı mı Sayın Yazar bilemeyiz ama Pervin’i insan sevemiyor. Pervin bir aldatmacanın baş karakteridir. İçinde bulunduğu şartlardan bazen memnun olamıyor olsa da Sacit’e hayır da demiyor. Onlar hassas ruhlu Müfit’in ardından gönüllerine göre yaşıyorlar. Yalnız burada benim dikkatimi çeken mesele şudur: Karakterlerden Pervin ve Sacit’e baktığımızda bu insanlara kötü diyemiyoruz. Kötülük adı altında nitelendirdiğimiz pek çok davranış şekillerini yapıyor olsalar da hissettikleri ve özellikle Pervin’in ruhi sarsıntılarından bu izlenimi ediniyoruz. Pervin hakkında sıklıkla bu hayatın içinde yaşamış ve başka türlüsünü bilmemiş deniliyor. Pervin Müfit’i sevse de daha erkeksi tavırları olan Sacit’in onu kandırmasına izin veriyor. Belki de Pervin’in her ân kandırılmaya hazır olan kadınlardan olduğu ima edilmeye çalışılıyordur. Pervin’in Müfit onu terk ettikten sonra oldukça kederlendiğini, sinir krizleri geçirdiğini görüyoruz ama nedense köşkten de ayrılmıyor.
Romanda en çok dikkatimi çeken ise Pervin ile Sacit’in aslında çok iyi birer arkadaş olduklarıdır. Müfit gibi hassas ruhlu birinin araya girmesiyle bir yanlışlık olmuş gibi düşünüyor insan. Sacit Pervin’i çok sevmiyor, Sacit hayatında olan hiç kimseye karşı derinden gelen bir hisle sevgi hissedememiş biri. Pervin’i çok sevmese de Sacit onunla aralarında birbirlerini çok iyi anlayabilen insanların yaşayabileceği türden bir dostluk kurulmuş. Pervin Müfit’e çektirdikleri yüzünden zaman zaman Sacit’ten nefret ediyor. Sacit bu nefretin de farkında, onu da kabul ediyor ve Pervin’e akıl vermeye devam ediyor.
Bir başka önemli olarak gördüğüm konu ise bir insanın sevdiği karşısında düştüğü aciz durumdur. Şüphelense de ve artık gerçek olduğunu bilse de onu aldatan sevgilinin ihanetini görmek istememek ve onun tarafından sevilmeyi istemek arzusu insan ruhunun nasıl da karmaşık ve zıt duyguları aynı anda taşıyabildiğini gösteriyor.
Müfit bir ara Behire’nin evine gidiyor. Behire’nin evini Müfit’in gözleriyle görüyoruz ve zevksiz döşendiğini okuyoruz. Nazikter Kalfa’nın ağzıyla yazar eski kadınların nasıl olduklarını anlatıyor. Onların yuvalarına sahip çıktıklarından, kocalarına ve çocuklarına karşı sevgi dolu olduklarından bahsediliyor. Zamanın kadınları ise Nazikter Kalfa tarafından yadırganıyor. Evli bir kadının mümkün müdür gece bu vakitlerde dışarılarda gezinmesi diyor. Eskiden yaşanan o mesut günlere, vefalı; sevgi dolu, sadık kadınlara karşı tutkulu bir özlem duygusu olduğu anlaşılıyor.
Okunması dileğiyle.