Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

NACİ YENGİN'İN "YUNUS EMRE'NİN İZİNDE" KİTABI ÜZERİNE

14 Mayıs 2023 - 03:54 - Güncelleme: 15 Mayıs 2023 - 13:23

NACİ YENGİN'İN "YUNUS EMRE’NİN İZİNDE" KİTABI ÜZERİNE
 
Anadolu Selçuklu Devleti XIII. Yüzyılın ortalarında dağılmaya başlamıştır. Moğolların akınları ve yağmaları Anadolu Selçuklu Devletinin otoritesinin zayıflamasına neden olmuştur. Türk halkı iç çekişme ve kavgaların arasında kalmış; can, mal, ırz güvenliği yok olmuştur. Açlık ve kıtlık yüzünden insanların perişan olduğu yıllar yaşanmaktadır. Böyle bir dönemde Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Türk beylikleri kurulmuştur. XIII. Yüzyılda Anadolu’da insanlar büyük buhranlar, istilâlar ve isyanlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Moğol istilasından kaçan büyük sofiler Anadolu’ya gelmişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti sofilere derin saygı beslemektedir. Büyük sofiler Anadolu’ya geldiklerinde tekkeler kurmuşlar, toplum içinde ümit duygusunun yeşermesine vesile olmuşlardır. Halk huzuru ve teselli kaynağını sofilerin tekkelerinde, şiirlerinde, birleştirici söylevlerinde bulmuştur. Sofilerin çoğu yakıp-yıkan Moğol orduları önünden Türkistan, Horasan tarafından gelmiş olan büyük zatlardır.

Yunus Emre Moğol tehlikesinin yaşandığı ve Selçukluların dağılma döneminde Anadolu’da kurulan pek çok beyliğin meydana getirdiği siyasi otorite boşluğunda şiirleriyle sevgi, kardeşlik, kültür, inanç barış mücadelesinde öncü olmuştur. Mustarip olan Türk halkı manen çökme noktasındadır. Böyle bir dönemde Mevlâna Celaleddin-i Rumi, Hacı-ı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Sadreddin Konevi, Ahmet Fakih gibi erenler önemli görevler üstlenmişlerdir. Yunus Emre şiirlerinde; Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlâkla ilgili düşüncelerini, batıl inançlara karşı İslam tasavvufunu, Türk ahlak ve töresini işlemiş, Anadolu, Suriye, Kafkasları dolaşmış, Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Anadolu’nun içinde bulunduğu kargaşa döneminde dini, siyasi ve ekonomik sıkıntılar Yunus Emre’yi tasavvufa, Türk kültür ve inancını yaşatmaya, milli-dini duygu ve düşüncelerin tamirine yöneltmiştir. Yunus Emre üstlendiği vazifesini ifa ederken Türkçe’nin gücüne başvurmuştur. Moğolların Anadolu’da yaptıkları tahribat, dini-milli olarak meydana getirdikleri yıkıma karşı Ahi Evran, Hacı Bektaş, Şeyh Edebali, Yunus Emre başta olmak üzere birlikte hareket ettiklerini söylemek mümkündür.

Yunus Emre’nin XIII. Yüzyıl sonları ile XIV. Yüzyıl başlarında yaşamış olduğu kabul edilmektedir. XIII. Yüzyıl Anadolu’su içinde bulunduğu yüzyılın ilk ve ikinci yarısında birbirinden farklı iki dönemin içinde yaşamıştır. Yüzyılın ilk yarısında Alaaddin Keykubad (1220 – 1237) döneminde Anadolu Selçuklu Devleti en parlak dönemini yaşar. Refah seviyesi yüksektir, kasabalar büyür, yeni yerleşim yerleri kurulur. Köylüler, şehirliler ve göçerler birbirlerini tamamlayan ilişkiler içinde mutlu ve uyumlu bir şekilde yaşamlarını sürdürmektedir. Moğol istilası yüzünden göçmenler kaçarak Anadolu’ya gelmişlerdir. Nüfus artmış ve insanları iskân etme konusunda devlet sıkıntıya düşmüştür. Yerleşik hayata geçmiş olan halk yeni gelen göçmenlerle arazilerini paylaşmak istememektedir. Moğol istilasından kaçıp Anadolu topraklarına gelenler de konar-göçer yaşam biçimini devam ettirmek istiyor, otorite altına girmek istemiyorlardı.  Yerleşik olan halk ve göçmenler arasında hoşnutsuzluklar artmıştır. Anadolu’da yaşayan halk ekonomik anlamda refah içinde yaşıyorlardı. Göçmenler ise mallarını ve mülklerini, edindikleri tüm servetlerini kaçarlarken yanlarında getirememişlerdi. Anadolu’yu yaşayabilecekleri bir yurt olarak görüyorlardı. Anadolu’da yerleşik bulunan halk ile sonradan gelen göçmenler arasında uçurumlar oluştu. Türkmenler maddi olarak yoksunluk içindeydiler. Babailer isyanı da işte böyle bir ortamda patlak vermiştir. Anadolu Selçuklu Devleti 1243 Kösedağ Savaşı sonrasında Moğol tahakkümü altına girmiştir. Bundan sonra Moğol valileri Anadolu’yu yönetmeye başlarlar. Anadolu’da yaşanan siyasi çekişmeler, iktidar mücadeleleri ülkeyi can pazarına çevirdi. Moğol valileri yüksek vergiler alıyordu halk fakirleşmişti. Şehir ve köy hayatı gerilemiş ve Anadolu Selçuklu Devleti çöküş sürecine girmiştir. Türkmen beylikleri siyasi iktidarın olmadığı bu zamanda var olma mücadelesi içine girmişlerdi.

Yunus Emre böyle bir ortamda birlik, dirlik, beraberlik özlemini şiirlerinde dillendirmiştir. Halkın dileklerine tercüman olmuştur, umut olmuştur. Yunus Emre’nin şiirlerinde verdiği mesaj dilden dile dolaşmış ve hiç unutulmamıştır. Halkın yıkılan maneviyatını güçlendirmiş, birlik ve dayanışma içinde yaşamalarını sağlamıştır. Yunus Emre şiirlerinde maddi şeylerin geçiciliğine dikkat çekmiş, insanları yaratılış gayelerine uygun yaşamaya davet etmiştir. Ayrılığa ve ikiliğe son verilip birlik olunması için çağrılar yapmıştır. Yunus Emre’nin İzinde adlı kitapta Yunus Emre’nin kişiliği ve Anadolu erenleri ile üstlendiği görevler, verdikleri mücadeleler pek çok değerli ismin görüşleri Naci Yengin’in kalemiyle aktarılır. Kitabın amacı Yunus Emre’yi insanlara doğru bir şekilde anlatmak ve mezarı konusunda birçok kişinin vermiş olduğu bilgilere de yer vererek Manisa’ya bağlı Kula’nın Emre Köyü’nde yatıyor olduğu gerçeğini kuvvetlendirmektir. Bundan sonra yazımda bu konuyla ilgili olan kısımlardan bahsetmek isterim.

Manisa Kula Emre Köyü’nde yatanın Yunus Emre’nin mezarı olmadığı, buradaki mezarların Said Emre, Şeyh Ömer ve Cafer’e ait olabileceği savlarına kitabın içinde şöyle karşılık veriliyor. Belirtilen Şeyh Ömer ve Cafer’e ait olan mezarlar Kula Emre Köyü’ne yakın Şeyhli ya da Ömerli Köyü’nde bulunmaktadır, bölge halkı tarafından da bu şekilde bilinmekte ve kabul edilmektedir. Said Emre’nin mezarının da Kula’ya 16 km uzaklıkta bulunan Sarnıç Köyü’nde olduğu bilinir. Fuat Köprülü’nün 1953 yılında Kula Emre Köyü’ne gelerek oradan bir teneke dolusu evrakı aldığı ve bir daha bu evraklara ulaşılamadığı köyün muhtarı tarafından dile getirilmiştir. Olaya şahit olan köylülerden yaşayanların hâlâ var olduğuna evrakların Mercedes arabayla gelen Fuat Köprülü tarafından götürüldüğüne dikkat çekilir.

Yunus Emre’nin Tapduk Emre’nin mezarının eşiğinde olduğu bilgisi pek çok kişi tarafından bilinmektedir. Tapduk Emre’nin Sarı Saltuk, Barak Baba gibi Anadolu’ya gelen Türk dervişlerinden biri olduğu kabul edilmektedir. Tapduk Emre’nin Manisa Kula Emre Köyü’nde türbesi bulunmaktadır. Türbedeki bulgular ve Yunus Emre’nin şeyhinin eşiğine gömülmeyi vasiyet etmesi, Kula Emre Köyü’nün tarihi ve coğrafi özellikleri, mimari ve dil yapılarıyla türbenin XIII. Yüzyıla ait Selçuklu Türk mimarisi tarzı bir türbe olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.

‘‘Ko beni yatayım şeyh eşiğinde,
Dönmezsem Şeyhimden ya ne döneyim,
Yarın ol hazrete nice varayım,
Dönmezsem şeyhimden ya ne döneyim.

Benim şeyhim birçok ulu kişidir,
Üçler ve yediler, kırklar başıdır,
On iki imamın sır yoldaşıdır,
Dönmezsem şeyhimden ya ne döneyim.

Derviş Yunus bu cihâna gelince,
Arayıp derdine derman bulunca,
Ko hizmet edeyim şeyhe ölünce,
Dönmezsem şeyhimden ya ne döneyim.’’ Yunus Emre

Kitapta Yunus Emre’nin mezarının Eskişehir Sarıköy’de bulunduğu iddialarına da yer verilmiştir. Konuyla ilgili olarak önemli isimlerin görüşleri ve karşı görüşleri yer almaktadır. Bir de Yunus Emre’nin Karaman’da doğduğu ve Karaman’da yaşayıp öldürülmüş olabileceği savına da yer verilir. Yunus Emre’nin Karaman’da doğmuş olabileceği kabul edilmekle beraber Tapduk Emre’ye tabi olduktan sonra Karaman’a bir daha dönmediği belirtilir. Moğolların Anadolu’yu istilası sonrası birçok Türk dervişi Batı Anadolu’ya doğru göç etmiştir. Yunus Emre de bu göç eden dervişler arasındadır. Manisa Kula o vakitlerde Saruhan Beyliği Adala Sancağı’na bağlıdır. Tapduk Emre’nin Kula Emre Köyü’nde bir dergâhı bulunmaktadır.

Yunus Emre’nin Hacı Bektaşı-ı Veli ile Karşılaşması ve Tapduk Emre’ye İntisap Eylemesi
Hacı Bektaş-ı Veli’nin menkıbelerinde anlatılana göre; Yunus kıtlığın ve yoksulluğun olduğu bir vakitte Sivrihisar’ın kuzeyinde bulunan Sarıköy’den kalkarak Hacı Bektaş-ı Veli’nin bulunduğu Suluca Karahöyük’e gitmek için yola koyulur. Hacı Bektaş-ı Veli darda olanlara, yoksullara yardım etmektedir. Giderken Veli’nin yanına eli boş varmamak için dağdan alıç toplar ve öküzüne yükler. Huzura vardığında alıçlara karşı buğday istediğini, yoksul bir kimse olduğunu dile getirir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin işareti üzerine Abdallar alıçları yer ve Hacı Bektaş-ı Veli sorun bakalım ona buğday mı ister nefes mi der? Yunus’a sorduklarında Yunus ben nefesi neyleyim, bana buğday gerek diye karşılık verir. Hacı Bektaş-ı Veli bunun üzerine söyleyin alıcının her bir tanesi için bir nefes verelim der.  Yunus nefesin karın doyurmadığını buğday istediğini söyler. Hacı Bektaş-ı Veli’ye ilettiklerinde varın söyleyin, alıcının her bir tanesi için on nefes verelim der. Yunus yine buğday ister ve kendisine ne kadar buğday istiyorsa o kadar verilip yolcu edilir. Ancak köyüne gitmek üzere yola çıkan Yunus Emre yaptığından üzüntü duyar. Buğdayın çabucak tükeneceğini ama nefesin ölünceye kadar tükenmeyeceğini düşünür ve geri döner. Tekkede buğdayları indirir. Abdallar Yunus’a neden geldiğini sorduklarında daha önce kendisine verilmek istenen nasibi almak istediğini söyler. Durumdan haberdar olan Hacı Bektaş-ı Veli o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye verdiğini nasibini Tapduk Emre’de araması gerektiğini söyler. Bundan sonra Yunus Emre Tapduk Emre’nin huzuruna gelir, onun müridi olur. Kırk yıl dergâhta hizmet eder. Odun taşır, dergâha eğri odun yakışmaz diyerek yaş ve eğri odunu dergâhına hiçbir zaman getirmez.

Yunus Emre’nin mezarının Tapduk Emre’nin mezarının eşiğinde olması gerektiği üzerinde çok fazla bir çalışma olmamakla beraber konuyla ilgili olarak en detaylı çalışma Prof. Ali Duymaz’a ait olup 19-21 Ekim 2017 tarihleri arasında Yunus Emre Belediyesi tarafından düzenlenen III. Yunus Emre Sempozyumu’nda sunulmuştur. Kitap içinde Sempozyumda sunulmuş olan bildiri de bulunmaktadır.
Yunus Emre’nin mezarının yirmiden fazla yerde bulunmasında yöresel aidiyet duygusundan kaynaklandığı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Yunus’un Anadolu’nun on beş yerinde mezarının olduğu rivayet edilmektedir. Bazı araştırmacılar Eskişehir Sarıköy’de meftun olduğu konusunda ısrar etmektedirler. Yunus Emre’nin mezarının Manisa Kula Emre Köyü’nde bulunduğu ile ilgili ilk bilgiyi Bursalı Mehmet Tahir Bey vermiştir. Mehmet Tahir Bey Kula Emre Köyü’nde Tapduk Emre ve çocukları ile Âşık Yunus’a ait iki kâgir türbeden bahsetmektedir. Yunus Emre’nin mezar taşının üzerinde iki ağızlı Teber (balta) resmi yer almaktadır. Tapduk Emre’nin mezarının Manisa Kula Emre Köyü’nde bulunduğu konusunda pek çok delil olduğu görülmekle birlikte Çağatay Uluçay’ın 1943 yılında Yunus’un Mezarı adlı çalışma da örnek verilebilir. Yunus Emre’yle ilgili önemli çalışmalar yapan Burhan Ümit Toprak da Yunus’un mezarı konusunda Fuat Köprülü’den farklı düşünmektedir. Toprak, Köprülü’nün Yunus Emre’nin mezarının Karaman’da olduğu görüşüne ihtiyatla yaklaşmakta ve konuyu meraklılarına bırakmaktadır.
*Naci Yengin, Yunus Emre'nin İzinde, Ihlamur Yayınları, İstanbul, 2021

Reklam