Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Köye Yolculuk

22 Şubat 2023 - 01:57 - Güncelleme: 07 Mart 2023 - 11:34

Köye Yolculuk
Babamın annemle konuşma seslerini duyuyorum. Boğucu ve anlaşılmaz derecede hızlıca kelimeleri ardı ardına sıralıyor. Kızgın olduğunda hep böyle konuşur. Ne söylediği pek anlaşılmaz. Ama ben anlıyorum. Mehmet’le evlendirecekmiş beni. İkna et diyor anneme, kıs kısmının gönlünü anası eder diyor. O kadar üzgünüm ki. Mehmet’le evlendirecekmiş beni, Mehmet’le. Ben onu sevmiyorum ki. Nasıl evleneceğim onunla? Hayır, asla! Evlenmeyeceğim!

Pencereyi açtım. Dışarıda nefis bir hava var. Penceremin pervazına konmuş bir serçe kuşuna ekmek kırkladım. Hiç kaçmadı benden. Konuşalım mı biraz seninle serçe kuşu? Babamı duyuyor musun? Anneme benim yüzümden yine kızıyor. Mehmet’le evlendirecekmiş beni. Farklıymışım ben. Kimse evlenmezmiş benimle. Hazır Mehmet gibi bir kısmet varken evlenmeliymişim. Gitmek istemiyorum serçe kuşu. Ben evlenmek istemiyorum. Onu bekliyorum biliyorsun. Bilmiyorum deme bak bana, alınırım. Muhakkak biliyorsundur. Onu bekliyorum serçe kuşu. Belki arkadaşların bildirmiştir sana. Aşkımıza tanık olan arkadaşların yok mu sanki? Vardır vardır bak bir düşün hele hatırlayacaksın.

- Emel, kızım, kiminle konuşuyorsun?
- Serçe kuşuyla anne. Serçe kuşuyla konuşuyorum.
- Gel bakalım buraya. Otur yatağına gel hele de konuşalım biraz.
- Ne konuşacağız anne?
- Bak kızım baban.
- Duydum anne. Yorma kendini evlenmeyeceğim ben.
- Ama kızım baban evlenmeni istiyor.
- Anne ben otuz yedi yaşındayım unuttun galiba. Babam evlenmemi istiyor diye evlenecek değilim.
- Baban senin iyiliğini istiyor.
- Biliyorum anne. Farklıymışım ben. Evlenmek isteyen olmazmış benimle. Olmamış da. Olmasın. Hem ben kimseyle evlenmek istemiyorum. İçimde böyle bir isteğim yok anlıyor musun anne?
- Mehmet iyi bir kısmet kızım. Varlıklı bir adam.
- Biliyorum anne. Biliyorum. Zaten babamın beni düşündüğü de yoktur. Mehmet’le iş yapmak peşinde olduğundan beni onunla evlendirmek istiyor.
- Sen de bilirsin Mehmet’i kızım. Bizim muhitin çocuğudur. Yaşı da fazla yok. Kırk beşlerindedir. İşi gücü, tahsili sana uygundur. Boş adam değildir Mehmet.
- Tüm bunlar hiç ilgimi çekmiyor anne. Evlenmeyeceğim ben Mehmet’le.
- Hâlâ onu bekliyorsun değil mi?
- Kimseyi beklemiyorum.
- Odana kapanıp duruyorsun, sadece yazıyor, okuyorsun. Kaç yıl geçti üzerinden kızım. Gelmez o adam. Kendini bu odaya kapattın. Çık şuradan artık. Bizimle konuşmuyorsun hiç.
- Odama geldiğinde seninle konuşuyorum anne.
- Yavrum sen de iki ablan gibi evlensen. Gözümüz bakarken seni evlendirelim. Hem bak kırk yaşından sonra çocuğun olmayabilir. Anneliği tat yavrum. Mehmet demiş ki.
- Ne demiş anne Mehmet? İlgimi çekmiyor diyorum sana.
- Kızım Mehmet demiş ki isterse yazmaya devam etsin. Emel’in yazmasına ya da okumasına hiç karışmayacağım.
- Lütfetmiş beyim. Anne ben evlenmeyeceğim.
- Son kararın mı Emel?
- Evet anne.
- O hâlde köye gideceksin.
- Niçin anne köye gidiyorum?
- Köyde anneannenden kalma eve gideceksin. Yazarlıktan kazandığın parayla da geçinirsin artık. Gerçi para kazandığın da yok! Hikâyelerini cebinden para harcayıp yayınlatıyorsun. Bırak bu işleri yavrum. Evlen, bir kocan bir çocuğun olsun. Hem bak Mehmet.
- Tamam giderim.
- Nasıl yani?  Gidecek misin gerçekten?
- Evet gideceğim. Sen demedin mi git diye?

Annemle aramızda geçen bu atışma ne kadar sürdü bilmiyorum. En sonunda annem ağlayarak odamdan dışarıya çıktı. Annem odamdan çıktıktan sonra dolabımın arkasına sakladığım iki bavulumu da çıkardım. Bir bavula kıyafetlerimi, bir bavula kitaplarımı koydum. Laptopumu çantaya yerleştirdiğim sırada annem tekrar odama geldi, niçin hazırlandığımı sordu. Tartıştık, bana gitmemi söylediğini hatırlattım, yine ağladı. Evden çıkmama müsaade etmeyeceğini söyledi. Ona çocuk olmadığımı ve beni zorla evlendiremeyeceklerini anlatmaya çalıştım. Ağlaması hızlandı. Bu evden hemen çıkmalıyım, diye düşündüm. Trençkotumu sırtıma geçirdiğimde aynaya düşen aksime baktım. Gerçekten de yaşlanmıştım. Annem kendine göre belki haklı idi. Ama benim aradığım aşk ya da evlilik değildi. Zaten aşkı içimde yaşıyordum. Bu evden çoktan ayrılmalıydım. Otuz yedi yaşına kadar anne-baba yanında kalırsan hâlâ çocuk muamelesi görürsün işte böyle. Ve seni zorla evlendirebilecekleri hükmüne varan ailenin hastalıklı fikirlerini dinlemek zorunda kalırsın. Sanki herkesin evlenme zorunluluğu vardır. Ya da sanki herkes çocuk sahibi olmak zorundaymış gibi. Evlenmek hiç ilgimi çekmiyor. Ben ablamlar gibi değilim. Çocuk sahibi olmak da istemiyorum. Gitmek istiyorum bu evden. Uzaklaşmaya ihtiyacım var. Valizlerimle evin çıkış kapısına yöneldim. Babamın arabasının anahtarını aldım. Koy o anahtarı yerine, dedi annem. Köye kadar nasıl gideceğimi, sordum ona. Babamın çok kızacağını söyledi. Babam zaten her şeye kızıyor, dedim. Arabayı kullandığı yok, en azından evin önünde yatmaktan kurtulur. Annemin yüzüne bakmak istemedim. Gözyaşları sel olmuş akıp duruyordu. Keşke o gözyaşları böyle saçma zamanlarda dökülmese annem! İnsan çocuğu okuyor, yazıyor diye ağlamamalı! Evlenmek istemiyor diye ağlamamalı!

- Emel gitme kızım!
- Gideceğim anne. Uzun zaman önce gitmem gerekiyordu. Arabayı almam çok büyük problem olursa onu da bırakırım.
- Hayır al. Babanın ne diyeceği umurumda değil. Zaten onun yüzünden oluyor. Takmış kafaya Mehmet çok iyi adamdır diye. Benim de kanıma girdi. Bizim kızımızı mutlu eder diye sayıklayıp duruyordu. Ben de ona uydum Emel. Affet kızım beni.
- Tamam anne sorun değil. İnan bana biraz uzaklaşmak bana iyi gelecek. Hem size de iyi gelir.
- Dur kızım, bekle para vereceğim.
- Hayır anne param var. Sen para kazandığıma inanmıyorsun ama ben az da olsa yazdığım hikâyelerden para kazanıyorum.
- Ne olacakmış o kadar paradan. Oralarda sıkıntı çekmeni istemiyorum. Benim kartımı al. Burada da biraz para var. Sen bir haftaya gelirsin zaten değil mi kızım?
- Bilmiyorum anne bakacağım. Bilmiyorum.

Evin kapısından çıktığımda göreceğimi umduğum boş alanı dolduran görüntü karşısında donakaldım. Beni evlendirmeye çalıştıkları, bizim muhitin ve benim de tanıdığım Mehmet ağabey daha doğrusu Mehmet karşımda duruyordu. Elimde valizlerle dışarıya çıkmakta olduğumu görünce o da afallıyor gibi dursa da renk vermemeye çalıştı. Kızarıp bozarmasından nereye gittiğimi merak ettiğini anladım. Mehmet’e kızgınlığım daha da arttı.

- Merhaba Emel.
Kapıya çıkan anneme de ‘’Merhaba Sabiha abla,’’ dedi. ‘‘Hayırdır, yolculuk mu vardır?’’
- Ben gitmiyorum. Emel köye anneannesinin evine gidiyor. Bir süre orada kalacak. Sen niye gelmiştin evladım?
- Emel, Emel ile konuşmak istemiştim.
- Hayırdır Mehmet ağabey ne konuşacaksın benimle? Hem benim vaktim yok, Çukur Köyü’ne gidiyorum.
- İstersen köye ben götürebilirim. Hem yolda da konuşmuş oluruz. Olur mu?
- Hayır. Babamın arabasıyla kendim gideceğim.
- Asansörün içine iteklediğim bavulların yanına ben de sıkıştım. Asansör kat numaralarının olduğu bölümde sıfırı tuşlayarak kapının kapanmasını bekledim. Mehmet asansöre binmek için hamle yapmadı Allah’tan. Ondan da öyle bir hareket beklemem. Beyefendi kişiliği ile bilirim onu. Fakat gönül bu. Mehmet’i sevmiyorum. Ben hâlâ geçmişte yaşıyorum.
Apartmanın çıkış kapısında Mehmet’le tekrardan karşılaştım. Merdivenlerden indiğini anladım. Bana yetişebilmek için acele etmişti anlaşılan. Soluk soluğa kalmıştı.

- Valizlerin için yardım edeyim sana. Ağır görünüyorlar.
- Gerek yok istemiyorum. Tekerleği olduğu için rahatça sürebiliyorum onları, hem araba hemen ötede, az ileride.
- Yine de yardım etmek istiyorum.
- Gerek yok dedim. İstemiyorum.

Valizin birine ayağımın ucuyla dokundurdum, diğerini elimle itekledim. Mehmet’in açtığı apartmanın kapısından kolayca çıktım. Merdiven başı olan geniş alanda Mehmet’e git artık, diyeceğim sırada neye uğradığımı anlayamadan yere kapaklandım. Yüzüstü zemine çakılmıştım. Yere düştüğümde canımın acıdığına mı yanayım, yoksa komik duruma düşüp rezil olduğuma mı yanayım. Mehmet yanıma gelip usulca kolumdan tuttu.

- Bir şeyin yok ya? İyi misin Emel?
İlk defa Mehmet’e bu kadar yakından bakıyorum. İyi misin? diye sorduğunda burnumun ucuna kadar yaklaştı. Yüzündeki masum ifade, gözlerinin içindeki pırıltılar, kahverenginin içinde salınan yeşil renk. Uzun ve biraz sivri inen yüzündeki biçimli burnu. Bana iyi misin? diye soran dudakları. Sesinin tonu. Ne diyorum ben? Etkilendim mi? Hayır kesinlikle olamaz.

- İyiyim yok bir şey. İyiyim ben. Tutma kolumu kaldırma beni.
- Peki. Ben valizleri arabaya kadar götürüyorum.
- Tutsana beni. Kaldırsana ayağa. Bunları söyleyen ben miyim? Kendime gelmeliyim. İyi ki duymadı diye seviniyorum bu sözleri mırıldanırken.
Arabamın yanına gittiğimde valizlerle birlikte Mehmet arabanın yanında bekliyordu.
- Hadi aç.
- Neyi açacağım?
- Arabayı aç valizleri bagaja yerleştireyim.
- Ha araba. Tamam.
- İyi misin sen Emel?
- İyiyim, iyiyim.
Mehmet arabanın bagajına valizleri koyarken ben de şoför koltuğuna oturdum. Onun bagaj kapağını kapatarak yanıma gelmesini bekledim.
- Seni köye götürebilirim Emel. Hem seninle konuşmak istiyordum.
- Görmüyor musun kendim gidiyorum.
- Peki.
- Sen hep böyle sadece peki mi dersin?
- Niçin? Kendin gideceğini söylüyorsun ben de tamam manasında peki diyorum.
- Deme peki deme. Sinir oldum. Ya da desen de yanına bir kelime ekle. Ne diyorum ben. Tamam hadi bana eyvallah. Uzun zaman gelmeyeceğim buralara. Belki de hiç gelmeyeceğim. Muhite iyi bak ağabey.
- Peki Emel kardeşim iyi bakarım.
Mehmet’le böyle atışırken şunu fark ettim ki bu adama haksızlık ediyorum. Hiç tanımadığım ve şans vermediğim Mehmet’i belki de sevebilirdim. Artık çok geç diyorum kendi kendime.
- Gidiyorum ben. Hadi Allah’a emanet Mehmet.
- Güle güle Emel.

Gaza bastım, yola revan oldum. Çukur Köyü’ne kadar yaklaşık iki saatlik yolum var. Arabanın radyosunu açıyorum fakat aklım Mehmet’te asılı kalmıştır. Caddede arabamla giderken ağaçların dallarındaki kurumuş yapraklara bakıyorum, yollara serpilmiş olan sonbaharın armağanlarına gözüm kayıyor. İnsanlar, evler, parklar, okul, işyerleri, elektrik direkleri, yine işyerleri, yine evler…. bitiyor… şimdi şehir geride kaldı. Kırsala doğru arabamı sürüyorum. Fakat kırsalı görmem için daha bir saatlik yolu gitmeliyim. Sonra zeytin ağaçları ile bezeli yollardan geçeceğim…. Bekle beni Çukur Köyü, geliyorum. Aklım yine Mehmet’e kayıyor. Hayır, diyorum aklıma hayır. İçinde yaşattığın sevdana ihanet edemezsin. Hayır.

Devam edecek…