Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Gençliğin Bir Günü

09 Mayıs 2023 - 16:18 - Güncelleme: 09 Mayıs 2023 - 18:51

Gençliğin Bir Günü
Melih akşamdan fazla alkol almıştı. Cep telefonunun alarmını duyuyor fakat başını yastıktan kaldıramıyordu. Yatağın içinde elini hareket ettirdi, telefonunu bulamamıştı. Odanın içinde yankılanan ses sanki beyninin içine saplanan bıçak darbeleri gibi acı veriyordu. Ayağa kalkmak istedi, üzerindeki battaniyeyi dürerek kapının arkasına attı. Vücudu çıplaktı; hangi vakitte eve gelmişti, üzerindeki kıyafetler nasıl çıkmıştı… hatırlamıyordu. Banyoya gitmek isterken başı döndüğü için yere düştü. Alarmın bir ân duraksamasından sonra tekrar çalmaya başlaması sinirlerini iyice bozmuştu. Yerde bir müddet oturdu, gücünü toparlayınca elleriyle destek yaparak sıska vücudunu kaldırdı. Banyoya girdi, telefonunu lavabonun üzerine bırakmış olduğunu gördü. Hemen açtı, önce alarmı susturdu. Sonra da mesaj kısmına baktı. Sam mesaj yazmamıştı… sosyal hesapların hepsine bakarak Sam’dan bir iz aradı. Bir not, bir fotoğraf; yoktu. Akşam neler söylemişti kıza? Bir kısmını hatırlıyordu. Hatırlayamadığı kısım ise muğlak ve karanlıktı. Sam’ın huyunu iyi bildiğinden onu aramayacaktı. Sebepsiz yere tartışmak istemiyordu. Öğlenden önceki dersleri kaçırmıştı; bu yüzden ağırdan alıyordu. Tıraşını olurken sürekli Sam’ı düşündü. Bugün Sam'ın teslimi vardı ve O, kız arkadaşını, akşam serseri dostlarının yanına götürmüştü. Sam rahatsız olduğunu söylemişti söylemesine ama Melih içmeye başlayınca kendini durduramıyordu. Bir ara Sam’ın yanına Oğuz’un geldiğini gördü. Sızıp kaldığı yerden ikisinin konuştuklarını görüyordu, yanlarına gitmek için bedeninde güç bulamıyordu. Belki bir saat uyumuş ve sonra kalkmıştı. Biraz ayılmıştı. Sahilde oturan Oğuz ve Sam’ın yanlarına gidebilmek için yürüdü. 

- Üzerimi kim örttü?
- Sam örttü, dedi Oğuz, gözlerinde anlamsız bir öfke vardı.
Melih Sam’ın yanına oturunca ona sarılmak istedi. Kolunu kaldırarak Sam’ın belini sardı. Sam irkilmişti.
- Çek elini Melih!
- Ne oldu miniğim?
- Bana miniğim deme. Gitmek istediğimi söylemiştim. Hem niye buraya getirdin ki? Yarın teslimim var. Ödevimde henüz bitmeyen yerler vardı ve çalışmam gerekiyordu. Sanmıştım ki.
Melih’in kafası dumanlıydı. Sam’a yardım edecekti, hakikaten niye buraya gelmişlerdi ki?
- İşe yaramaz herif, dedi Oğuz. Melih bu çıkışı beklemiyordu. Şaşırdı önce, sonra da Oğuz’a doğru baktı.
- Ne diyorsun oğlum sen? İşe yaramaz filan.
- Yalan mı? Kız yalvarıp durdu iki saattir gidelim diye. İçmeye devam ediyordun, sızdın kaldın. Götürmedin. Bak yarın teslimi varmış. Üstelik yardım edeceğim diye söz vermişsin. Bu saatten sonra nasıl tamamlayacak ödevini?
- E sen götürseydin madem Sam’ı. Çok acımışsın.
- Yalancısın oğlum. Teklif ettim. Yurda kadar bırakabilirim dedim. Kabul etmedi.
- Senin derdin mi var benimle?
- Evet var. İşe yaramazsın. Yalancısın. Küçücük kızı kandırıyorsun. Gidiyorum ben.
- Defol git. Yoksa ağzını burnunu kıracağım, dedi Melih. Oğuz gittikten sonra Sam’a sormaya başladı.
- Ne konuşuyordunuz?
- Seni ilgilendirmez.
- Nasıl beni ilgilendirmez?
- Evet seni ilgilendirmez. Beni okuldan alıyorsun ve buraya getiriyorsun. Sonra da başlıyorsun içmeye. Kaç kez söyledim değil mi? Arkadaş ortamın bana göre değil diye. Ve yardım edeceğim demiştin. Beş dakika demiştin sadece. Sadece beş dakika kalacağız Sam ve sonra kütüphaneye gideceğiz demiştin. Birlikte çalışacaktık. Ama sen ne yaptın? Üç saattir buradayım. Okulda da peşimi bırakmıyorlar. Onları tanımıyordum ki. Şimdi hayatımın içindeler. Üstelik.
- Üstelik ne Sam? Niye sustun? Söylesene.
- Şu Oğuz.
- Ne oldu? Yoksa sana bir şey mi yaptı?
- Hayır tabii ki. Fakat konuşmalarından hoşlanmıyorum. Sürekli olarak seni anlattı durdu. İşe yaramaz olduğunu söylüyor, yalancı o diyor. Senin gibi tatlı ve iyi bir kızın o serseriyle ne işi var diyor.
- Şimdi gösteririm ben ona.
Melih ayaklanmıştı. Arabanın içinde içmeye devam eden Oğuz’a sözlerinin hesabını sormak istiyordu.
- Hayır, otur şuraya! diye Sam ikrar etti. Melih düşündü, en iyisi gitmek olacaktı. Daha sonra da Oğuz’a hesap sorabilirdi.
- Hadi gidelim Sam.
Sam’ın elinden tutup yola koyulmak için ayağa dikildi Melih.
- Binmem o arabaya. Oğuz da Buse de sarhoş. Metrobüsle gidelim.
- Tamam zaten öyle yapacağız. Hadi elimi tut.
- Hayır Melih.
- Şimdi kırk gün konuşmazsın benimle.
- Konuşmak istemiyorum şu anda Melih. Saat kaç?
- Saat kaçmıyor ki bebeğim bak yerinde duruyor.
- Ha ha ha Melih! Ne komik ne komik.
- Sam özür dilerim. Saat şu anda on bir.
- Özür dilerim Sam’mış. Şimdi sabaha kadar uyuyamayacağım.
- İstersen bize gidelim ha. Ödevini al yurttan ve bize gidelim.
- Hayır. Kendim yapacağım. Bak ne diyeceğim. Metrobüse de kendim yürüyebilirim.
- Yapma bebeğim. Özür dilerim dedim.
- İçki içen bir erkek arkadaş istemiyorum. Bu yaşantı şekli bana uygun değil. Sevmiyorum anlamıyor musun? Söylemiştim. Uzak dur demiştim. Biz farklıyız demiştim. Zorla geldin, hayatıma girdin. İstemiyorum anlamıyor musun?
- Çağır hayallerin en ötesini, Yakından duyarsın aşkın sesini, Sonsuz mutluluğun penceresini, Beraber açalım tut ellerimden. Hatırla kaybolan hatıraları, Elmastan ışıklı, altundan sarı, Zaman tortusundan işte onları, Beraber seçelim tut ellerimden. Şüphe “başlangıç”tır, karar “nihayet”, Zamanı zamana etme şikayet, Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet, Beraber kaçalım tut ellerimden.
- Kimden bu şiir?
- Abdurrahim Karakoç. Hadi Sam tut ellerimden.
- Hayır tutmayacağım.
Sam koşarak uzaklaştı Melih’in yanından. Melih çok üzülmüştü, kaç zamandır teslimim var diyordu. Yardım edecekti sevdiği kıza. Niye böyle olmuştu ki? İçkiye zaafı vardı. Bir ân Oğuz’un rakıyı mahsus uzattığını düşündü. Melih sarhoş olduktan sonra Sam’la mı konuşmak istemişti? Sonra bu düşüncesinden vazgeçti. Konuşmak istese telefon da edebilirdi, okulda da görebilir; konuşabilirdi. Yalnız bu akşamki tavrı hiç hoş değildi. O da sarhoştu. Böyle ağır konuşmasına alkol mü sebep olmuştu, yoksa Sam’ı mı seviyordu? Bir şekilde nasılsa yolunu bulur kendini sevdiğine affettirirdi. Halil’in çalıştığı bara gitmeye karar verdi, tam vaktiydi. Sam da gittiğine göre içkisine karışan da olmazdı. Otobüs durağına doğru yürümeye başladı.

***
Sahaflar çarşına gelmişti. İkinci el kitaplara bakıyordu. Malta Belgeleri adlı kitabı arıyordu. Bir sahafta buldu, kitabı eline aldı. Fazla yıpranmamıştı, üstelik fiyatı da makuldü. Edebiyatı seviyordu, tarihle ilgili kitapları seviyordu, kendisi de yazıyordu biraz ama bunları kimseye göstermeye cesaret edemiyordu. Arada Sam’a göstermeye yelteniyor, Sam’ın o eleştirel tavrı aklına geliyor ve vazgeçiyordu. Üstelik Sam zaman zaman büyük şairlerden okuduğu şiirleri bile eleştirebiliyordu. Yazdığı bir hikâyesini görse ve okusa kim bilir nasıl alay edecekti?
- Alıyorum kitabı. Parayı tezgâha bıraktı. Tezgâhın üzerinde duran Ruh Adam adlı kitabı görünce onu da eline aldı. Bunun fiyatı nedir?
- Okudun mu delikanlı Ruh Adamı yoksa okuyacak mısın?
- Okudum. Kız arkadaşıma alacaktım.
- Edebiyat bölümünde mi öğrencisiniz?
- Ruh Adam’ı okumak için edebiyat bölümünde öğrenci mi olmam gerekiyordu? Ezbere biliyorum bu kitabı.
- Öyle mi?
- Evet. Kız arkadaşım kaç zamandır diyordu. Annesinin kitapları içinden alacakmış fakat unutmuş. Ona hediye almak istiyorum.
- Peki o zaman delikanlı. Al, götür. Benden sana bir hediye. Sen de kız arkadaşına hediye edersin.
- Hayır parasız olmaz.
- Tamam o zaman yirmi lira ver yeter. Ne okuyorsun?
- Mühendislik okuyorum.
- Dikkat et delikanlı kendine. İçkiyi fazla kaçırma. Yerinde ve zamanında içmeyi bilmek gerekir. Kendini kaybedene kadar içersen sevgilin de seni terk eder, eşin de ve hatta annen-baban da terk eder.
- Akşam biraz… Nereden anladınız ki içtiğimi? Kokuyor muyum yoksa?
- Yok kokmuyorsun da ben anlarım delikanlı.
Melih sahaftan çıktı, okulun yolunu tuttu. Sürekli Sam’ı düşünüyordu. Gerçekten de kız haklıydı. Ona kendini affettirmek için bir de Cemal Süreya’dan şiir okuyacaktı bugün. Kesin affederdi. E Ruh Adam’ı da almıştı. Kesin affederdi.

***
Okul koridorlarında Sam’ı aradı; yoktu. En son kantine gitmeyi akıl etti. İşte orada, karşıdaki masadaydılar. Sam’ın yanında Oğuz oturuyordu, Buse de vardı. Morali bozulmuştu. Yine de belli etmemeye çalışarak ilerledi.
- Merhaba arkadaşlar.
- Merhaba, dedi Buse.
Sam cevap vermedi. Oğuz da ağzının ucuyla mukabele etmişti.
- Kalk oradan.
- Kime diyorsun kalk oradan diye?
- Sana diyorum. Kalk oradan.
Oğuz kıpırdamamıştı. Melih yaklaştı, Oğuz’un kolundan tutarak sana kalk dedim, diye çıkıştı. Oğuz bu çıkışın sonunda kalkmak zorunda kalmıştı. Boşalan sandalyeye Melih oturdu.
- Çok ayıp ettin. Niye kaldırdın ki çocuğu?
Sinirlenen Oğuz kantinin içindeki diğer masaya geçmiş, öfkeli nazarlarıyla Melih’i süzüyordu. Buse de Oğuz’un yanına gitti. Masada Melih ve Sam yalnız kalmışlardı.
- Ödevini teslim ettin mi?
- Ettim.
- Kaç verdi?

- BB verdi.
- Tüh ya! Sam!
- Evet.
- Aşktın sen, kokundan bildim seni, Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu, Taşıttan indin, sonra da karşıya geçtin, Elinde tuhaf bir çanta, saçında soku, Akıl almaz işleri şu zambakgillerin, Sokakta bir sövgü gibi akıp gittin, Gözlerin sonsuz uzun, sonsuz çekikti, Baksan uçtan uca Çin Seddi'ni görebilirdin, Yanındaki adam mutlaka kardeşindir, İstanbul öyle ağırbaşlı bir kent değildir, Aşktın sen, gidişinden bildim seni.
- Bu şiir kimden?
- Cemal Süreya. Bak sana ne getirdim.
- Ruh Adam.
- Affettin mi beni?
- Biraz.
- Olsun o da yeter be gülüm.
Sarıldılar. Yaşadıkları aşkı belki devam ettirebilirler… Kim bilebilir ki?

SON






 

Son Yazılar