Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Bir Kumarbazın Ailesi

13 Nisan 2023 - 00:28 - Güncelleme: 13 Nisan 2023 - 01:34

Bir Kumarbazın Ailesi
Akşamüzeri iki çocuğunu önüne katarak yola koyuldu. Bu saatlerde kulüp henüz çalışmaya başlamazdı. Arif dört gündür eve gelmiyordu; bu yetmiyormuş gibi ilk karısından olan iki oğlu ve kızı da dün evlerine misafirliğe gelmişlerdi. Mutfakta pişirmeye yemeklik yoktu, iki kendinden bir de üveyler eklenince toplamda beş çocuğa ne pişireceğini şaşırmış ve zaten üvey çocukları istemediğinden Arif’le kavgaya tutuşmak için bahane etmeye fırsatı ele geçirmişti. Arada çocuklarını pataklayarak öfkeyle yürüyordu; öyle ki içindeki kindar duyguların söneceği yoktu. Yerden iri boyutlu bir taş seçti, elinde tuttuğu poşetin içine attı, yolda önüne çıkan iri taşları poşetin içine doldurmaya başladı. Ahu beş yaşındaydı, Ajda ise üç. Arif bu isimleri alafranga bulmuş kızlarına vermek istememişti ama Aliye’ye laf anlatamayınca karısının istediği isimlere evet demek zorunda kalmıştı. Aliye’nin baskın bir karakteri vardı, Arif de ondan aşağı değildi fakat Aliye kocasının hiçbir dediğini kabul etmez hatta bu uğurda kapıdan dışarıya atılmayı bile göze alabilirdi. Kulübün önüne geldiğinde Posbıyık Rıza Aliye’yi karşıladı.
- Yenge hoş geldin. Bir sorun mu vardı?
- Çekil önümden Arif’i göreceğim.
- Arif ağabeyim henüz gelmedi.
- Ne demek gelmedi? Kaç gündür eve gelmiyor, nerede bu adam? Benimkiler yetmiyormuş gibi üveyler de geldi başıma. Evde pişirmeye yemeklik yok, gaz bitti.
- Tamam yenge, sen alıver bu parayı hadi şimdi git. Arif ağabeyime ben geldiğini söylerim.
- Hiçbir yere gitmem. Bana bir tabure getir, madem içeriye almıyorsun burada oturacağım, bekleyeceğim. Ben nasıl patron karısıyım anlamıyorum. Kocamın bekçi köpeği beni kendi işyerime almıyor.
- Ayıp ediyorsun Aliye Hanım. Ben elli yaşında adamım, bekçi köpeği değilim. Burası berber dükkânı değil. Kulüp burası kulüp! İçeride kumar oynanıyor.
- Aman biliyoruz, biliyoruz. Bana tabure getir. Sen de şunu unutma su testisi su yolunda kırılır.
- Fesuphanallah!
Asabı bozulan Posbıyık Rıza, Serden’e dikkatli ol manasında göz işareti yaptıktan sonra kulübün içine girdi. Komi Galip’e bakarak ‘‘Şu kadına bir tabure götür.’’ dedi. Komi Galip ‘‘Emrin olur ağabey,’’ diyerek elindeki toz bezini kendisi gibi kulüpte komilik yapan Selim’e verdi, masanın yanından aldığı tabureyle dışarıya çıktı. Aliye tabureye ilişmiş, iki dizine de iki kızını oturtmuştu. Ajda’nın küçücük sırtına yüzünü gömmüş, ağlıyordu. Köyden geldiğinde otuz iki yaşındaydı, Arif’le onu uzaktan bir akrabası tanıştırmıştı. Birkaç kez görüşmeyle evlenmeye karar vermişti. Evlenince Arif’in üç çocuğu da sözde onlarla yaşayacaktı fakat ev kurulup birlikte yaşamaya başlayınca bu imkânsızlaşmıştı. Aliye, Arif’in çocuklarını istemiyordu. Çocuklar hırçındı ve Aliye’nin gelen misafirlerini, gün boyu yaptığı hareketleri babalarına, halalarına anlatıyorlardı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Arif sorumluluk sahibi bir baba ve koca değildi. Bazen günlerce eve gelmiyordu, bu süre zarfında Aliye üç çocukla beraber kalıyor, çocuklar onu dinlemiyorlardı. Bardağı taşıran son damla Arif’in kızıyla yaşadığı tartışma oldu. Kız, Aliye’nin evden çekip gitmesini ve onu istemediklerini söylemişti. Aliye bu, durur mu yerinde? Bu sözü eden kızın icabına bakıvermişti. Kızı adamakıllı hırpaladıktan sonra iki oğlana da sıra gelmiş onlara da terlikle hücum etmişti. Çocuklar ve Aliye’nin arasında çıkan savaşta evin perdeleri dahi kopmuş, zarar görmeyen bir eşya kalmamıştı. Birbirilerine de bayıltana kadar zarar vermişlerdi. Arif geldiğinde herkesi yerde baygın yatarken bulmuştu. Bir haftadır eve uğradığı yoktu ve bir haftanın sonunda eve gelirken yanında bir çuval dolusu para getirmişti. Çocuklarını ve Aliye’yi yerde baygın yatar vaziyette görünce fazla şaşırmadı, ne zamandır böyle bir patırtının kopacağını Aliye’nin ve çocuklarının hırçın tavırlarından anlıyordu. Fakat bu kadarını da hesap etmemişti.
‘‘Ulen şunları ıslatıp ıslatıp dövmeyi ben bilirim ama, elimi bulamayacam.’’ diyerek yatak odasına yöneldi. Allah’tan yatak odasına girmemişler, tüm savaşı salonda yapmışlardı. Elindeki para dolu çuvalı dolabın içine sakladı. Dışarıya çıktı, bilerek Aliye’nin üstüne ayağıyla basıp geçti, evin kapısı önünde bekleyen Osman’ı çağırdı. Osman içeri girdiğinde önce şaşırdı sonra da Arif’in yüzüne baktı.
- Bunların hepsini bahçeye taşı, birbirlerine bağla, dedi Arif.
- Emrin olur ağabey! diyen Osman ayaklarından sürüklediği Aliye’yle işe başladı. Aliye yerde sürünürken ayaklanmaya çalışmıştı ama başını kaldıramadığından bunu başaramamıştı. Osman hepsini bahçeye çıkartıp Arif’in dediği gibi birbirlerine bağladı. Arif sandalyeyle bahçeye çıktı, elinde silâh vardı. Elindeki silâhın ucuyla Osman’a kadını ayır dedi, Osman Aliye’yi çocuklardan uzaklaştırdı. Aliye kendine gelmişti fakat aldığı darbelerden başını kaldıramaz durumdaydı, çocuklar da ondan farksızdı. Arif, Osman’a bakarak:
- Banyodan kovalara su doldur, şunların yanına getir, dedi.
Osman yapması gerekeni anlamıştı. Banyoda ne kadar plastik ya da bakır kova varsa hepsine su doldurup baygın hâldekilerin yanına getirdi. Arif ünledi:
- Dök üstlerine!
Osman kovalardaki suları önce çocukların üstlerine dökmeye başladı. Soğuk suyu yiyen çocuklar ayıldı, bağlanmış vaziyette kendilerini görünce çığlık atmaya başladılar. Oğlanlar biraz sonra babalarını görerek sustu, kız kardeşlerini de susması için uyardılar. Osman aynı işlemi Aliye’ye yaptı, Aliye’nin ayılabilmesi için üç kova su dökülmesi gerekti. Aliye de ayınca Arif konuşmaya başladı:
- Ne dedim ben size daha önce?
İsmail ve Hasan ikizdiler; on altı yaşındaydılar. Ağlamaya ve babasından af dilemeye başladılar. Kızı ise af dilemiyor, öfkeli gözlerle babasına bakıyordu. Arif kendisine doğru bakan Esra’nın yanına gidip elini kaldırdı, fakat kalkan el Esra’nın yüzüne inmedi. ‘‘Şunlara birer kova su daha dök, ıslak vaziyette küçük odaya kilitle,’’ dedi Arif, Osman’a doğru eliyle işaret etti. Osman ne deniyorsa yaptı, kıyafetleri ıslak olan çocukları götürüp küçük odaya kilitledi. Sıra Aliye’ye gelmişti, Aliye için biçtiği ceza daha ağırdı. Osman’dan istediği su dolu bardağı Aliye’nin başına koydurttu, nişan aldı. Mermi bardağa değil de Aliye’nin başına isabet ederse bu bir takdiri ilahi olacaktı. Bir deneme, iki deneme derken… üçüncü denemeyi yapmadan Aliye’ye ‘‘Dersini aldın mı? Bir daha çocukla çocuk olacan mı, iyi geçinecen mi?’’ diye sordu. Aliye ‘‘Çocuklarını da seni de istemem çek vur!’’ diye karşılık vermişti. Üçüncü bardak Aliye’nin başına yerleştiğinde belki de mermi Aliye’nin başına isabet edecekti fakat Aliye korkmuyordu. Arif tetiği çekti, mermi yine bardağa isabet etmiş, cam kırıkları ve su Aliye’nin başından aşağı süzülmüştü. Aliye için de biçilen ceza böylelikle son buluyordu. Bunu da bahçede bırakacağız, dedi Osman’a Kumarbaz Arif ve eve doğru yürüdü. Sabah olmasına az bir vakit kalmıştı, Aliye olduğu yerden yavaşça doğruldu, karnına dokundu. Üç aylık hamileydi ve henüz Arif’e söylememişti. Evin içine açılan bahçe kapısını usulca araladı, doğrudan banyoya yöneldi, içeri girdi. Kısa bir sürede duşunu alarak çıktı. Bir müddet koridorda sessizliği dinledi, salona baktı. Çocuklar salonda olmadığına göre onları küçük odaya tıktırmış diye düşündü ve bugün yaşanılanlardan pişman oldu. Ne Arif’le ne de Arif’in çocuklarıyla olabiliyordu. Arif bir kabadayıydı, çocukları da çok hırçındı ve Aliye’yi sevmiyorlardı. Aliye katlanmak istemiyordu, Ankara’da yaşayan ablasının yanına gitmeye karar verdi. Çok çabuk davranmalı ve hemen evden çıkmalıydı. Usulca yatak odasına süzüldü, Arif derin bir uykuya dalmıştı. Kapının arkasından aldığı çantanın içine çekmeceden eline geçirdiği bir-iki eşyayı koydu, sonra dolabı açtı. Askıdaki kıyafetleri sıyırarak katladı. O ânda eşyaların arkasına sıkıştırılmış olan çuvalı gördü, ne olduğunu anlamak için çekeledi. Çuvalın ağzını açtığında içinde para olduğunu gördü, gözlerine inanamamıştı. Çuvalı zorlanarak dolaptan çıkardı, gerçekten de bir çuval dolusu para şu anda Aliye’nin elindeydi. Parayı alıp kaçabilir, bu kabadayıdan ve onun çocuklarından sonsuza kadar kurtulabilirdi. Sonra kendi ailesi aklına geldi, nereye gidecekti? Gidebileceği bir yeri yoktu, ablasının yanında da olamazdı. Bu bir yazgıydı ve yazgısına razı olacaktı. Paranın içinden biraz almayı düşündü, sonra bundan da vazgeçti, yatağın yanına oturarak ağlamaya başladı. Ne yapacağına ve nasıl davranması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Arif’ten önce bir kez evlenmişti, kocası bir kaza sonucu ölmüştü, amcasının yanında istenmediği hâlde bir beş yıl kadar yaşamış sonra da Arif’le evlenmişti. Arif’in yaptığı işi bilmiyordu, ona çay bahçesi işletiyorum, diye söylemişti. Ama aslında bir kumarhane sahibi kabadayının biriydi. Çuvalı yerine koymadan evvel içinden iki avuç para aldı, paraları katlayıp yatağın altındaki kilimin ucuna doğru iteledi. Pijamalarını giyip Arif’in yanına uzandı.
O günden sonra Arif’in oğlanları ve kızı İzmir’de bir yatılı okula gönderildi. Çocukların gitmesiyle eve huzur geleceğine daha beter bir hâl almıştı, şimdi de Arif’in hayatında şarkıcı bir kadın vardı. Arif o kadınla yaşıyordu arada bir de Aliye’nin yanına geliyor, kavgadan kırılıyorlardı. Aliye, Arif’e boyun eğecek bir kadın değildi. Arif ne derse tam tersini yapıyordu, Arif de çocuklar doğduktan sonra ona el süremiyor ve fakat boşayamıyordu da. Bu inatçı kadınla ne yapacağını bilemiyordu, kendi de doğru-dürüst bir adam değildi; onların ilişkisi tencere dibin kara benimki senden kara misaliydi.
Arif dört gündür evde yoktu ve  çocukları üniversite ara tatile girdiğinden misafirliğe babalarının evlerine gelmişlerdi. Çocuklarla Aliye birbirlerini yine sevmiyorlarsa da yaşadıkları o korkunç olaydan sonra en azından kavga etmiyorlardı. Arif’le Aliye’nin arası iyi olmadığı için Arif eve para bırakmıyordu, o yüzden de mutfak bomboştu. Sabah çocuklar kalktıklarında önlerine konan patates haşlamasından hoşnutsuz olmuşlar ve söylenmişlerdi. Aliye de öfkelenmiş, içini kin bağlamış ‘‘Ben gideyim de babanızı bulayım!’’ diyerek iki kızını önüne katarak evden çıkmış, önce bir arkadaşına gitmiş, arkadaşına gün boyu kocasını anlatmış daha beter kinlenmiş ve sonra da çocuklarıyla Arif’in kulübüne gelmişti.
Aliye taburenin üzerinde oturmuş, küçük kızının sırtına yüzünü gömmüş, ağlıyordu. Bir el omzuna dokunup mendil uzattı. Aliye mendili uzatan ele baktı, öfkeyle ittirdi.
- Aklınca bana merhamet mi gösteriyorsun?
- Hayır. Merhametten değil, ağlıyorsun.
- Arif nerede?
Vildan acıyarak Aliye’ye doğru baktı. ‘‘İçeri girdi.’’ dedi.
- Söyle ona dışarıya çıksın.
Vildan içeriye girdikten bir müddet sonra Arif çıktı. Aliye ve Arif’in arasında her zamanki gibi bir tartışma çıkmıştı. Arif, Aliye’ye gitmesini söylüyor, Aliye gitmiyordu. Çocuklar yolda perişandı. Posbıyık Rıza yanlarına geldi, onları uyararak sokak ortasında durmamalarını söyledi. Arif cebinden çıkardığı bir demet parayı Aliye’ye uzattı.
- Al şu parayı evin ihtiyaçlarını gör. Sabaha karşı gelirim ben, dedi.
Aliye sırtını dönerek uzaklaşan Arif’in arkasından bir müddet baktı. Vildan kulübün kapısında görünmüş Arif’i karşılamış, ikisi birlikte içeriye girmişlerdi. Aliye elinde tuttuğu poşeti açtı, içinden en iri olan taşı seçti; kulübün camını indirecekti. O sırada Ahu ağlamaya başladı, Aliye’nin bakışları Ahu'ya kaydı, taş dolu poşetse yere düştü. Aliye çocuklarını önüne katarak yoluna koyulmayı tercih etti, mutfak ihtiyaçlarını aldıktan sonra da evinin yolunu tuttu.

***
Anahtarıyla kapıyı açtı, küçük kızlarını içeriye aldı.  Ahu ve Ajda sevinçle salonda oturan ağabeylerinin yanına koştururken Aliye de aldıklarını mutfağa götürmek için hareketlendi. Mutfağa girdiğinde patatesleri soyan Esra’yı gördü, birlikte akşam yemeğini hazırlamak için sessizce çalışmaya başladılar.


SON