Son Osmanlı Şövalyesi

Sadık Yalsızuçanlar Fethi Gemuhluoğlu’nun, “son Osmanlı şövalyesi’ diye vasfettiği Yılmaz Öztuna göçtü.

Son Osmanlı Şövalyesi
13 Şubat 2012 - 15:44

Mekanı cennet olsun. Yaklaşık üç ay önce Ankara’da güç bela edindiği mütevazı evinde ziyaret etmiş, elini öpmüş, sohbetinden gıdalanmıştık Ali Gemuhluoğlu ve Koray Demir’le birlikte. Koray Demir, “Hilalin Düşüşü” adıyla tasarladığı bir film üçlemesi ve 1876 darbesinden bugüne Türkiye’nin “derin” tarihine ilişkin gerçekleştireceği belgesel için bir öngörüşme talebinde bulunmuştu. Ali ağabey sağ olsun randevu aldı, birlikte gittik. Zaten Mevlevi idi ama yaşayışca, hal ve etvarı bakımından da bir dervişti. Üç beş kitap karalayıp dünya zengini olanlardaki para ve iktidar hırsına bakılacak olursa, Öztuna neredeyse bir lokma bir hırka yaşamıştı. Ayrıca vakur idi ama kibirli değildi. Bilgi onda kibre değil vakara sebep olmuştu. Oldukça dikkatli, titiz ve parçadan bütünü görebilen vüsatli bir perspektife sahipti.
 

TRT, Kültür Bakanlığı, MEB, Türk Ansiklopedisi ve milletvekilliği… Çeşitli kurumlardaki görevleri, tarihçiliği ve siyasi çabaları dışında, genel kamuca pek bilinmeyen son derece kıymetli hizmetleri vardır. Bunlar arasında ilk elden hatırlayabildiklerimiz şunlar: İTÜ’de Türk Müziği Konservatuarı’nın kurulması, Kültür Bakanlığı’nın teşkili, Ayasofya Hünkar Mahfili’nin ibadete açılması, Topkapı Sarayı Hırka-ı Saadet Dairesi’nde Kur’an okunmaya başlanması, 1000 Temel Eser Serisi ve Osmanlı Hanedan üyelerinin bazı haklar edinmesi… Bu değerli işleri Öztuna’ya borçluyuz. Özellikle milletvekilliği sırasında, böylesi güzelim işlerle meşgul olmuş ve sonuçlandırmıştı.

Hizmete Adanmış Bir Ömür

Bindokuzyüzotuzun yirmi eylülünde İstanbul’da doğmuş. Paris Üniversitesi Siyasal İlimler Enstitüsü’nde, ardından Sorbonne’da Fransız medeniyeti bölümünde ve Alliance Française’nin yüksek kısmında okumuş. İlk yazısını onüç yaşındayken kaleme almış. İki yıl sonra ise ilk kitabını yayımlamış. TRT, Kültür Bakanlığı, MEB, Türk Ansiklopedisi ve milletvekilliği… Çeşitli kurumlardaki görevleri, tarihçiliği ve siyasi çabaları dışında, genel kamuca pek bilinmeyen son derece kıymetli hizmetleri vardır. Bunlar arasında ilk elden hatırlayabildiklerimiz şunlar: İTÜ’de Türk Müziği Konservatuarı’nın kurulması, Kültür Bakanlığı’nın teşkili, Ayasofya Hünkar Mahfili’nin ibadete açılması, Topkapı Sarayı Hırka-ı Saadet Dairesi’nde Kur’an okunmaya başlanması, 1000 Temel Eser Serisi ve Osmanlı Hanedan üyelerinin bazı haklar edinmesi… Bu değerli işleri Öztuna’ya borçluyuz. Özellikle milletvekilliği sırasında, böylesi güzelim işlerle meşgul olmuş ve sonuçlandırmıştı.

Öztuna son derece titiz, sahih bir tarih yazıcısı idi. Bir Darbenin Anatomisi muhteşem bir araştırmadır. Fakat dili ve anlatımıyla da görkemlidir. Bir solukta okunabilen, belgelere dayalı, nesnel bir yaklaşımın ürünüdür. 1876’da Sultan Abdulaziz’e yapılan darbeyi, soğukkanlı bir tarihçi olmasına rağmen kitabında, “alçakça” diye nitelemekten geri durmaz. Öztuna, aynı zamanda milletimizin vicdanını da temsil eden seçkin bir münevverdi. Gemuhluoğlu’nun ifadesi ne kadar yerinde ve şık: Son Osmanlı şövalyesi… Bir Darbenin Anatomisi, kekeme bir dille konuşan, tarihimizin en kanlı ve onun tabiriyle en “alçakça” darbesinin soluk kesici hikâyesidir. Bu kitabı keşke okullarımızda ders kitabı olarak okutulabilseydi. Sultan Abdulaziz’e yapılan darbeyi ve barbarca katlini bütün ayrıntılarıyla anlatır. Darbecilerin tiynetini, bozuk kişiliklerini ve hangi odakların piyonu olduklarını vukufiyetle açıklar, aktarır.

Öztuna, aynı zamanda -bazı kişiler son derece haksız biçimde eleştirdiler- yetkin bir müzikologdur. Geleneksel/klasik Türk musikisi tarihine oldukça vakıftır ve bu alanda da son derece nitelikli araştırmalara, monografilere ve ansiklopedilere imza atmıştır. Ama asıl külliyetli çalışması, Büyük Türkiye Tarihi adlı kapsamlı eseridir. “Büyük Türkiye” tabiri de ona aittir. “Osmanlı Cihan Devleti”, “Büyük Türk Hakanlığı” ve “Büyük Türkiye” tabirleri onun sayesinde dilimize ve ufkumuza dâhil olmuştu. Türkiye Gazetesi’nde başyazılar kaleme alıyordu ve toz duman arasında gözden yitiyordu. Zaman zaman okurdum ve istifade ederdim. Öztuna gerek ülkemizde gerekse dışarıda çok sayıda televizyon sohbeti de gerçekleştirdi. Bunların bir kısmı kitaplaştı. Hanedan tarihimizin en ayrıntılı ve dil olarak en lezzetli örneklerini o yazdı. Bunu pek kamusal ortamda dile getirmezdi ama Türkiye açısından modernleşme döneminde, bizim toplumsal ve siyasal geleneğimiz bakımından an rasyonel sistemin “meşruti monarşi” olduğunu söylerdi. Hanedan üyelerinin yadigârlarına karşı son derece hürmetkârdı. Bir akşam, Ülke TV’deki “Açık Deniz” programında, Şehzade Orhan Efendi’yi ve Koray Demir’i konuk etmiştik. Konu, Abdulaziz Han’a yapılan darbe ve sonrasındaki süreçti. Telefon konuğu oldu, Ankara’dan programa katıldı. Ve konuşmasına, evvela, torunu yaşındaki Orhan Efendi’yi selamlayarak, “Arz-ı tazim ve hürmet ederim” diye hoşamediyle başladı. Çok şaşırmıştım. Öztuna kelimenin tam anlamıyla bir İstanbul beyefendisi ve çelebi bir zat idi. Konuşurken -r ile başı hoş değildi gerçi- dahi yazıyormuş gibi zengin bir sözlükle, oldukça selis, akıcı ve meramını en doğru biçimde anlatıyordu. Türk dilinin lezzetini tadıyor ve tattırıyordu. Osmanlı medeniyetine aşinalığı da hayranlığı da had safhada idi. Dolayısıyla bir hanedan devleti olan Devlet-i Aliye’nin üyelerine karşı da saygılı ve sevgiliydi. Öztuna’nın kitapları arasında Bir Darbenin Anatomisi ayrı bir yere sahiptir. Birkaç kez dikkatle, ağlayarak, ibretle okudum. Çoğu dostuma okuttum, öğrencilerime ödev konusu yaptım. Kitapları arasında anmadan geçemeyeceklerim: Tarih Sohbetleri (3 cilt), Osmanlı Hareminde Üç Haseki Sultan, Türkler-Araplar-Yahudiler, Türk Musikisi Ansiklopedik Sözlüğü (2 cilt), Türk Musikisi Kavram ve Terimleri Ansiklopedisi, Türk Tarihinden Portreler, II. Abdulhamid: Zamanı ve Şahsiyeti… Son kitabı, Kubbealtı neşretmişti. Onu da bir solukta okudum. Özellikle okumanızı salık veririm. Yılmaz Öztuna bütün bu kitaplarıyla, yazılarıyla ve sohbetleriyle birkaç kuşakta Osmanlı bilgisi, görgüsünün ve sevgisinin uyanmasına sebep olmuştu. Ziyaretimizde, Muhteşem Yüzyıl dizisinde anlatılan bazı olaylardan söz ettik. Meğer hiç seyretmemiş. Dinledi ve anlattığımız olayların hiçbirinin doğru olmadığını tümüyle kurgu olduğunu söyledi. Keşke böylesi yapımlarda Öztuna’nın danışmanlığına başvurulabilseydi. O zaman yapımın niteliği de artar, daha çok seyirciye ulaşır ve sinemamızın, televizyon ortamımızın kalitesini de artırırdı. Amerikan ve İngiliz yapımı tarihi-kostümer filmlerde ne kadar titiz davranıldığını görüyoruz. Öztuna bu açıdan büyük bir imkândı. Ama kendi uzletinde, sessizce yaşayıp gitti. Yeterince istifa edilemedi.

Dedeman Oteli’nde ayda bir özel bir salonda sohbeti oluyordu. Gerçi nicedir, rahatsızlığı ve yaşlılığı sebebiyle yapılamıyordu. Birine, Ali Gemuhluoğlu’nun vesilesiyle katılma imkânı bulmuştuk. Seçkin bir topluluğa tarih, kültür ve siyaset içerikli nefis bir sohbette bulunuyordu.

Öztuna’yı kuşkusuz gelecek kuşaklar hep sevgi ve minnetle anacaklardır. Ama ilk elden okumadıysanız, Bir darbenin Anatomisiyle başlayın derim.
Son yazısından bir alıntıyla ruhaniyetini selamlıyor, sevenlerine başsağlığı diliyorum. “Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez”:

“ ‘Dünyanın herhangi bir ülkesinde ansızın karşılaşıp sizi en çok üzecek olay nedir?’ diye bir şey düşünmemiştim. Suriye despotu Esad, uzun tecrübelerinden sonra bunu başardı. Geçtiğimiz Cuma namazından sonra Başkan Esad Humus şehrinde gerçekleştirdi.
Mevlid, Türkler’in İslâm’a bir hediyesidir. İlk mevlid, Erbil şehrinde Türkmen Atabeyleri tarafından okutuldu. Müslümanlar çok sevdiler. Hızla bütün Müslüman âlemine yayıldı ve en vazgeçilmez dinî törenlerden biri oldu.

4 Mevlid vardır. En kutsalı birincisi olan Efendimiz’in doğum günü yapılanıdır. Asıl mevlid budur (Ar. doğum); sonra halk, diğer üçüne böyle dedi. Osmanlı’da vazgeçilmez bir imparatorluk törenidir. Bizzat hâkan-halîfe başkanlık eder. Geçtiğimiz Cuma, mevlid günü idi. Esad, bir Sünni şehri olan Humus’ta 400 kişiyi öldürtüp binlercesini yaraladı. Şehri yakıp yıktı. Böylesine bir cinayeti İran’a güvenerek yaptı. Hâlbuki İran Şîası’nda (Câferîlik’te) Peygamberimiz’e böyle bir saygısızlık yoktur. Ancak olay, Sayın Başbakanımız’ın erken teşhis ettiği tehlikeyi mezhep kavgasını körüklemek, mümkünse savaşa dönüştürmek için düzenlendi.

Rusya, Türkiye’ye sattığı petrolde fiyat indirimi yaptı. İran, taleplerimize rağmen, en yetkili ağızlardan, böyle bir şey düşünmediğini resmen bildirdi. Bahane, Malatya’da füzelerin geldiğini bildirecek bir radar istasyonu kurmamızdır. Ama aynı indirimi gaz için Başbakan Erbakan, Türkiye ile federasyon kurmak istediği söylenen Hâşim-i Rafsancânî’den de alamamıştı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Arap Birliği’nin Suriye için istediği yaptırımları onaylamak için toplandı. Rusya, yaptırımların azaltılmasını isteyerek Amerika’yı dara soktu. Çin ise büsbütün reddetti… Amerika’nın baskı altına alınmak istendiği görülüyor. ‘Bize ne, Amerika işin içinden çıksın!’ diyorlar.” (Türkiye, 06 Şubat 2012)

milat gz.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum