HAYVAN - Prof. Dr. Öcal Oğuz

HAYVAN - Prof. Dr. Öcal Oğuz
21 Eylül 2020 - 17:40
Sözlükler, dil ve akıl yeteneği bulunmayan ancak duygu ve hareket yeteneği olan, hayatını içgüdüleriyle sürdüren “insan dışı” canlılar diye tanımlıyor.

Kimi sözlükler ve bilim dalları ise, “eşref-i mahlûkat” olan “insan”ı da “mahlûkat” başlığı altına alıyor. Sanırım “insan düşünen hayvan”, “insan konuşan hayvan” gibi ihtiyaca dönük nitelemeler bu anlayışa dayanıyor.

Doğa ile iç içe yaşayan kültürler, başlangıçta “insan” ve hayvan” diye iki net kategori oluşturmamış, mesela Türkçe insanı “kişioğlu” diye adlandırırken diğerlerini de türlerine göre gruplandırmakla yetinmiş, diğer canlıları toptan “öteki” hâline getiren “hayvan” benzeri bir terim üretmemiştir.

Ancak insan, gelişimini sürdürdükçe, medeniyetler kurdukça kendini diğerlerinden ayırmış, “hayvan” olarak tasnif ettiği diğer canlıları kâh koruyarak, kâh sömürerek, kâh kutsayarak, kâh lanetleyerek hayatına ve kültürüne katmıştır.

İnsanoğlu, kendi arasındaki ilişkide dostunu “çantada keklik” görerek, gözünü ve gönlünü dışardakilere düşürdüğü gibi, hayvanlara da benzer şekilde davranmıştır. Mesela korktuğu veya hayran olduğu hayvanları tabulaştırırken, evcilleştirdiği etinden, sütünden ve sırtından geçindiklerini değersizleştirmiştir.

İnsanın aslana, kaplana, ayıya, kurda, kartala, doğana, şahine hayranlığı ve imrenmesi anlaşılabilirken; tavuğu, koyunu, köpeği, kediyi, ineği, eşeği, katırı hakaret nesnesi hâline getirmesi, ancak bir insan özelliği olan “kadir kıymet bilmezlik” ile açıklanabilir.

Salgur Atabeyliği çağında yaşayan medeniyetimizin meşhur şairi Şirazlı Sadi günümüzden sekiz yüzyıl önce “köpek verdiğin ekmek parçasını asla unutmaz, sonradan kafasına yüzlerce taş atsan bile” derken köpekten değil insandan şikâyet ediyor.

Asil bir Kangal köpeğinin canı pahasına sürüyü ve sahibini korumasının, Aksaray Malaklısının heybetli mülayimliğinin, Akbaşın özenilmiş güzelliğinin, Karabaşın veya Barakın gün yirmi dört saat bekçiliğinin, Zağar veya Türk Tazısının başarılı avcılığının insanoğlunun birbirine “it” diyerek yaptığı hakaretin gölgesinde kalıyor olması ne acıdır.

Eğer, ülkeler ve şirketler arasındakini bir kenara bırakır ve insanoğlunun evcilleştirdiği hayvanlarla kurduğu ilişkiye bakarsanız en vahşi sömürü düzeni ile karşılaşırsınız. Koyun, keçi, sığır her coğrafyada insanın sessiz sedasız bin yıllardır temel besin kaynaklarından biri olmaya devam ediyor. Hem evcilleştirip böyle davranmalarını öğretip hem de “koyun gibi”, “inek gibi” diye arkalarından konuşma ikiyüzlülüğü sanırım onların bir özelliği değildir.

Yumurtlayan tavuğun yanında horozun, kuzulayan koyunun yanında koçun, buzağılayan ineğin yanında boğanın kendilerini insanoğlunun hakaretinden kurtarması, ataerkil bakışın eseri olmalıdır. Böylece insanoğlunun dilinde ikisi de aynı cins küçükbaş “hayvan” olsa da “koç gibi” başka, “koyun gibi” başka bir anlam kazanıyor. Demek ki insanoğlunun kendi cinsi olan kadına düzgün bakabilmesi için önce özverili dostu koyuna itibarını iade etmesi gerekiyor.

İnsanoğlunun sırtından geçindiği hayvanlar içinde at kendini biraz kurtarsa da eşeğin durumu üzüntü vericidir. Bütün dünyada köpeğin vefakârlığı gibi eşeğin de cefakârlığı sembolleşmiştir. Öküz ölür o çifte koşulur, katır olmaz sırtına yük vurulur, atı olmayana binek olur. Anadolu köylüsünün dilinde ata at, ite it denirken “hayvan” denince sadece o anlaşılır. Doğru dürüst karnı doyurulmaz ama her işe koşar, her eziyeti çeker yine de “eşek gibi” diye başlayan ve “cümlenin virgülü” ile ilgili dilbilgisi eğitimine kadar hakaretlerin nesnesi olmaktan kurtulamaz.

İnsanoğlu birine hakaret ederken “yılan gibi” dese bile eşyalarının yılan derisi olması ile övünür; bir yandan “hayvan gibi” sözünü küfür amaçlı kullanır, diğer yandan deri ceket, kürk manto giyerek caka satar.

İnsanoğlu canlılar içinde gelir dağılımı en adaletsiz olandır. Dünyanın bütün varlığı üç beş ülkenin ve beş on zenginin elinde iken, hayvanlar âleminin en kralı aslanın yarın doyabilme garantisi yoktur. İnsanoğlunun kralları yüzyıllık mal depolarken ormanların kralları gün bulup gün yer; hayvanların arı gibi en tedarikli olanlarının bile bütün birikimi nihayet bir kışlıktır.

Neyse ki “eşref-i mahlûkat” olarak muhakeme yeteneğine sahip insanoğlu, içgüdüsel ve tek tip davranışa sahip değildir. İçinden “fildişi” kulelerde yaşayanlar yanında “karıncayı ezmeyenler” de çıkmıştır. “Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde” atasözü, hayvanların değil insanın hainlik, kalleşlik, ikiyüzlülük gibi davranışlarını anlatmaktadır.

Doğada her hayvan yalaya yalaya kendi yarasını iyileştirmeye çalışırken insanoğlu her derdine deva olacak ilacı “ölürse onlar ölsün” düşüncesiyle ilk olarak "kobay" adını verdiği hayvanlar üzerinde dener.

Ataların “hayvan koklaşa koklaşa, insan konuşa konuşa” diyerek barış ve uzlaşı yolunu gösteren öğüdünü dinlemeyip öfkesine yenik düşen, sonrasında pişman olaninsanoğlu “hayvanlık ettim” diye başlar. Böyle derken acaba hangi hayvanı kastediyordur? “İtlik ettim” dese çok vefalı olduğunu; “eşeklik ettim” dese, ölesiye yitesiye her cefaya katlandığını düşünürüm.

Böyle durumlarda “hayvanlık ettim” yerine “insanlık ettim” itirafı bana daha doğru geliyor ama en buhranlı zamanlarında “gelin tanış olalım” diyen Yunus gibi erdem timsalleri çıkaran insanlığa da haksızlık etmiş olurum.

En iyisi biz “hayvanlık ettim” sözünü virüslerin de bir çeşit hayvan olduğunu varsayarak “viral öfkeye kapıldım; bir an koranavirüs gibi önüme çıkana zarar vermek istedim” şeklinde yorumlayalım.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum