G. Debord: "Gösteri, felsefeyi gerçekleştirmez; gerçekliği felsefeleştirir."

G. Debord: “Gösteri, felsefeyi gerçekleştirmez; gerçekliği felsefeleştirir.” Yazan: TÜRKYORUM Evvel gidenlerle sohbet maksatlı, bahsi geçen isimlerin değişik eser, gazete ve dergilerde yer alan “kendi” ifadeleri derlenerek hazırlanmıştır.

G. Debord: "Gösteri, felsefeyi gerçekleştirmez; gerçekliği felsefeleştirir."
04 Aralık 2020 - 18:11

“Türkyorum” için Fransız Marksist filozof, yazar ve sinemacı Guy Debord (1931 – 1994) ile gerçekleştirdiğimiz bu “kurgu söyleşi”, düşünürün medyatik uygarlığa yönelik radikal bir başkaldırısının teorisini anlattığı “Gösteri Toplumu” adlı eser kaynak alınarak hazırlanmıştır.

Halil İbrahim Koç

– “Kitle iletişim araçlarının her zaman kitleleri sarıp sarmaladıkları söylenmiştir; bu zaten kitle iletişim araçlarının ideolojisidir” der Baudrillard. Bu söz bağlamında bakarsak eğer, “gösteri” olgusu bir iletişim tekniğinin ve iletişime girebilme sürecinin sonucu mudur?

Ama gösteri, doğal bir gelişme olarak düşünülen teknik gelişmenin zorunlu bir ürünü değildir. Tam tersine, gösteri toplumu kendi teknik içeriğini seçen biçimdir. En ezici yüzeysel tezâhürleri olan “kitle iletişim araçları”nın sınırlı görünümü altında ele alınan gösteri, basit bir aletler toplamı olarak toplumu istilâ ediyormuş gibi görünse bile bu aletler aslında hiç de yansız değildir, aksine bizzat gösterinin bütüncül öz devinimine elverişli olan araçlardır.

– O halde araçlar ideolojiktir. Tıpkı “medium is the message” (araç, mesajdır) önermesinde aracın mâsum veya nötr olarak düşünülmesine karşı çıkıldığı gibi…

Eğer böyle tekniklerin geliştiği çağın toplumsal ihtiyaçları sadece bu teknikler dolayımıyla tatmin edilebiliyorsa, eğer bu toplumun yönetimi ve insanlar arasındaki bütün bağlantılar artık sadece bu anlık iletişim gücünün aracılığıyla uygulanabiliyorsa, bunun nedeni bu “iletişim”in temelde tek yanlı olmasıdır; bu iletişimin temerküzü, belirlenmiş bu yönetimin sürmesini sağlayan araçların varolan sistemin yönetiminin elinde toplanmasına denk düşer.

– Dolayısıyla iletişim ortamından (kitle iletişim araçlarından) azade düşünülemeyecek olan gösteri, öz itibariyle ne olabilir?

Gösteri, mevcut düzenin kendisi hakkında verdiği kesintisiz söylev, onun övgü dolu monoloğudur. Yaşam koşullarının totaliter döneminde iktidarın kendi portresidir. Gösteri ilişkilerindeki fetişist katıksız nesnellik görünüşü ise, bu ilişkinin insanlar ve sınıflar arasındaki ilişki olma özelliğini gizler: Sanki ikinci bir doğa kaçınılmaz yasalarıyla çevremize hükmediyormuş gibidir.

– Gösteri kavramından ne anlarız? Ya da en anlamamız gerekir?

Genellikle gösteri sözcüğünden ziyâde medyatik sözcüğü tercih edilir. Yani kitle iletişimi (daha önceden alınmış kararlara edilgen bir hayranlığın yaratıldığı, sonunda tek yanlı bir saflığa erişen iletişim) zenginliğini, kitle iletişim araçları sayesinde tarafsız bir “profesyonellik”le yönetecek olan bir tür kamu hizmeti. İletilen, emirlerdir; bu emirleri verenler, aynı zamanda bu emirler hakkında ne düşündüklerini de mükemmel bir uyum içinde bizlere söylerler.

– Gösteri’nin modern bir endüstriye ve teknolojiye dayanan toplumlarda, yani Postman’ın dediği gibi bir “teknopoli” çağında, izdüşümleri nasıl bir belirginlik gösterir?

Modern endüstriye dayanan toplum, rastlantısal ya da yüzeysel olarak gösterisel değil, temelde gösteri yanlısıdır. Hâkim iktisadın imajı olan gösteride amaç hiçbir şey, gelişme ise her şeydir. Gösteri kendisinden başka hiçbir yere varmak istemez.

İktisadın toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünün ilk aşaması, bütün insan gerçekleştirimlerinin tanımlanmasında var olmaktan sahip olmaya geçen bariz bir bayağılaşmaya yol açmıştır. Toplumsal yaşamın, iktisadın birikmiş sonuçları tarafından bütünüyle işgal edildiği bugünkü aşama ise sahip olmaktan, gibi görünmeye doğru genel bir kaymaya neden olmuştur; öyle ki bütün fiili “sahip olmak”lar, dolaysız itibarlarını ve nihâi işlevlerini bu “gibi görünmek”ten almak zorundadır. Aynı zamanda tüm bireysel gerçeklikler, doğrudan doğruya toplumsal güce bağımlı olan ve onun tarafından biçimlenen toplumsal gerçeklikler hâline gelmiştir. Bu durumda, bireysel gerçeğin ortaya çıkmasına, ancak kendisi değilse izin verilir.

– Gösteri olgusunu imaj noktasında hangi gerçeğin ve/ya mitsel idealin sonucu olarak gösterebiliriz?

Gösteri, görme kategorilerinin hâkimiyetindeki bir etkinlik anlayışı olan Batılı felsefe projesinin tüm zayıflığının mirasçısıdır; üstelik bu düşüncenin sonucu olan açık-seçik bir teknik rasyonelliğin sürekli yayılması üzerine kuruludur. Gösteri, felsefeyi gerçekleştirmez; gerçekliği felsefeleştirir. Spekülatif evrende değerini yitirmiş olan şey, herkesin somut yaşamıdır.

– Ayrılığa dayalı egemen sistemdeki “gösteri” ve bunun dolayımındaki “imaj” nebulasıyla birlikte toplumsaldan arda kalan bir kitle bir sahte-toplum içerisinde sizin bahsettiğiniz gösteri olgusunun kaynağı nedir?

Tecrit üzerine kurulu olan ekonomik sistem, döngüsel bir tecrit üretimidir. Tecrit tekniği yaratır ve bunun karşılığında da teknik süreç tecrit eder. Otomobilden televizyona kadar, gösteri sisteminin seçtiği bütün mallar aynı zamanda “yalnız kalabalıklar”ın tecrit koşullarını sürekli olarak güçlendirmek üzere sistemin kullandığı silahlardır. Gösteri, kendi varsayımlarını her seferinde daha somut olarak yeniden keşfeder.

Gösterinin kaynağı dünyanın birliğinin kaybedilmesidir ve modern gösterinin devâsa boyutlarda yayılması bu kaybın bütünlüğünü ifâde eder: Her türlü özgül çalışmanın soyutlanması ve üretimin bütünlüğünün genel olarak soyutlanması, somut olma kipi tam anlamıyla soyutlama olan gösteride mükemmel bir şekilde ifâde edilir. Gösteride, dünyanın bir kısmı kendisini dünya karşısında temsil eder ve bu kısım dünyadan üstündür. Gösteri bu ayrılığın ortak dilinden başka bir şey değildir. İzleyicileri birbirine bağlayan şey, bizzat kendi tecritlerini sürdüren merkezde kurulan geri dönüşsüz bir ilişkidir. Gösteri ayrı olanı birleştirir ama ayrı olarak birleştirir.

Ayrılığa dayalı iktisadi sistemin başarı ise, dünyanın proleterleştirilmesidir.

– Gösteri Toplumu adlı eserinizde “gösterinin görünür kıldığı hem var hem yok dünya, yaşanmış her şey üzerinde hâkim olan meta dünyasıdır” diyorsunuz. Bu durumda gösteri’nin işi meta dünyasını tersyüz etmeden olduğu gibi göstermek olacaktır. Tecrit sürecini tetikleyen bir gösterisel düzende bu nasıl geçerli olabilir?

Çünkü bu dünyanın (meta dünyası – HİK) hareketi, insanların birbirlerinden ve global (evrensel sözcüğü bağlam açısından daha doğru olabilir- HİK) ürünlerinden uzaklaşmalarıyla özdeştir.

Gösteri dilinin, övdüğü nesnelerden düzenlediği davranışlara kadar her seviyede uğradığı âleni nitelik kaybı, gerçekliği dışlayan gerçek üretimin temel özelliklerinden başka bir şeyin ifâdesi değildir: Meta-biçimi tamamen kendisine eşittir, nicelin kategorisidir. Meta-biçiminin geliştirdiği şey nicel olandır ve meta-biçimi sadece nicel olanda gelişebilir.

Gösteri, metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı andır. Görülebilir olan sadece metayla kurulan ilişki olmakla kalmaz, ondan başka bir şey de görülemez: Görülen dünya metanın dünyasıdır.

– Peki gösteri, metanın tahakkümünü nasıl sağlar?

Kapitalist birikimin ilkel aşamasında, “ekonomi politik” kendi işgücünü korumak için gerekli olan asgariyi elde etmek zorunda olan “işçide sadece proleteri görür” ve onu asla “boş vakitleriyle ve insani yönüyle” ele almaz; yönetici sınıfın düşüncelerinin bu durumu, metaların üretiminde varılan bolluk derecesi işçinin daha fazla katkısını gerektirir gerektirmez altüst olmuştur. Bu işçi, üretimin bütün örgütlenme ve denetim kipliklerinin açıkça ifâde ettiği topyekûn aşağılamadan ansızın temize çıkarak, kendisini her gün üretimin dışında bulur ve tüketici kisvesi altında son derece kibar davranılan bir yetişkin muamelesi görür. Bu durumda, “meta hümanizmi” işçinin “boş vakitlerinin ve insani yönünün” sorumluluğunu üzerine alır, bunun nedeni gayet açıktır; çünkü ekonomi politik bu alanları ekonomi politik olarak artık yönetebilir ve yönetmek zorundadır. Böylece “insanın bu tamamlanmış yadsınması” bütün insan varoluşunun sorumluluğunu üstlenir.

Gösteri sürekli bir afyon savaşıdır; malları metalarla, kendi yasalarına göre giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesini tatminle özdeşleştirmeyi insanlara kabul ettirmeyi hedefler. Fakat eğer tüketilebilir ayakta kalma mücadelesi sürekli büyüyen bir şey ise, bunun nedeni ayakta kalmanın mahrumiyeti daima kapsıyor olmasıdır. Eğer giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesinin ötesinde hiçbir şey yoksa, eğer bu büyümenin durabileceği hiçbir nokta yoksa, bunun nedeni bu büyümenin mahrumiyetin ötesinde olması değil, tam tersine zenginleşmiş mahrumiyet olmasıdır.

– Gösteri Toplumu’nda, gösterisel teknikle iktidar dolayımındaki anlamın hâkim sınıf ve bürokratik yapı lehine sürekli üretilmesi faşizmin farklı bir yüzünü ortaya çıkarmaktadır. Siz bu noktada ne/neler söyleyebilirsiniz?

Her ne kadar faşizm, küçük burjuvaziyi ve bunalım sonucunda sapıtmış ya da sosyalist devrimin yetersizliğiyle hayal kırıklığına uğramış işsizleri birleştirerek tutucu hale gelen burjuva ideolojisinin temel prensiplerinin (aile, mülkiyet, ahlâki düzen, ulus) savunmasını yapmaya kendini adamış olsa da, bizzat kendisi ideolojik kökene sahip değildir. Kendisini olduğu gibi gösterir: Arkaik sahte-değerlerle (ırk, kan, lider) tanımlanmış bir cemaate mensup olmayı gerektiren mitin şiddetli bir dirilişidir. Faşizm teknik açıdan donanımlı arkaizmdir. Onun mitinin parçalanmış ersatzı (İkâme) en modern şartlandırma ve yanıltma yöntemlerinin gösteri bağlamında yeniden canlandırılmasıdır. Böylece faşizm modern gösterinin oluşumundaki etkenlerden biri olur ve eski işçi hareketinin yok edilmesindeki rolü onu mevcut toplumun kurucu güçlerinden biri hâline getirir; ama faşizm kapitalist düzeni korumanın en pahalı yolu olduğu için sahneyi genellikle kapitalist devletlerin oynadığı başrollere terk etmek zorunda kalır ve bu düzenin daha güçlü ve daha rasyonel biçimleri tarafından dışlanır.

– İşçi sınıfı için onlara meta-zamanının [/gösteri tahakkümünün] “özgür”(!) üretici ve tüketici statüsünü kazandırmanın ilk koşulu onların kendi zamanlarının tamamen ellerinden alınmasıdır. Çünkü gösterisel yapıdaki proleterin yanılsamalı bilinci yaşaması buna bağlıdır. Peki bundan dolayı gösterinin içinde kaybolan bir bireyin zamana karşı tavrı nasıldır? Yaşamın gelip geçici olması bu durumda ne derece etkili olabilir?

Hem uyanma ve uykunun doğal döngüsüne bağımlılıkta hem bireysel geri dönüşsüz zamanın bir yaşamın yıpranmasındaki varlığında olduğu gibi, emekte yer alan kaçınılmaz biyolojik unsur, modern üretim açısından sadece tâli bir öneme sahiptir.; bunun sonucu olarak da bu unsurlar üretim hareketinin resmi bildirilerinde ve bu kesintisiz zaferin elle tutulabilir ifadesi olan tüketilebilir ganimetlerinde önemsenmezler. Kendi dünyasının tahrif edilmiş hareket merkezinde hareketsiz bırakılmış olan seyircinin bilinci, artık yaşamını kendini gerçekleştirmeye ve ölüme bir geçiş olarak sürdüremez. Yaşamı üzerindeki tasarruf hakkından vazgeçen kişi artık ölümünü kabul edemez. Hayat sigortası reklamlarının yaptığı tek şey, bu iktisadi kayıptan sona, sistemin düzenini sağlama almadan ölmenin suç olduğunu ileri sürmektir; American way of death (Amerikan tarzı ölüm) reklamları, bu karşılaşmada yaşam görünüşlerinin en büyük bölümünü elinde tutma kapasitesini vurgularlar. Reklam bombardımanlarının geri kalan bütün cephelerinde ise yaşlanmak kesinlikle yasaktır. Tek tek herkes için tasarlanan ve en sıradan kullanıma sunulan bir “gençlik sermayesi” bile mali sermayenin sağlam ve biriken gerçekliğine asla ulaşamazdı. Ölümün bu toplumsal yokluğu yaşamın toplumsal yokluğuyla özdeştir.

– Canımı yakıyorsun!

– Hiç intihar etmeyi düşündün mü?

– Hayır.

– Ben intihar edeceğim!

– …

– 40. yaş günümde. Hala hayatta olursam…

– Neden?..

– Ben yaşlanmak istemiyorum!

Naked (1993)

– Son olarak ne söylemek istersiniz?

Tersyüz edilmiş hakikatin maddi temellerinden kurtulmak; işte çağımızın kurtuluşunu oluşturan şey budur. “Dünyaya hakikati yerleştirmeye dair bu tarihsel misyon”u ne tecrit edilmiş birey ne de manipülasyonlara boyun eğmiş darmadağınık kalabalık (= kitle, gösteri toplumu – HİK) yerine getirebilir; bu misyonu ancak bugün ve daima, gerçekleşmiş demokrasinin yabancılaştırmayan biçimine, yani pratik teorinin kendi kendini denetlediği ve kendi eylemini görebildiği Konsey’e bütün iktidarını devretmek suretiyle bütün sınıfların çözülmesini gerçekleştirmeye muktedir sınıf yerine getirebilir. Bu kurtuluş, bireylerin “doğrudan doğruya evrensel tarihe bağlı oldukları” ve diyaloğun, kendi koşullarının zaferini sağlamak için silahlandığı yerden başka yerde mümkün değildir.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum