Bir Osman Yüksel biyografisi

Bir Osman Yüksel biyografisi ALÂATTİN KARACA Cemal Kurnaz, 756 sayfalık çalışmasında Osman Yüksel Serdengeçti’nin hayat hikâyesini anlatıyor. Serdengeçti’nin deli dolu yaşamı, mahkeme koridorları ve hapishanelerdeki çileli günleri, partilerle ilişkileri, Bediüzzaman ve talebeleriyle olan münasebetleri, çoğu zaman kendi ağzından ve tanıklıklarla yer alıyor kitapta. DELİ RÜZGÂR-OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ, CEMAL KURNAZ, KURGAN EDEBİYAT, 756 SAYFA, 32 TL

Bir Osman Yüksel biyografisi
27 Ocak 2013 - 13:20 - Güncelleme: 27 Ocak 2013 - 13:23

1940’lı yıllar; yani Millî Şef İnönü dönemi ve sonrasında Demokrat Parti’nin iktidarından 1960 darbesine değin uzanan süreç, Türkiye’nin en çalkantılı yıllarıdır. Millî Şef dönemi; baskının ve kavganın doruğa çıktığı yıllar. Bunda, elbette İkinci Dünya Savaşı’nın iki ülkesinin; Almanya ve Rusya’nın, savaş süresince Türkiye kamuoyunu yönlendirme siyasetinin de önemli rol oynadığı unutulmamalı. Sonuçta, içte inkılâbın estirdiği rüzgârın gücünü de arkasına alan İsmet İnönü, 1940’lı yıllarda “tedip edici” zulüm kırbacını, sağın da, solun da, İslâmcıların da sırtında şaklattı. Kaderin garip cilvesi, Osman Yüksel’in yumruklaştığı Sabahattin Ali de şefin öldürücü darbesiyle 1948’de katledildi. O yıllarda İslâmcı, milliyetçi ve mukaddesatçı cephede üç kalemşör; İslâmcı Necip Fazıl Büyük Doğu’suyla, Turancı Nihal Atsız Orkun’la, Türk-İslamcı Osman Yüksel de Serdengeçti dergisiyle –düşüncelerindeki farklılıklara rağmen- CHP’nin baskılarına ve “komünizm”e karşı bayrak açtılar.. Üçü de ‘kara budun’dandı, savaşta en önde, barışta hapishanede. Zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın “Anadolulu öküzler” diyerek aşağıladığı kara budun halkından...  İşte o yılların üç kalemşöründen biridir Aksekili, Toros yüzlü Yörük Osman Yüksel, Cemal Kurnaz’ın deyişiyle “Deli Rüzgâr”.

Sayfalara sığmayan bir ömür

Cemal Kurnaz, 756 sayfaya sığdırmış, ele avuca sığmayan pervasız Toroslu Osman Yüksel’i. Aksekili Koca Yörük’ün deli dolu hayatını, basın-yayın faaliyetlerini, dönemin siyasal olaylarını, mahkeme koridorlarında ve hapishanelerdeki çileli günlerini, partilerle ilişkilerini, Türkçülüğünü, İslamcılığını, Said Nursi ve talebeleriyle olan münasebetlerini, çoğu zaman kendi ağzından, fotoğrafların, mektupların, dostlarının ve makalelerin tanıklıklarıyla uzun uzun anlatmış kitabında. Sanki dışarıda hiçbir şey bırakmamak istercesine, Serdengeçti üzerine ileride yapılacak araştırmaları da düşünerek, uzun listeler vermiş. Bunu bir araştırmacının samimi kaygısı olarak kaydedelim. Yorucu ve uzun bir çalışma. Deli Rüzgâr’ın peşinde koşmayı göze almış Cemal Kurnaz Hoca. Elbet yorulacak, tıpkı deli esen rüzgâr gibi, Osman Yüksel’in hayatının arkasında, bir o yana bir bu yana savrulacak kalem. Savrulmuş da. O deli dolu, ele avuca sığmayan Serdengeçti’nin, hayat hikâyesini bir tasnife, bir kronolojiye bağlamak zor olsa gerek.

    Dağlık, kayalık bir Akseki’de, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, 1917’de doğmuş Osman Yüksel. Babası Ahmet Salim, müftü, âlim ve arif bir zat. 11 yaşında kaybettiği annesi Emine Hanım, kalbinde hep kanayan yara, kaybedilen sıcak kucak. Hücrede sığınılan melek. Ana özlemi, şiirlere, yazılara yansımış. İlk ve orta öğreniminin ardından DTCF’nin fırtınalı koridorları. 1940’lı yılların patırtılı günleri. Felsefe Bölümü’nde öğrencidir. Komünizme karşı deli bir yürek. Gönülsüz evlilik, çocuksuzluk, doğarken ölen iki yavrunun derin acısı. Askerlik. Bir lokma bir hırkayla geçen günler. Az yiyen, sağlığına hiç dikkat etmeyen Serdengeçti... Dükkânında genelde zeytin ekmek yermiş, bundan dolayı dükkânına “Zeytûniye Tekkesi” derlermiş. Hastalık; esprilerle geçiştirmeye çalıştığı parkinson. 1976’ya gelindiğinde artık ayakta zor durmaktadır, harap haldedir. “Soluk sonbahar, gelip çatmıştır”. 10 Kasım 1983’te Hakk’ın rahmetine kavuşur. Kitabın ilk bölümünde bu hayat hikâyesini uzun uzun anlatıyor Kurnaz. Ardından “Yayın Hayatı”. Uzun bir döküm, basılan, basılmayan kitapları, yazılarının listesi, okuyucular, bayiler, bayilerle yaşanan sorunlar, bir devrin muhafazakâr Anadolulu okuyucuları, Anadolu’nun heyecanlı insanları… Dikkatli bir okur, bu bölümden, dönemin milliyetçi ve muhafazakâr okur kitlesi, onların beklentileri, heyecanları, muhafazakâr yayınlara olan ilgi vb. hakkında bir fikir edinebilir. Dava delisi Toroslu, o kara-kuru, ele avuca sığmaz Yörük, kitleleri harekete geçirmiştir yayınlarıyla.

    Dönüyoruz 1944’e. Ortalık hareketli. DTCF karışık. Komünizme karşı bileylenmiştir Felsefe öğrencisi Osman Yüksel. Nihal Atsız’la Sabahattin Ali arasında patlak veren kavga. Bu kıvılcım, Deli Rüzgâr’a da sıçrar. Kendisini birden kavganın ortasında buluverir. Durur mu? Durmaz! 26 Nisan 1944 Çarşamba gecesi sokakta rastladığı Sabahattin Ali’yle itişip kakışır. Bu, onun Serdengeçtiliğe ilk adımıdır. Uzun yol gitmeye hüküm giymiştir, matarasında tuzlu su vardır, mahkemeler, Falih Rıfkı Atay’ların, Ahmet Emin Yalman’ların, Hasan Âli Yücel’lerin, Nevzat Tandoğan’ların zehirli dilleri; kamuoyunu, yargıyı, emniyeti yönlendirme girişimleri. Aslında bu büyük mücadelenin, basit bir komünist-milliyetçi çatışması olmadığı, arkasında kara budun diye horlanan taşralı Türk milleti ile onun boğazına çökmüş kökü dışarıdakiler arasında mücadelenin bulunduğu, kitabın satır aralarından çıkarılacak en anlamlı sonuçtur bence. İktidar sahipleri, bütün güçleriyle bu taşralılara, taşralılardan biri olan Osman Yüksel’e de saldırırlar. DTCF’den atarlar ilkin. Ulus gazetesinin baykuşu Falih Rıfkı’nın kalemi hiç durmaz. O yetmez, Hasan Âli Yücel’le Emniyet’e koşarlar. Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın şu sözleri onların Türk milletine bakışını göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır: “Siz Anadolulular ancak öküzün ektiğini yersiniz, öküzler!” Tandoğan nereli mi? O “Simit sarıklı Anadolulu”lardan değildir, Balkanlardandır, âmirimizdir, şefimizdir.

    Sonra tutuklanma. Demirkapılı hücreler, uzun sorgular. Ve tabutluk; zar zor sığılan bir hücre, tepesinde 500 mumluk bir ampul, susuzluktan dudakları kurur, gözleri kamaşır, ter içinde kalır, sorgu ve işkence! Yaklaşık 3,5 ay tutukluluk. 1944’ün Ağustos ayında serbest bırakılır; Fakülteye de veda etmiştir. Artık Serdengeçti’dir. Mücadeleye adeta yeni başlamıştır. Durmayacaktır. DP’yi destekler; ancak kimi icraatlarını eleştirir de. AP’den Antalya milletvekili seçilir. Partide 163. maddenin kaldırılması için büyük bir mücadele verir. Ama AP içindeki dönme ve masonlar, “Simit Sarıklı Anadolulular”ı tasfiye ederler. Serdengeçti bu kez MHP’de yer alır. Bir süre de MSP’de. Bir rüya üzerine Fatih’te Reşadiye Oteli’nde Said Nursi Hazretleri’yle görüşür. Bediüzzaman kendisine, “Ben seni eskiden biliyorum, Emirdağ’da iken dergini getirdiler. Allah ve din yolunda her şeyimden vazgeçtim, serimi bu yola koydum demişsin. Aferin, aferin, maşallah, maşallah…” der.

    Deli Rüzgâr’ın macerası, mücadelesi böyle kitapta. Kitap biter de, bu hikâye burada bitmez!  

 
 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum